AğlaŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Hikayesi uzun ama tek kelime ile "insan" yani ben, sen, o diyeyim...
Vatanından uzak düşenin bahtına ağlamaktan gayrı ne düşer diye de ekleyim... Tâ ki (aslında hiç bir zaman olmayacak) vuslata değin... Muhabbetle vesselam...
Ağla kalbim ağla, gözlerim yansın,
Duman duman yaşlar, aksın ruhuma. Feryâdın, figânın arşa dayansın, Hayat suyu aksın derin uykuma. Bir rahmet bulutu olur bakarsın, Bir vakit öncesi nârdan inciler. Sen ağla, tutulur bir zaman yasın, Bir gece, hatrına kör dilenciler. Görünmez yollardan, olduğun yerde, Yürü, kan dökerek, kimse görmeden. Bir yol ayrımında, belki taş perde, Dağılır kum gibi, hüzne inceden. Ve saçılır bir gün sonsuz muştular, Semâsına damla damla âlemin. Örtülür karanlık ve kör kuytular, Hikmetten bir kaya olur mâtemin. Anlarsın bir fener kesilince, sen, Nedir karanlıkta saklı o ışık? Bu ışık, ne demek bilmek istersen; Ruhun tâ ezelden beri kamaşık. Taşı eritsin de, rahmet gözyaşı, Toğrağa ve suya hiç dokunmasın. Daha çok şaşılmaz dokunsa başı, Bir buluta bir gün bir karıncanın. Kimin umurunda bir kırılmış diş, İncitilen gönül, kan revan yanak. Bir dua: Allahım, n’olur bu gidiş, Rahminden dökülür, titrerken dudak. Sen ki; en güzelden yana işaret, Belki ruhsuz ceset, simsiyah kefen. Ve bil ki her zerren mutlak kefaret, Ağlamak, haşre dek senin vazifen. Akıl tezgahında dokunan kumaş, Akla perde çeken bir sır ki; kader; İnsanda ne bir göz kalır ne de baş, Çatlak kafasıyla bu ne demek der?... Teslim olmak, işte kazadaki sır, Tel tel şimdi elde, en sırlı yumak. Yaşayacak olsan belki bin asır, Sana düşen yalnız yalnız ağlamak. Ağlaya ağlaya büyürmüş başak... Ankara, Nisan 2011 |
bülbelbatber tarafından 12/5/2013 12:19:50 PM zamanında düzenlenmiştir.