BİR SİLİNDİR GEÇTİ ÜZERİMİZDEN 2
ŞİİR DİLİYLE YAZDIĞIM VE BİR İKİ BÖLÜMÜNÜ TAM BİR YIL ÖNCE BURADA YAYINLADIĞIM SONRA DEVAMINI GETİRMEDİĞİM BU 12 EYLÜL ROMANIMIN TAMAMINI BÖLÜMLER HALİNDE BEĞENİNİZE SUNMAK İSTİYORUM. YAŞI UYGUN OLANLAR O GÜNLERİ BİR KEZ DAHA HATIRLAMIŞ OLUR, GENÇ KUŞAKLAR DA BİRAZ DAHA BİLGİLENMİŞ OLUR… SAYGILARIMLA.
Ve onlar anlatmıştı senin tanımadığın binemediğin göremediğin makineyı treni arabayı vapuru uçağı da biliyorlardı bir de denizi. Ama onların da bilmediği ne çok şey vardı! ve senin öğrenmek istediğin ne çok şey vardı! daha o zamandan farklıydın dört dağ arasında unutulmuş bu köyde farklı olmakta da haklıydın. Akranlarınla oynamaz hep büyüklere takılırdın ağabeylere, amcalara ille de askerliğini yapmışlara… Ne olduğunu biliyordun trenin oysa görmemiştin henüz binmemiştin. Sizin oralarda genelde kızlar serpilip gelişende ya yan tarafınızdaki komşuya veya karşı yamaçtaki evlerden birine gelin giderdi. Başka yerin başka köyün başka erin varlığı bilinmezdi. Onların dünyası bu on beş evden ibaretti. Ablan Gülten on sekizine geldiğinde ve nasıl olduysa başka uzak bir köye gelin gittiğinde yaşamın değişecekti senin de Sekiz yaşına geldiğinde ablanın yanına bıraktılar seni okullu yaptılar artık soracağın her sorunun yanıtını verebilecek bir öğretmenin vardı ve öğrendikçe anladın ki bu dünya çok dardı. Beş yılın sonunda öğretmenin “bu çocuk okumalı” dedi ve bu fikrini balcı babana söyledi. “bal satar balım yoksa ceketimi satar yine de okuturum oğlumu” dedi balcı baban. ve balı satmaya götürdüğü sana leblebi, bisküvi, akide şekeri getirdiği kasabadan kalacak bir yer ayarladı. bu kez seni, kasabaya uğurladı. Çok geçmeden dünyanın küçük olmadığını on beş ev ve altmış beş kişiden oluşmadığını anladın. Ders kitaplarının dışında ilk kez farklı kitapları tanıdın. Öğretmenin, kısa tatilde okuman için iki kitap seçmişti okumanı istemişti Kısa tatilde okumanın ötesinde ömründe ilk kez tanıştığın bu kitapları ezberlemiş yutmuş adeta hatim etmiştin. İşte o kitaplar, senin hayatında bir dönüm noktası oldu. Bu dünyanın dışında bir de kitapların dünyasını tanıdın ve yep yeni ufuklara yelken açtın Yakup Kadri’nin Yaban’ıyla ve de Reşat Nuri’nin Çalıkuşu’yla… Lise’ye başladığında Rus köylüsüne Mujik dendiğini Hamingway’in savaş muhabiri olduğunu ve İnce Memed’in üç cildini biliyordun artık. Ve balcı babanın ve susukun annenin ve on beş haneli köyündeki altmış beş kişinin hiç duymadıklarını hiç görmediklerini hiç bilmediklerini duyuyor görüyor biliyordun Ve durmadan bıkıp usanmadan yorulmadan yaşamaya dair insanlığa dair yeni yeni şeyler öğreniyordun ve senin yüzünden doğrusu senin sayende balcı baban bir değil bir çok adım ileri atmış on beş haneli altmış beş nüfuslu dört dağ arasında unutulmuş o köyü bir tek bal arılarını bırakıp geride terk edip kente yerleşmişti. senden sonraki kardeşin de ilkokula başlamıştı. İnce uzun boyunla elli’yi geçmeyen kilonla kocaman ela gözlerin ve düzgün burnunla