1
Yorum
0
Beğeni
5,0
Puan
1996
Okunma
noel baba sahiciydi ve tatlıydı horoz şekeri kadar
ciddi dudakların gayri ciddi öyküleri. çalıntı kâğıtlara
dökülürdü geceleri gökyüzü yıldız yıldız.
anneler hep kaygıya gebe, babalar hep gurbette tutsak.
korsan korkusundan kararırdı leğen denizinde yüzen
karton kayıklarımız.
abilerin eskileri büyüktü küçük bedenlerimize
ve küçüldükçe ekmek, büyüyordu açlığın silueti
(‘siluet’e o zaman yatmıyordu aklımız).
tırnaklarımızın hançerleşmesi, azması ellerimizin
sanki çoğaltıyordu bizde bizi, aynalara sığmıyordu
hırçın bıyıklarımız.
oysa, bilinmeyen bir yerde, bilinen o gizli perde
arkasında meşum bir kulak yorulmadan dinlerdi
ve mimlerdi bir göz nefesleri aralıksız.
alaca ikindiler tırmanırken sarmaşıklar örneği
vicdan vitrinlerine, hep bir seste konuşurdu coşkuyla
sarhoş ayıklarımız.
tam erkekliğe soyunacaktık ki aymazlık çukurunda
çürüyüp kokuşuverdi en insancıl yanımız. azarlarla
azar azar nasırlaştı kulaklarımız.
depremi hiç kimse beklemezdi. uyutulmuştu sismograflar.
duyarsızdı arıtıcı yoksunu ellerimiz. ve birdenbire topraktan
koptu ayaklarımız.
pes etmek ne kolaymış, ne hoşmuş yıkanmak iki yüzlü
sularda. yüzlerimizi hep o sularda bırakıp bırakıp kaçtık.
orda kaldı sandık günah artıklarımız.
geçtik elbet geçmesine ötesine korkulu fay hattının, ama
bir araya gelince hayretle fark ettik ki: çoğumuz korkak,
yaltakmış taptıklarımız.
5.0
100% (1)