Dilsiz Şehir Monologları...
//Rezil rüsva günlerin yüzüne tükürmenin verdiği rehavet içindeyim.
Anlamsız kapı gıcırtılarının yarattığı sahte korkularla Bilinmeyenlerin endişesindeyim. Eyvallahsızlığım Zil takıp oynayacak kadar bayağılaşmış gün dönümlerinin Ağır makyajlarının altında gizlenen sıfata Ya da kıpırdamaya mecali kalmamış bir sokak köpeğinin açlığına Ah sevdiceğim Ah yüreğine yüzümün gölgesi değen adam, Git desen gideceğim ruhundan ya…// ….. Yeni bir cehennemin kapısında dinlendiriyorum ruhumun dünyevi azaplarını, Şimdi tüm çıplaklığımla hazırım günahlarımın ceremesini çekmeye… İçinden çıkmaya yeltenmediğim bilmecelerin İnadına taktığı çelmelerle tökezliyorum sokağında Aşağısı bir karanlık ki sorma, Birbirini beceren kelimelerin fütursuzluğuyla Sözcüklerimi kesip duran bir çift manasız göze dönüyorum sırtımı, Benim sırtım yüzümden bile soğuktur unutma… …… Sayfa aralarına sıkıştırılmış bir masal kahramanı gibiyim. Ellerimde kırmızıya çalan elmalarla Kendi kendimi kandırma telaşında. Isırsam prenses, Kandırsam cadı… Herhangi bir ormanın Herhangi bir sapağında Kuşlara yem olacağını bile bile hatıralarımı serpiyorum, Yolumu kaybedersem sakın beni arama. ….. Düşlerimi kemiriyor zıvanadan çıkmış insanlar, İçine gözyaşı sokuşturulmuş Mayhoş bir akşamüstü Çıksam ellerinin üzerine Ruhuma sinmiş yılkının terkesine yinede yetişmiyor bakışlarım… Hüzzam bir şarkı salınıyorken kulağımın hengâmeli yollarında, Beynimin içindeki arsız ses hesap soruyor tüm pervasızlığıyla; ‘’Söyle’’ diyor, Söyle ne değişti hayatınızda; Sizin ki parlak elbiseleriniz vardı, Boyalı dudaklarınız ve ipeği kıskandıran saçlarınız Kahkahalarınız vardı şehvetli geceleri anımsatan… Kahkahalarınız, Uykuları bölecek gibi duvarları çınlatan… Ve ansızın; Dingin kış günlerinin erketeye yatmış ayazı gibi belirdi bakışlarınız, Körpe bir vücudu ağırlığıyla ezen bir sapkın kadar mide bulandıran… ….. Şimdi ben, Dingin deniz kenarlarının zamansız patlayan fırtınasına geriyorum göğsümü… Yüzümü yalayan her damla İsyanımın kanıdır, Hiçbir vebal yüzümü yere eğemez bir daha… ….. Suskun şehre inat; Fısıltıyla en lanetli büyüyü tekrarlıyor rüzgâr. Ben uyuyorum… Ömrümün en derin uykusunda, Kulağımda yabancı ninniler, Dilimin dönmediği bir dua, Karabasanların en koyu kuytularında ha bir adım önce ha bir adım sonra, Zamanı durduramıyor olmanın ızdırabında… Sefalet emareli sokakların kabadayılığa öykünen cılız naralarında Gözlerimin narıyla adımı yazıyorum duvarlara; Yazıyorum ki üstü kapalı kalmasın hiçbir hatıra… Ocak’2011 Aydın… |