Acı//‘Üz(ül)me, eksilirim, üz(ül)me, azalırım’ ne halimiz varsa görelim, yorgun argın bırak bizi sevdanın gergefine…// Önce; ’Yitik bir öykü’ ile boy verir başak ve başlar hikaye Ayrılıklardan soyutlanamaz somut hayatlar Kırgınlıklar birikir vişne çürüğü sevdalarda Bir iç geçirir adam, kader’e sitem dolu bakışıyla Kadın içine gömer aşkını, dağları yıkan sabrıyla Sonra; Kar yağar bir yiğidin hoyrat düşlerine Nerede biter yol, ırmaklar nereye dökülür Düşer dikenli düşlerden çığlığı volkan misali Kanatamaz kimseyi, öyle ya, sıcacıktır yüreği Kolları (çaresiz) sımsıkı sarılır yalnızlığa sevgili gibi Peki; Aşk ne zaman biter, unutulunca mı? Acı ne zaman diner, hatırlanınca mı? Döner durur kendi çevresinde hançer Okun gerdiği yay gibi, acı; deşer yüreğini Yalanlara kurban vermeden dilini Doğruya gark olur dürüst sözleri Çünkü; Yazılmıştır tarih, o doğmadan çok önce Söylenecek sözler, dinlenecek ezgiler biter Yorgunluğu s/aklanır hırsla hırpalanınca ruhu Genç değildir, zorba yıllar alıp götürdüğünden beri aydınlığını İçtenlikle dökülür bitmeyen inancı, kahpeliğe ibret olsun diye Ve; Hala ’İÇi TİTRER’ adamın, bakınca sevgilinin suretine Çınlar kalbi, gözleri dolar, gözleri dalar, gözleri ağlar! Bakışı yorgun, ‘elleri hünerli’, yüreği coşkun adam! Nice ağıt yakar, durmaz gökkubbe sana rağmen Uzanır toprağa sere serpe, yağmurun bereketi Güneş açar, güneş parlar , başaklar boy verir hikayemizde… Buğday Başağı der ki; Dirençtir çabası hayata, kardeşliğin kutsallığna saygıdır sebebi Çiçekler büyür nefesinde, ağaçlar selam durur emeğine Onun adı zemheri, onun yüreği panzehir ruhun ayazına Onun isyanı hayata, onun zulmü kahır çeken ruhuna Onun kederi hasret, onun hasreti, zamansız gelen aşk(ın)a -kanarken mübarektir yarası, kabuk bağlarsa bozulur acısının büyüsü- fulya/aralık2010 |
bağırsan yasa dışıdır sesin
bir off çeksen karşıki dağlar yıkılır’ )
çekmiyorsun!
çekmiyorsun..!
bir çok yerinden bıçakladı hayat seni...
upuzun yollara düşer/düş-lerin/herkes geçer üstünden...
düş senin, yara senin,
yenilgiye yazgılı aşk senindir...
bak sis çökmüş palandöken dağlarına/düşlerin-düşlerin çığ altında...
yüzünde uzun sürmüş soruşturmaların yorgunluğuyla,
payına çığlıklar düştü,
sana yara,
sana hüzün-sana sanık taburesi,
yargısız infazlar-sana taş duvarlar/
sana intihar boğuntuları!
bütün ezberini bozup
anıların karşısında aşk’a eğildin
Bir tek buruk
ve örselenmiş tebessümlerin kaldı ceplerinde.
Unutamadığın şehirler geri çağırdı seni,
vazgeçemediğin aşklar gibi...
Bunlar terkedilmenin hüzün sendromları..
yalnızlığın tahriş ettiği acılardı...
hepsinin canı cehenneme dedin
aşırı dozda sevmeler alıp,
’köküne ölüm enjekte ettin puşt acıların.’.!
içinden kanamalı aşklar düşüyor
ve aşk yasalarına uygun ölümler giyiniyordun!
ama içindeki teröristi etkisiz hale getiremiyordun...
Eski bir şiirimle eşlik etmek istedim, yorum yapmakta güçlük çektiğim şiirinize/
Ama bir bilge şöyle diyordu ''İnsan o kadar acı çekmiştir ki gülmeyi icat etmek zorunda kalmıştır!..''
çok güzeldi ve çok anlamlıydı/İşte şiirin notaları dedirtecek kadar...
''Yaralarımın kabuklarını yoluyorum çünkü kanamak yaşamaktır!..''
(AŞKLA VE İSYANLA...)
Birdal ERDOĞMUŞ tarafından 12/11/2010 6:55:55 PM zamanında düzenlenmiştir.