Tende Uçurum Yanıkları II
Toplu mezarlar eştim zihnimin küflü ezberlerine/babamı ç/alarak çocukluğuma kaçacağım.
Gün devrilince Kaf dağının ardına Devlerin gölgeleri serpilir şehrin gammazlığına I Ebabil dudağından sarkıyor pusatsız çığlık Erir zirvesine beyaz düşlerin Buz keser ümitlerin İki yakası düşman yokluk –varlık Ömürden sağılır ölü nehirler Bir çığlık amasızlanır payımıza Kör gecede kurşun gülüşlü bahtiyar figan Biliyorum bu kent fukara durur Kör akıntılar kürek vurdukça, esareti yudumlatır avuç avuç Gül damlasıyla... Susku çocukluğumun lal bakışıdır Gözlerimin isyan küslüğünün, Esrik buğulanmaların da can veriyor intihar kuşları Nefes sürgülenir ince oynak İki dem gözyaşı çiğdemi, dağ sinesinden mızraklanır eşiksiz merdivenlere Yürüyüşler yalpalı Sendeler namlu çözülmemiş parmaklarda, ölümüne küsüm aya yıldızlara Şafak kuşkanatların da alaz alaz kur kızılı döngüler Toy dudaklardan dökülünce arzu hal Yetimliğin sırtını sıvazlar Aç yürekte filizlenir alaca efkâr II /Ey sabrıma divane bakan darğacı Saatlerin ardına gizli, gerdan heveslisi urgan Aç ilmeğini ömrümü vereyim can susamış kollarına, Kuş çırpınışıyla bir damla gözyaşı dökeyim// Saçlarımda zifir tanesi yokluk İsimsiz göçler yürek dibimde Seyre durunca akşam kızıllığı Ellerini açar rüzgâr hasret ezgilerine Dökülür o vakit ağrı dudaklarından Bahara yaslı güller ağıtlı, kör kilit mutena zırhında Paslı kapılar gıcırtısında... Gök maviden salınır çifte nağra Ve leblerde ağrılı yanık nida Soyut somut yan yana III //Alışırım elbet, fukara yüreğin soğanlı sofrasına Dürülmüş bir lokma varsa beylikten yana Ve üstüne giyinmişse yırtık samimi hırka Karışırız elbet kalabalığa// Lakin gül açmayan mevsimlerin yalan sakızlarına Şahitliğimiz var Değil kalabalığa karanlığı arşınlar soluk ayarsızca. Kar uykusu öncelerinde susarken şehrim Ve sokaklarımdan çekilirken gece sesleri Yankılanır hüzün dört gözü mahmur IV- Ayrılık sarısınca uçurum çiçekler "müebbet türküleri" döker ahval yanıklarınca Vakit akitsizlik uğruna sırnaşık Sahte duygular bedevi sancımalarında Doğuruyor başaklarını sarı mavi Güneşle dans coşkusunda kıyılar Oysa Yağmur rahmetini sürüyordu Şehrin ölü yıkıntılarına Dem vurup her heceye, Hüzünden arınıyordu aklı sıra Aklın gergefine takılan muamma Sır aynalarda iğreti bakışmalarda Âdemoğlu oğul verdi yalınayak Kız verdi başak başak Lakin yalan dört ayak Yılan yalın ayak… Unutmuştu üryan günahların yarenliğini Kardeşini vuran ellerde kan Yüzünde amansız korku yankılanırken Habil’in gözlerinden k/an damlıyordu… Ne t/adı var aşkların Ne kardeşliğin şanı Hal böyle böyle iken Sağduyu suzi zan Körleşen izan olur... Hazal karadağ |
başlı başına bir şiirdi ama bu satır içimde fırtınalar kopardı.
gidilebilecek mi?
sevgilerimle.