Ey Yaşlı Bilge...Bir deniz kabuğunu yaklaştır kulağına Engin melodinin lirik dilinde şifrelenen O otuz kuşun tüyüyle yazılan Ayrılık vadisinde dolanan suların Hırs ovasında ritmini bulan rüzgârın Kıskançlık gölünde kayalara vuran yorgun dalgaların Aşk denizinde bestelenen hayatın Şarkısını söyleyecek sana /.../ Dinle! Ey yaşlı bilge Suskuya bulanmış Sonsuzluğun içinden sessizce ilerlerken Yalnızlığa açılıyorsa bizi esir eden... Ve hala biz diyebiliyorsak Bu evren Ve bu güneş altında hala dilenirken Acıları görünmesin diye geceyi bekleyen Birkaç sevdalı Avuç içlerinden tanrıya seslenirken Saklanıyorsa hala Sen neyi... Tutsaklığımı her gün bir kapı arkasında soyup Yorgun şehrin unutulmuş yanaklarına bedenimi asıyorsam Bir yılanın koynuna usulca kıvrıldığımda Tenimi hoyratça okşuyorsa zaman Aç mızıkanın sesinden bağırıyor bu iç mekân Kulaklarımı kemiren Doğurgan bir alfabenin p.ç bırakılmış sesi Saldırıyor üstüme dilimi yemek için Şiir yıkılıyorsa Bil ki; Şair içe gömülü bir ören Yitirdi tüm sözleri Dinlediği artık Yaşlı bir geminin siren sesi Çığlıklar damıtmış gizli hüzün Ben tüme vardım bu gün Anlamı yaralayan imge durgunluğu Nesnel müfredatın kasvetli yansıması Gerçekten gelip düşe dönüşen Tuzluyorum cümleleri Deniz takılsın artık ağlara Görevdeş bir dürtü Çünkü kendimi atıyorum Eş zamana Devir şimdi gözlerini Savrulmuş yıldızlar Bir öpüş gibi parlıyorsa Gövdesinde taş kırıklarıyla Suda kırılgan ışığı anımsa Kulaklarım tıkalı dinletme bana... |