tut elimden istanbul
"is" tutan yüzüme
"tan" ağarınca "bul" karanlıkta ziyâyı istanbul kubbelerde yükselen masumiyet kirli ağızları emziren meme maneviyatın efendisi medeniyetin şefkâtli annesi istanbul elif elif uzanır gökkubbenin tâ kalbine minâreler bir rüzgâr alıp götürür ansızın vakti ah yaralı kaldırımlar! yoksul sokaklarda dinlenen hüznün çilesi bacalarda soğuyan bedelsiz esaret eşiklerde güneşin dönüşen yüzü ay aydınlığında mirâca uzanan merdiven ah şu hayatı ikiye bölen keskin bıçak! dilerim iyi tarafı hep sende kalsın istanbul evlerde eşyaların tenha ruhu arınır zamanın akışında bambaşka bir mefhûmdur zaman istanbul’da ...ve camlarda eriyen münzevî buğu gözlerimden aşağı inen şeffaf perde unutulmuş her taşın başında samimi bir dûa istanbul’da devâdır cümle derde bekliyorum kapında şehirlerin en ulusu elimde firdevs’in anahtarı oysa arınıyorum ben her ilâhi yapında anahtarlar açamaz sen olmasan içerde biliyorum nûrdan köprüler kuruluyor gönlümün iki ucunda sana gidip senden geliyorum cennete girip çıkar gibi içime cenneti sokar gibi ah istanbul! adını anan her mübarek ağzı öpseydim nebî’nin dilindeki müjdenin hatırına ulubatlı hasan gibi burçlarına sancak dikseydim müjdelerin yeline kapılıp -düşüncesiz- sende ölseydim şimdi bir kuru yel esiyor kuzeyden güneyde balıkçılar oltalarına gem takıyor doğu’nun gizemi kelepçeleniyor bahtıma batı’nın sönen ışığında eriyorum tut elimden istanbul! dolu dizgin koşalım fatih’e bir mübarek söz için kıtalar aşalım gelelim yeniden kapına surların böğründe çılgın bir top uğultusu topkapı’dan selam edelim yeniden seni yeniden fethedelim seni yeniden seni |