Ahşap Duvar Saati
Gidiyordum…
Ayrılık vaktinin geldiğini biliyor, Ve bir daha dönmemek üzere gidiyordum. Artık bu şehirdeki misyonumu tamamlamış, Artık beni bu şehre bağlayan bir neden de kalmamıştı. Dönüşü olmayan bir yolun eşiğindeydim. Sıkıca giyinmiş, kuşanmış, Tüm kararlılığımla vedaya hazırlanıyordum. Biliyordum… Mutlaka geride bıraktığım bir şeyleri özleyecektim. Bunu gayet iyi biliyor, Bu yüzden arkama bakmadan gidiyordum. Ama geride bıraktığım da ne vardı ki, Perdesi olmayan, rutubetli küçük bir otel odasından başka. Bir de ahşap bir duvar saati vardı özleyebileceğim. Her saat başı, gong sesiyle beni tekrar tekrar hayata döndüren, Lakin basit bir gong’tan öte, huzur veren bir senfoniydi yalnızlığıma. Kapıdan dışarıya attığım ilk adım, Bir başlangıç değil, bilakis bir sonun ilk adımıydı, Dünü olmayan, yarını belirsiz. Sadece önüme bakıyor, Yanımda bu şehirden hiçbir şey götürmemeye çalışıyordum. Oysa lapa lapa yağan karda attığım her adım, Benden bir şeyler bırakıyordu kaldırımlara. Kararlıydım… Kaçarcasına uzaklaşıyordum. Attığım her adım, kaldırımlarda bıraktığım her iz, Bir çizgiydi daha ziyade anılarıma çektiğim. Fakat nereye gidiyordum? Bir sonraki durağım neresiydi? Düşünüyor, düşünüyor ama bilemiyordum. Belki de bilmek istemiyordum. Eğer gideceğiniz yerde sizi bekleyen dumanı tüten bir ocak, Yolunuzu gözleyen kimsecikler yoksa, Vardığınız yerin bir önemi var mıdır ki? Bende yolumdan dönmüyor, Açık denizde rotasız seyreden bir gemi gibi ilerliyordum. Yorgundum… Artık döndüğüm her köşe başı, Ve sonu gelmeyen her bir sokak beni daha çok yoruyor, Kaldırımlarda bata çıka yürüyor gibiydim. Evet evet ben yorgundum. Bir vazgeçiş belirmişti, bana yorgunluğumu kabullendiren. Sonra bir ses!.. Bu sesi tanıyordum. Oysa bu şehre ait her şeyi silip atmıştım, tanımamalıydım. Tanımamam gereken bu sesi tanıyordum. Ahşap duvar saatiydi bu; perdesiz, rutubetli odamdaki! Yorgunluğum hafiflemiş ama üşüyordum. Farkındaydım… Gecelerim birbirinin kopyası gibiydi. Ve bu da onlardan biriydi. Yine aynı, hep aynı serapla geçiyordu uykusuz gecelerim. Farkındaydım ama gözlerimi açmaya cesaret edemiyor, Belki de etmek istemiyordum. Bu yalnızlık artık zor geliyordu. Artık bu yalnızlığa son vermek, dünü unutmak, Yarına bakmak gerekiyordu, bitmek bilmeyen seraplara inat. Evet evet yapmalıydım. Yaşadığım tarifi na’mümkün ayrılığın izlerini silebilmem için, Perdesiz, rutubetli odama veda etmeliydim. Ve yapıyordum… Her gece seraplarda yapamadığımı yapıyor, Bavulumu toplayıp, ahşap duvar saatimle bu şehri terk ediyordum. -Halis İPEK- (Okuyan herkese teşekkürler... Puanlamanızı ve yorumlarınızı bekliyorum...) |