SAY Kİ O, ŞEMS…-Neden boş şeylere takılıp kaldık? Göç ederken zaman, gezginleri biz olduk…- Neden siyah beyaz hayallerle avunuruz? Yum gözünü dese derviş, yumsan, hileyle açmadan önce Görürsün boğulurken ikimiz, Yüreğimizi sıkan sıska ellerin kıskacında Çaresizce çırpınırız… -An gelir “sur” sesi duyulur; Beyhudedir eyvahlar; Şimdi, kendimizi neyle savunuruz? - Aç gözünü dese bir başkası -Say ki O, Şems…- Açsan gerçek olduğunu görsen, gördüğün âlemde uçsan… Ya da coşkun nehir/ler gibi yeşil yeşil aksan Yüreğime dolsan, gönül pınarınla Arınırız, Der misin? *** Hatırla, ayrılırken sen ve ben, yani “ilkimiz” Yani biz Yani tertemiz Yani gök-deniz… Ne kaldı geride? Hani mülkümüz? Kapkara, sır dolu önümüz Bize ağlar öksüz kalan dünümüz, Bekli de görünecektir ayan beyan verilirken talkınımız Söylesene, kaldı mı bugünümüz? Zaman akıp giderken içimizden, Kayan yıldızlara bakardık; Sırayla bir sen olurdun gökyüzünde, Ateş kızağında kayan; Ardından sonsuz boşluğa düşerek yok olan da ben… Nasıl da kaybolup gittik yıldız kaymalarında, Meteorlar arasında un ufak olup, Sonra birbirimizden çok uzakta, elde; El bedeninde vücut bulup, Yavaş yavaş var olduk… Söylesene sevgili, şimdi biz kimiz…? *** Bir zamanlar, evet bir zamanlar Ne çok çağlardık; El eleyken aldırmadan kimseye… Sonra geçip karşına, yemyeşil gözlerine, Sonra mah yüzüne Ve ışıkla siyahın ahenginde, Ayın şavkında kızıllaşan saçına bakardım; Sonra sustuk; Sonra birbirine yapışık, ağlayan iki kayaya döndük Ve sonra da kan kustuk… Ah sevgili, Bilsen, doğduğum o günden beri, Seni ne çok aradım… Güneri Yıldız (Elazığ, 08.06.2011) |
Yine serbestin en güzellerinden birini okudum. Kutluyorum efendim.