SILAYA DÖNÜŞ
Onunda ayrıldım ana vatandan
Daha gözlerimde ıslak bellidir On dördünde çile çektim tarladan Bugün de anarım yaşım ellidir... Elim yumak yumak yüzüm hoş imiş Anlatmış rahmetlik yetmişlik ninem Boyum bir karışken yanım boş imiş Daha dün öğrendim sağır emmiden... Sonra zaman ip çektirdi yakada Dizlerimde urlar, gönlüm benlidir Her yarama tutturulmuş yamada Ürkek nakışlarım hâlâ nemlidir Yıllar ekmek, yıllar katık önümde Bin şafak, bin akşam, ağıt bellidir Emanet urbamın tuzlu gönlünde Son bahar, ilkbahar, allı tellidir... Kurumuş çöl müsün, yosun tarla mı? Bir kalbe bir beyne sıçrayan çamur Katıksız düş müsün, cıvık hülya mı? İçimi kaynatıp yoğuran hamur... Anılar, perdemi incecik delmiş Canlı cansız terk edince çorağı Her gonkta Papatya, Nevruz bitermiş Yoruldu gözlerim görmez ırağı Göğsüme çaktığım çelik çivinin Dibinde bahçeler yaprağın dökmüş Benimle askerden gelen Ahmet’in Yanındaki öksüz boynunu bükmüş... Çek sıla, çek anı, sürü, geleyim Acı poyraz salgın deniz, kara kış İsimsiz yavuklum gönül dileğim Boynuma taktığım yaftada nakış Kündele ayağım yolda kalayım İhanete bedel olsun kaçtıysa Kara yazgı seni yere çalayım Gözlerime pusan, sisse duyguysa... Sonu gelmez rüyalara dalmışım Ürkek zamanlarda sahte mevsimde Kendimi kaybedip sonra bulmuşum Kırık aynalarda yırtık resimde Kış geçti, yaz geçti, son bahar geçti Boynumda takılı yağlı bir ilmek Beynimi saatler su gibi içti Ne işe yaradı yıllarca sinmek... İki gözüm kapım çal da gidelim Hâlâ beklemekte sevda burağı Cânânı canıma salda gidelim Ayaklarım bilmez artık durağı |