DEPREMnoel baba sahiciydi ve tatlıydı horoz şekeri kadar ciddi dudakların gayri ciddi öyküleri. çalıntı kâğıtlara dökülürdü geceleri gökyüzü yıldız yıldız. anneler hep kaygıya gebe, babalar hep gurbette tutsak. korsan korkusundan kararırdı leğen denizinde yüzen karton kayıklarımız. abilerin eskileri büyüktü küçük bedenlerimize ve küçüldükçe ekmek, büyüyordu açlığın silueti (‘siluet’e o zaman yatmıyordu aklımız). tırnaklarımızın hançerleşmesi, azması ellerimizin sanki çoğaltıyordu bizde bizi, aynalara sığmıyordu hırçın bıyıklarımız. oysa, bilinmeyen bir yerde, bilinen o gizli perde arkasında meşum bir kulak yorulmadan dinlerdi ve mimlerdi bir göz nefesleri aralıksız. alaca ikindiler tırmanırken sarmaşıklar örneği vicdan vitrinlerine, hep bir seste konuşurdu coşkuyla sarhoş ayıklarımız. tam erkekliğe soyunacaktık ki aymazlık çukurunda çürüyüp kokuşuverdi en insancıl yanımız. azarlarla azar azar nasırlaştı kulaklarımız. depremi hiç kimse beklemezdi. uyutulmuştu sismograflar. duyarsızdı arıtıcı yoksunu ellerimiz. ve birdenbire topraktan koptu ayaklarımız. pes etmek ne kolaymış, ne hoşmuş yıkanmak iki yüzlü sularda. yüzlerimizi hep o sularda bırakıp bırakıp kaçtık. orda kaldı sandık günah artıklarımız. geçtik elbet geçmesine ötesine korkulu fay hattının, ama bir araya gelince hayretle fark ettik ki: çoğumuz korkak, yaltakmış taptıklarımız. |
arkasında meşum bir kulak yorulmadan dinlerdi
ve mimlerdi bir göz nefesleri aralıksız.
alaca ikindiler tırmanırken sarmaşıklar örneği
vicdan vitrinlerine, hep bir seste konuşurdu coşkuyla
sarhoş ayıklarımız.
bence anlamlı ve güzeldi kutlarım yazan yüreği..selam ve saygılarımla