AMASYA ŞEHRENGİZİ
Sevgili Ablam Sevim Yakıcı’ya ithâfımdır;
Yeni doğmuş bebeğe daha isim konmadan, Sevdâları yüklenmiş koca bir adam boyu. Kuş gelende yaralı kanatları onmadan, Annesinden emdiği süt gibi içmiş suyu. Yaralı bir sevdâdır, ismine ne dersen de! Aşkla büyümüş başak, kaç arşın eder sende? Sırça köşkü süslerken, sevdâ tutan elleri, Fırçasıyla boyadı aşkın hâlis rengini. Gülşeninde açarken görkemli hayâlleri, Bakışından devşirdi bir gülün âhengini. Tâlip oldu o gülün dest-i izdivâcına, Bânu itiraz etti, onun bu revâcına. Tarihe iz düşüren her zorlu aşk misâli, Bu sevdâ üstünde de kendini resmetti ah! Ârâf’a esir düşmüş gönül ister visâli, Bîhaber, sâbıkasız rûhlar kan içti, eyvâh! Ferhat ve Şâh nihâyet ulaştı maksâdına, Lâkin Hürmüz kapıldı oğlunun fesâdına. Şâh iken şâhbâz oldu sultan büyük hevesle, Kilit vururum sandı muhabbet kapısına. Susuzluk engelini haykırdı bir nefesle, Şerh koydu aklı sıra sevdânın tapusuna. Deseler de hîleyle şekillenir âkîbet, Bilemedi kendini ikrâr eder her niyet. Şirin tasa ederken sevinçle coştu Ferhat, Dedi: “Demir dağları aşk eritir biline! Vûslattır bu günümüz, bizimdir artık hayat, Suyu getireceğim, el değmesin eline!” ”Külüngü al gel” diye çağırdı Şahinkaya, Yürek sesine uydu, yollara düştü yaya. Aşka hasret bir kentin fırça tutan parmağı, Nasıl da incinmişti nakkâş vurdukça taşa, Rüzgâr indirdi şirin yüzündeki yaşmağı, İmrendi bir güzelin gözlerindeki yaşa. Yaşlı kadın ünledi, dalından koptu yaprak, Su yürüdükçe kente ölümü içti toprak. Vûslat mahşerde imiş ne bilsin iki âşık, Yalan kılıcı kesti sevenlerin önünü. Sardı iki yüreği o zehirli sarmaşık, Ölüme sürükledi bu sevdânın yönünü. İki ayrı mezarda aynı açan iki gül, Kadere boyun eğmiş, intizârdadır gönül! Ferhat Dağı selamlar hayât veren güneşi, Amasya’nın kalbinden çağa süzülür zaman. Kırklar Dağı’nda sönen ateşin yoktur eşi, Yeşilırmak üstünde yorgan olur âsumân. Amasya ah Amasya, sende ne sırlar saklı! Yürekten sevmeyene saltanatın yasaklı! |
mükemmeldi...tebriklerimle...