Kül Aynasına Bakamayan Ateştopuğuna balözü dökülen kehkeşanlar nerdesin özlemini erittiğim yadigar yine de tüketmek için beklediğim maya çalmıştı ikbal topraklarına en son,en son buydu birlikte bayram gecesi az değil,kainat doyar haldeydi mesiresinde kendi elleriyle astığı şamdanında bir fakir mum ışığı fanusuna kapatılmıştı dışarıdan bakanlara görünmez cinnet! kapıyı aralayanlara tadına hayran,tâk bir rüya pervanesi güdümünde ilerlemek ebediyet tıkırtısında kapıya sarılmaydı tenler lif lif kayalıklara asılır tuz buz edilen gençlik aynası sisli kaldırım rafından taşınırdı bir sıçrayışta sadağı yakalayabilmek geri getirilemeyecek zamana kardeş olmaktı kalbe sürülen macunda mum rikkati hissedilir yontu beste bir mevsim ister bu sabah sabah ki,güneşi çırpınmayan çöllerin fitili ateşlenmiş kum tanecikleriyle taclanması.. kura çekiyordu aynalar nöbet tuttukları soluk avuçlarında istemedikleri ablukada gelen misafirlerin seslerine kulak verirken hissediyorlardı varlığı tadabilmekti yansıyan talihte yıpranmış takasta yalaz gözler pusula müşterisi beklerdi ancak göz,aynadan kovulduğu gün kalp hançeresi bir çentik atmıştı deprem,aynadaki keşkül’e de zarar verir miydi? adımlar ve adamlar,bunu konuşuyorlardı. Gürsel ÇOPUR |
bakabilse ne görürdü ki...