BİR SİLİNDİR GEÇTİ ÜZERİMİZDEN 3......... Çoğu okur yazar bile değildi hiç biri ev hanımı olamadı yoksulluktan susuzluktan başını kaldırıp hayattan tat alamadı. Bir gün bir saat bir an bile İstanbullu olamadı. Her sabah gün doğmadan gecekondulardan erkekler akın akın inşaatlara kadınlar zengin evlerine küçük atölyelere akardı, küçük kardeşlerine bakan kendileri de henüz küçük olan kızlar akşam olunca eve dönecek olan anne ve babalarının yollarına bakardı. Balcı’nın oğlu Seyit de her sabah bu evlerden birinde uyanır yollara düşüp yarım saat yürüyüp okuluna varırdı. Eniştesi almıştı bu evi şimdilik iki odası ve bir banyosu vardı tuvalet dışarıda ve mutfağı çok dardı. Ama eniştesinin parası olunca iki oda daha yapardı. Balcı’nın oğlu Seyit okuyor okuyor okuyordu okudukça her şeyi daha iyi anlıyordu okudukça yaşananları kavrıyordu gecekonduları içinde yaşayan yoksul kadınları inşaatlarda amele olarak çalışanları İstanbul’u gazinoları mağazaları patronları görüp bilip tanıyordu Bu gerçekleri kavrayıp bildiği için de her gün yarım saat yürüdüğü yola aldırmıyordu. İlk günler çamurlu ayakkabılarıyla sınıfa girince utanmıştı sonra sınıfındaki bir kıza ilgi duyunca bunun da önlemini almıştı her sabah evden çıkarken ayaklarına bir naylon geçirir okula yaklaşınca çıkarıp atar sınıfa temiz ayakkabılarla girerdi bütün bunlar sadece ve sadece o güzel gözlü kız yüzündendi. Balcı’nın oğlu Seyit’in dünyasını değiştirecek kitapları kendisine ilk defa o güzel gözlü kız verdi. “bu kitabı okumanı istiyorum” demişti ve gülümsemişti. Üç günde okuyup bitirdiği nerdeyse satır satır ezberlediği o kitabı alırken eli eline değmişti. “Yaralısın” kitabın adıydı. yazarı Erdal Öz’dü ve güzel gözlü kız balcı’nın oğlu Seyit’in içinde artık sönmeyecek olan bir köz’dü. Üç gün sonra kutsal bir emanet gibi koruduğu kitabı güzel gözlü kıza verdi ve adını ve nerede oturduğunu ve nereli olduğunu öğrendi. Esma yani güzel gözlü kız Göztepe’de oturan Malatya’lı bir ailenin kızıydı. babası bankacı annesi öğretmendi. Birkaç gün sonra Esma balcı’nın oğlu Seyit’e yeni bir kitap verdi ve bu kitap Seyit’in bundan sonraki hayatında insana doğaya topluma ve dünyaya bakışını belirledi. şimdi Esmayı daha çok sevmişti onu kendisine yakın hissetmişti aynı paralelde yürüyor aynı şeyleri düşünüyorlardı. Okulunun olduğu semtte bir halkevi vardı Esma, hemen her gün oraya uğrardı bir seminer toplantısına Seyit’i de çağırdı Seyit, bu davete çok sevindi ve soluğu halkevinde aldı en son aldığı kitabı geri verdi teşekkür ederek hem de gözlerine bakıp gülümseyerek. “okuyup anladın mı?” dedi Esma evet, dedi Seyit ürkerek oysa böyle derken bir çok şeyi anlamamıştı “Sosyalizmin Alfabesi”ni okurken. o gün, Halkevi denen o yerde kendi akranı bir sürü gençle birlikte ağabeyilerin verdiği semineri dinledi ama seminerin konusu olan “Sosyalist Mücadelede İşçi Sınıfının Yeri ve Önemi”ni kavrayıp öğrenemedi. Aklı Esma’da gözleri gözlerindeydi. Balcı’nın oğlu Seyit artık hiç durmadan bıkmadan usanmadan okuyor okuyor okuyordu seminerde konferansta eğitimde eylemde yerini alıp saflara katılıp halkı için güzel günler için barış ve sosyalizim için mücadele veriyordu. Sınıf bilincini kavramıştı ve bu nedenle kendince gözlerinden etkilendiği Esma artık onun yanlış yapamayacağı kem gözle bakamayacağı aşık olamayacağı bir yoldaşı olmuştu. Her türlü eyleme katılıp en ön saflarda yer aldıkça ve bilgili, bilinçli insanları tanıyıp çok kitaplar okudukça daha da çok şeyler yapmak istiyor kabına sığamıyordu. ve Balcı’nın oğlu Seyit henüz on yedisinde kendisini “Devrimci” olarak adlandırıyordu. Artık bu sıradan bir deyim gibi olmuştu savaşa karşı olan Faşizme karşı olan ezilenden işçiden köylüden yana olan herkese neyi, ne kadar değiştirebilmiş diye sorulmadan “Devrimci” denir olmuştu. Balcı’nın oğlu Seyit bilmediği bir çok şeyi bilip öğrendikçe davasına daha sıkı sarılıyor safları sıklaştırıyor her göreve her işe her kavgaya isteyerek ve severek talip oluyordu. Örgüt gazetesini satmakla başladı işe sonra derneğin yönetimine girdi. Elinde dağıttığı gazetenin kapağında devrim yolunda o güne kadar canını vermiş öldürülmüş idam edilmiş gençlerin resimleri vardı. Seyit resimlere bakarken beş yıl öncesini hatırladı Orta okula gittiği kasabada hemen her kahvenin camına onların fotoğrafı yapıştırılmıştı üzerinde kocaman harflerle “Arananlar” yazılmıştı. O zamandan bir şeyler olduğunu seziyordu, ama bir anlam veremiyordu. Halk onlara “anarşikler” diyorduysa da kağıdın üzerinde “anarşistler” yazıyordu. Ve en çok da isimleri dikkatini çekiyordu böyle farklı isimler ne köyünde ne de kasabada vardı. Deniz Gezmiş denizler üzerinde gezen biri miydi? Mahir, Ulaş, Sinan, Cihan ve diğerleri kötü birileri miydi? Neden devlet arıyordu onları? Çok geçmeden kasabadaki kahvelerden birinde radyo haberlerinde anarşistlerin çoğunun öldürüldüğünü üç tanesinin de idam edildiğini duymuştu. Seyit şimdilerde on yedisindeydi ve onlar vurulurken ve onlar öldürülürlerken ve onlar idam edilirlerken sadece yirmisindelerdi kısa ömürlerine çok şey sığdırmış halkı uyandırmış işçileri ayaklandırmış ülkenin kaderini değiştirip kendilerinden sonra gelen gençliğin yani Seyit’in yani işçinin yani köylünün elinden düşmeyen ışık saçıp yol gösteren birer bayrak olmuştu. Balcı’nın oğlu Seyit on yedisindeydi dernekte eylemde yürüyüşte en öndeydi. gazete satıyor bildiri dağıtıyor kavgaya katılıyor ve haklı davası için ve güzel günler için ve güneşli günler için işçiyi köylüyü kadını genci ve öğrencileri örgütlüyordu. DEVAM EDECEK... |