Hoşça Kal Yarın
HOŞÇA KAL YARIN
hoşça kal güneş, toprak, su, gökyüzü demeye zamanın olursa eğer hoş çakal resmin son karesine sığdırdığın yüzünle gidiyorsun işte, gidiyorsun sancını yüreğinde saklayıp aşkı, nefreti, hüzünlerini, özlemlerini de alıp dakika, saat, gün, ay, yıl hesabını yapmadan baharın ve kışın bebekken, oynamak isterdin bir çocuk gibi dizini kanatıp ağlardın kucak kucak gülerdin ağrısını unutunca çocukluğuna geldiğindeyse bıyıklılara özendin ve sakalını kestirmeyi ilçenin biricik berberinde aynanın karşısında yayıla yayıla berber koltuğuna enseni görmeyi ne çok isterdin hayallerinin peşinde koşturmaktan ölümün o donuk yüzünü kestiremezdin gençliğine geldiğinde çocuktun hâlâ hem enine, hem boyuna büyürken bundandır belki inatçılığın, kim bilir okul yolunda yalnızlaştığın, kıkırdayıp gülmediğin bundan çılgınlığın peşinde koşarken gözlerinin önünde yaşıtların sorumluluklar biniyordu omzuna boyundan büyük ve dünyanın bitmez tükenmez o kara derdi tepeden tırnağa sarıp sarmalıyordu seni dünyayı sarsacak adımları öğrendiğinde etrafında oynaşan yaşıtlarına öğretirdin ne kadar da çocukçaydı yaşananlar şiirleri tarardın bu yüzden, romanları direniş türkülerini dinlerdin gün doğarken ve bir halkın destanını yaratan elleri okurdun hikayelerini dinlerdin tarumar edilmiş yaşlı kimsesiz insanların kendi dillerinden var-yok bir kaç kürsü olurdu sobanın etrafında bir de minder dururdu odanın başköşesinde varsa evin bir gelini yüzü tülbentliydi tanrı misafirine erine karşı el pençe, dili yok gibiydi yer sofrasındaki tepsiye dizili bardaklara çayı doldurduğunda küçücük kaynına gelinlik ederken kaynanasıyla yarışırdı arka odada bin bir türlü haline bu dünyanın, bu nasıl bir dünya diye sızlanırdın kendi kendine saç, sakalın aklaşınca tümden kopar oldun gençlerden içindeki çocuğu eze eze ne de çabuk büyüdün çok sonradan anladın ki çocuklarla oynadığında yetişkinler katıla katıla gülerlermiş haline oysa sen masumane seni sevdiklerine yorardın onlarınsa kızlarını uzak tutmak için bile olsa özel bir çabaları olmazmış sırf bu yüzden kızlar olgun adam istermiş köy yerinde büyüdüm olgunlaştım derken belin bükülmüş de haberin bile yoktu senin fark etmemişsindir devranın ağırlığını kimin aklına gelirdi ki durmak tükenmek bilmeyen zamanın yaşamını da beraberinde götüreceğini ikide bir dönüp de sırtını mı yoklardı insan ne de olsa görmüş geçmişlerdi diyordun laf dinletmesini de bilirlerdi diye peşlerine takılıp gittin hem sonrası da vardı bu gidişin saça, sakala, bıyığa dokunmamak için çıkarıp attığında tarağını sağ arka cebinden hoşça kal yağmur, hoşça kal bulut, hoşça kal su göğün efendisi şimşekler hoşça kalın dolu, kar, çiçekler... hoşça kalın meyveler, ekinler, dağ - taş ve bugün de çiseleyen yağmur ortadan ikiye ayrılan ay parçasındaki karanlık ve aydınlık yüzler, hoşça kalın tomurcuğu yeni patlamış meşe ince yapraklı salkım söğüt ağacı ve kumsala vuran çam kokusu... hoşça kalın edepliler, edepsizler konuşanlar, yazanlar, çizenler bilenler, bilmeyenler güçlüler- zayıflar haklılar- haksızlar hakkını yedirdikten sonra sızlananlar oturanlar, koşanlar, anarşistler hoşça kalın hoşça kalın demeye zamanın olursa eğer gidiyorsun işte, gidiyorsun arkanda bir ömür, yarım yamalak bir hayatı alıp gidiyorsun demek ilk durakta kimleri göreceksin acaba tanıdıkların mı olacak yoksa yeni yüzler mi eşkali belirlenenler mi, maskeliler mi yine bazılarına dosttuk, bazılarına düşman gözlerine baka baka diyemeden gidiyorsun demek diğer duraklarda sen yoksun her şey sil baştan olacak anlayacağın ama sen bir daha da gelmeyeceksin ve bunu bile bile gidiyorsun açık kalmış gözlerle yaşamının hiçbir evresini kendine has yaşamadan bırakıp da gidiyorsun, öyle mi git öyleyse, git, gidebiliyorsan (Adsız Fırtınalar Doğuyor) Ercan Cengiz |