Kaktüs Çiçeği
Kaktüs Çiçeği
-işçinin balyozu değil kum fırtınası eritirdi kayayı- kaktüsten önce çölü tanıdı kum fırtınası kayayı bildi, kayanın dilinden kavgayı ve kumdan kaleler dikmesini rüzgarla kabardı deniz, kabarır, kabarır kirini mi, yorgunluğunu mu atardı ne belli kıyıdan kıyıya vurur dururdu kendini bırakıp giden her su damlasıyla adını yazdırırdı kaktüse, yazdırırdı bilseydi deniz, bilseydi rüzgar karanlığı bekleyip kaktüs çiçeğine ağzını sokup da öz suyunu içtiğini yarasanın düştü düşecek bir damla suyla hayata tutunmak için bir kuş dikenine katlanırdı kaktüsün kaktüs çiçeği ki güneşten kaçırdıkça yüzünü sivrilir uzardı dikeni, sivrilir de uzardı ve karanlığa açtıkça beslediğini bilmezdi yarasayı çöle vurduğunda dağın suyu öfkesi kalmıştı dağ yamaçlarında arkasına serdiği yeşil örtüye ceylanlar inerdi koşa oynaya su ki dönüp bakmadan alıp giderdi başını bilmezdi kollarına tutunanların yoluna pusu atıldığını kavgayı izledikçe yüzünü değişen çöl payı dardı kavrulan her kum tanesinde bilmezdi, bilemezdi dermanı kesildiğinde koynuna düşenleri çaresiz aslan kaplan değildi elbet kum fırtınasını boşa çıkaran aslan kaplan değildi anten kulaklı bir çöl tilkisiydi yattığı kalktığı yeri belli oyunu bilir oyuna göre oynardı (Toprak Tutsun Külümü) Ercan Cengiz |
Mehmet Çobanoğlu