Suyun Yongası Iey gecenin ışıklı sergisi apışıp kaldığım karanlıktan çöz beni, ilmik ilmik sağılt şiirler kanlı elleriyle dokunur belli bir saatten sonra gözlerime içimde iflah olmaz bir kadın, ağzı dünyaların ilenç cadısı ve sokaklar kuşatılır kentte uçurtmalar vurulunca tren garları, bütün açık hava sevişme alanları kuşatılır kedilerin, patlamış lambaların Tanrısız işgalidir bu koşar adım bir çocuk olarak doğurmuş annem beni bir çocuk bütün renklerden küflü bir ayraçla ötelenmiş yaşıyordum yaşamasına geçmiş bir yüz yılın kalıntısı aradığım üç beş arşın bez, ceylan derisi bir cüzdan yani yürümek biraz herkes kadar İstanbul sokaklarını ey dağları çevreleyen sis bulutu dorukların en soylu gül kokusunu fışkırt bu kara dilime az çok bilincini yitirmiş bir bilge gibi olsa da tarih bu gün hala kanlı yasalarıyla boynumuza hükümran değil mi ki sahibi olamadığımız aşk kalbimizden yakınır hepimiz biraz yürüyorken çocukluğumuzla gülümsemekten sakıncalı bayraklar gibi gazeteler ve kumaşlar arasında saklamadık mı kendi elimizle kendi cinayetimizi ah çocuk ah.. keşke seni hiç bulmasaydım bahçede top oynarken bir elma gibi çürütüp yedi kat yerin altına gömerdi zaman annem hiç hatırlamasaydı kadınlığını Meryemin ve babam bir kanarya besleseydi evde erkekliğine sığdırıp sen hiç doğmasaydın çocuk hiç... yinede yapış dudağıma ey umut bütün karanlıkların göğsünden kanıra kanıra sök ışığı yeni bir gün başladığında mavi de ve beyaz da tek başına değil öyle çalılardan kalkmış tüm kuşlarla sıcak bir iklimin terlemiş avuçlarına bırak yeryüzünü ve ıslığının yankılandığı uçurum boylarında dolanan hep kendini arayan bir şovalyenin lirik kılıcı biraz artığıdır gülün ve ırmakların, dağ çileklerinin öyleyse koru beni de suların yongacısı çocuk bir kavganın ortasında Dünya ya çiziyorken aşkı... 16 Haziran 2011 İstanbul Ünal YİĞİT |