Düşkıran...
//İlk defa kullanılan bir imgenin bekâretinden sebepli bir hayat yaşıyorum...
Bu yüzdendir sıfatsız bırakılmış kelamlara kibirli duruşum.// Şimdi İpe sapa gelmez bir hayatın serseri gözleriyle bakıyorum sana. Öyle uçarı, Öyle piç bir gülüş var ki dudağımda; Kalemi özgürlüğe yeminli bir hâkim kadar aykırıyım zamana… Fareli köyün kavalcısından öykünecek kadar Sihirli bir intihar tınısı çalınıyor şehrin kulaklarına. Ben ne mi yapıyorum? Tıkayıp kulağımı dayanılmaz sihrin inadına, Ruhumun varlığına şahit uçurumların kıyısında, Eksik kalan çocukluğum hatırına sek sek oynuyorum... İmrenen varsa takılsın peşim sıra... Kasabadan bozma şehrin sokaklarında; Cebinde elma şekeri feyziyle taşıdığı el bombasına yarenlik eden Kimsenin görmediği çocuklar var. Alaşağı edilmiş hayaller, Kolu kanadı kırılmış fareler Ve girecek delik bulamamış fikirler. Aklımın kaçtığının hükmünü veredursun kendini âlim addeden divaneler, Ben ismi karanlık masalların yalancı mutlu sonlarını siliyorum… Küfürbaz sokak kedilerinden Ayyaş itlere kadar, Bacakları arasına sıkıştırdığı kuyruğunun acısını unutmaya çalışan beşerin fikrine takılan Hayallerin ucundan çekiştiriyorum. En galiz küfürlerin geçmişine rahmet okutacak cinsten kelimeler türetiyorum ki, Kimsenin ahlaksızlığımdan yana şüphesi kalmasın. Eğilip almaya üşendiğimiz 5 kuruşluk bozukluğun hükmüne hayretle bakıyorum, Ciğeri beş para etmez diyenleri duydukça. Alnımın terini düşürdüğüm ekmeği bölüşüyorum kızımla, Hüznümü bir sonraki kışa saklıyorum, Bunca mutsuzluk bunca insana yetmiyor nede olsa. Çıktığım kaf dağının tepesinden alaşağı edilmişçesine düşerken uykumun en tatlı yerinde, Düşlerimi peşkeş çektiğim kâbusların eşiğinde Ötesinde düşkıran yalnızlıklar biriktiren bir sıfat, Berisinde kangren olmuş sevdaların ağababasına rahmet okutan bir melodram vardı... Siz bilmezsiniz, taşranın bir yüzü hep apansız ayrılıklarla yıkanırdı… Şubat’2011 Aydın… |