artık bir liseliydin. Balcı babana inat suskun ve içine kapanıktın. Kendini okuluna ve derslerine adamıştın. Balcı babanı tanıyıp bilenler senin onun oğlu olduğuna inanamıyordu. Çünkü balcı baban hayattan zevk alan yanakları kırmızı kırmızı hep sağlıklı olan biriydi Ve hep tebessüm edip kahkaha atıyordu. Dilinden türküler şarkılar düşmezdi ve asla hüzünlü türküler söylemezdi. Neşeliydi hep soranlara: Felekle dalga geçiyorum derdi. Önce senin sonra küçük kardeşinin ve kendilerinin geleceği için haftada bir kez köye gidip arılarına bakıp dönerdi. Arılar çok önemliydi onun her şeyleriydi. Arılar bal yapacak balcı baban bal satacak bal satıp para kazanacak ve sizler bu sayede okuyacak yazacak yaşayacaktınız. Bir süre sonra gördü ki balcı baban bu kentte yedi ay boyunca yollar kardan kapanmıyor ve bu yüzden yedi ay boyunca yan gelip oturulmuyor önce senin sonra küçük kardeşinin ve kendilerinin geleceği için daha çok çalışmalıydı. Yörenin en büyük tuğla fabrikasında bekçi oldu. Aynı gün bir müjdeli haber alınmıştı Gülten ablan bir çocuk annesi balcı baban dede olmuştu. Çocuğu olunca Gülten ablanın kocası alıp karısı ve oğlunu çalışıp karnını doyurduğu İstanbul’a götürdü Ve sana da yine yol göründü. Artık kabına sığamıyordun büyük kentlere gitmeliyim diyordun. Böylece lisenin ikinci sınıfında ablanın yanında okula başladın İstanbul’da…. Evet, dedi gölge güneş yavaş yavaş gitmekte. Bundan sonrasını artık ben değil yazarımız anlatacak. Senin yani balcı’nın oğlu Seyit’in hikayesi artık romanlarda kitaplardan okunacak. Benden bu kadar haydi eyvallah güneşli bir günde görüşürüz inşallah… İstanbul…! Devleti Ali’nin ve nice uygarlıkların başkenti kollarını balcı’nın oğlu Seyit’e açıyordu ve Seyit’in hikayesi burada başlıyordu. İstanbul güzeldi İstanbul zengindi İstanbul ayrı bir dildi kültürdü sanattı şiirdi özgürlük ve uygarlık demekti ama tüm bunlar balcı’nın oğlu Seyit ve onun gibi yoksullar için hiçbir şey ifade etmezdi. Onlar da İstanbul’dalardı ama İstanbul’da yaşamıyorlardı. İstanbul’un dışında bir İstanbul daha vardı suları yağmurdan yolları çamurdan insanı yoksuldan olan gecekondular vardı ve yoksul insanlar ve emekçiler ve Anadolu’dan kopup gelenler oralarda yaşardı. Bir ekmek uğruna köyünü terk edip gelen yoksulluk kader değildir diyen biraz olsun ileriyi gören maraba babası gibi yaşamak istemeyen genç yaşında beş çocuk sahibi olmuş çoğunlukla amele sıvacı çöpçü köylüler yaşardı burada. Ve çok daha zordu ve çok daha beterdi dört dağ arasındaki köydeki yaşamdan. Yağmur suları biriktirirdi kadınlar çamaşır ve banyo için içme suyunu çok uzaklardan saatlerce kuyrukta bekledikleri bir hayrattan taşırlardı. Ve sanki herkese yetecek kadar ekmek varmış gibi düşünmeden durmadan çocuk doğururlardı. Tarla ve ahır işinden kurtulduk artık insan artık evimizin hanımı olduk derlerken binbir çile ve yokluk içinde ömür doldururlardı. DEVAM EDECEK... |
şiiri yazan yüreğiniz dert görmesin..
Saygılarımla.........