EFSANE…
Kurşunun yarışmaktan utandı
Hedefe ulaşmakta sabırsızlanan Sadakta ki okların Nöbet değişiminde Avazı dağların yankısında pusuya yattığı yerlerde Yel yorgun Gül solgun Bülbül bitkin dururken Sonsözü söylemeden… Güneş, izin almadan çekip giderken Veda etmeden güne Söylem olarak kalmak bir tek Kulakta küpe Bellekte uhde olarak… Her şey yorulurken yorulmadan Yakmak kendini Bitmişin gözbebeğinde Darağaçları asmakla Tüketirken günahlı kulları Kaybolan yıllarda tüten Harabe bacalardan İz olmak Kaybolan gözyaşlarında Sevgiye tutsak… Dallar yeter artık deyip İsyan edercesine yaradılışa Salarken kendini arzın rahmetli kucağına Usanmışçasına görevinden… Yeni bir uğraş Çılgın bir sıçrayış aramadan Kimi Kimsesi olmayan gecelerde… Yollar, pabucu yarımlardan Vadiler, yetim ıslıklarından kırgın Derman ararken; Son ağıtını yakmak için Kaybolan düne Yepyeni bir günde Yepyeni bir başlangıç bulmaya didinirken Heveslenen Kuş konmaz ot bitmez çöllerde Ne varsa beklerdi âlemde Kuru dudaklarındaki çatlaklara merhem Yılgın ayaklarındaki takatsizliğe ilham olup Alıp götürür diye… Tarihi onla başlatıp Varsa var Yoksa yok oluşuyla avunurken Ayak vuruşlarında yer küre Kafa atışlarında dünyanın titrediğini Yürürse her şeyin yürüdüğü Konuşunca duyan kulakların sağır olduğunu Cesaretin, sahavetin hepsinin onda Açarsa çıkını he şey sevindiğini bilmek. Serçe kuşları, ibibikler Sürüngenler… Kurmuşken saltanatını Atlas sadrımın ortasına Farkına varmak gerekirmiş Her sabah gün doğup batsa da Gece tüm süflileri bile bağrına bassada Her yolun bir başı bir sonu varmış… İnsan suretinde yaratık olmaktan başka Eşrefi mahlûkata Namzet olmaya değer Kendinden başkası için, Ocak başlarında anlatılıp dinlenilen Efsane Hayattayken; Eşelenen topraktan çıkması beklenen kahraman Yoksul ekmeğine katık Memattayken; Sevgilinin kucağında uyuyup Saltanat sürmekmiş Aslolan meğer… 03.03.216 Abdurrahim KÜÇÜK |