çığlıkbakmayın yeşil yeşil göz süzdüğüne denizin ve bu sıcakta ılık esen imbata n’olur... artık yorgun ruhlar asmayın! bakmayın... gece yarısına kadar mecbur şu otobüsler bu feribot mecbur ağzına dek.../ karşıyaka-göztepe; taşı babam taşı/ babadan-atadan kalma yüzlerce huy/ ve binlerce karakter sıcak boyoz/ katı yumurta pişmeye mecbur mecbur.../ çocuğun ihtiyacı var/ onlar; dama benzer evlerinde inanır mısınız?../ tam on kişiler. şu karşıki dağlar mecbur tarihi sinesinde tutmaya yutmaya mecbur bu deniz/ fısıldanan onca sırrı kendine kıyısı olan balıkçı lokantalarında... kirli elleri mahkum/ balık tutacak.../ zira evde çoluk çocuk zeytin-ekmek bekler; niye mi? ona bir kere "sen balıkçı olacaksın" demiş bir yol çok bilmiş kader. bakmayın/ bir sevda var yüreğimde ağır mı ağır.../ şehrime utancım büyük de bu şehir çaresine felaket sağır/ bekledi... hem hâlâ yok bekler... / bitmedi ki içinde ümit yâr çıkıp da gelecek; kocaman gövdesinin içinde birikmiş tonla keder. yani.../ mecbur bu şehir gık demeden taşımaya olmasa/ vallahi ha çöktü ha çöker! bakmayın/ şu modası geçmez şarkılar bu parlaklığı üzer güze boyar yaz gecelerinin yüzünü o gam güfteler hem bu şehrin masum ışıklarından utanır benim gibi günahkarların gözlerindeki fer/ ve an gelir ki bir balığın ferli sırtından kayıverir yüzyıllar boyunca demlenmiş bütün kederler bakmayın... n’olur siz bu şehrin kusuruna bakmayın o/ tarihten silinmek için epeydir bir kadının bağrından kopacak şu zayıf çığlığı bekler. JD |