Brienzersee'de
Brienzersee’de
-dağların tanıdık geliyor aradaki göl başında kar olmasa dağlarının- dağdan dağa bir örtü kaplamış üst üste bulutlar altında inliyor Brienzersee kör bir vakittir oturmuşum ki duvarına kara mı kara bir gece yakmışım bir mum bir de sigara ışıklar batıyor göle karanlığa dalıyor ışık ölüm ne ki diyorum arkasından giderken Fransız şarabı tutuyor elimi bir de yarın doğacak gün yan tarafta bir çift uzanmış dudak dudağa kırılmıyor ışık üstüme yürüyor karanlık yürüyor uygun adım marş marş koyun gözlü bir adam diklenmiş ışığa diyor ki iflas etti insanlık ne korkunç bir ihanettir çalışan için sekiz saat dünya hala yuvarlak duy ki, duyacaksın hey insanlık benzin döküp bedene bir genç daha yaktı kendini gel, gel insaf eyle zalime gel esiri ol paranın sıkıysa, sıkma yumruğunu da ortasından çatlasın yüreğin Bolivya’da yükseliyor ülkem kadar kızıl bir bayrak ve Hindistan içlerinde ve Afrika’da, Ortadoğu’da onar, yüzer, biner biner sokağa iniyorken insanlar ülkemde niye toplu mezarlar en kuytuluk yerlerde dalgalar yayıyor ışığı varsın koyun gözlü bir adam esiri olsun paranın, varsın iflas etmiş desin insanlığa hey insanlık iflas ettiysen koyunlaşman gerek kuyruğu en yağlı cinsinden yakıştırıyorsan yedi ceddine boğazla ki, boğaz boğaza sana inat, gençliğin sevisi dökülsün denize ağlama bir deli gibi orada kırılmış ışık ve aşklardan kaslarıma kramplar girinceye elbet yüzüyor olacağım ölmemek için boş yere bir kulaç daha atarak zamana sık babam, sık dişini de gör ama sen uyuduğunda mışıl mışıl elbet kudurmuş olacağım ışıklar batıyor Brienzersee’ye ve ülkemde boy boy sürgünler dil bilmez, yol bilmez, hile bilmez göz pınarı kurumuş yoksul bir anadır kan duracak diye umutla bekler ama kara haberini verirler dördüncü çocuğuna kaç gün dayanırım bilemem geceler uykusuz günler daha ağır gelir geceden uyuyanlar ve horultusu uyuyanların batıyor canıma kurşun gibi öleyim her kendini bilmezin kırdığı her yürekte ölüm orucuna yatmış bir can Koçgiri’den çıkmış yola kardeşinin kemiklerini bulmak için yetmiş yaşında annesi sekiz yaşında bebesiyle ülkemde yanımda bir genç yeme içme yabancısı ülkemin doğduğum yerin vatandaşıyım diyor ağlamamak için gülesim gelir göl yine dalgalandı ışıklar batıyor geceye balıklar mesafeli duruyor dağdan inen kar suyuna yarın kim bilir kaç kişinin kara haberi düşecek sofraya toplu mezarlardan çıkıyor kayıplar kanları karıştığı gibi onların kemikleri de iç içe gece, gün ve ben girdik Ağustos ayına dağdan kar suyu iniyor göle ve yağmur bulutları binmiş üst üste ve düzde ard arda patlıyor havai fişekler güller yağadursun başımıza fazlalığımız sahte yüzlerdir sadece Ercan Cengiz |