Bu kaçıncı Ayrılık ?!..
Zifiri karanlıkta düştüm arzın kıskacına
Yeni soluk alıp verme çabalarım Unutturmamalı yalnızlığı. Etrafımda sevinçle karışık çığlık nöbetleri. Oynatarak ellerimi, ayaklarımı, çırpınmalıyım Aldırmadan, aldırış etmeden onca sese Anlamsız sözcüklere… Gemini kıran küheylanlar toz duman ederken ortalığı Kimselerin çekinmeden söyleyemediği türküler söylemeliyim. Şarkılar, naatlar kasideler… Kendime özgü kelimeler bularak, Yeni lisanıhâl dilimle konuşabileceğim. Koparken körpe yüreğimde vaveylalar, Haber vermek için gelişimi, Tenha kimsesiz virane köşelerde habersiz Yüceler yücesi Hâlık’ın inişli çıkışlı kullarına. Çıkışın mahlûkatın erişmeyeceği atlas sedirler İnişin alçalışın son noktası olduğunu. Gözlerimi açıp açmama karasızlığına bırakıp, Tüm cesaretimi toplamalıyım. Küçük yalnızlıkları ardıma alıp koca yalnızlıklara, Henüz ırgatların bile keşfedemediği yeni yollar bulmalıyım. Avans vermeden kimsenin kuruntusuna, Geceleri kışlık erzak gibi saklarken, Rutubetli gizli köşelerinde kilerin, Âdem’in hamurundan yapılmış küplerde. Suluğuma sarılmadan hasret çeker gibi, Güç almak, öç almak için yeni düştüğüm hayattan, Sarp kayalara tırmanarak bir sincap edasıyla, Girdiğim kimli, kimsiz bostanlarda, Hevese tutsak ellerim ve ayaklarımın küçüklüğü, Küçük düşürmesin beni. Çırpınışlarım, meydan okuyuşlarımın ilk işaretleri değil. Dizginleri elden bıraktığım sanılmasın. Yılları nasıl yalnız bıraktığımı göstermeliyim. Mahpus günlerinin intikamını almalıyım bir bir, İçerde geçirdiğim. Mesafelerin uzaklığı hiçbir zaman daha uzak olamaz, Gönül uzaklıklarından. Hangi mevsim eserse essin rüzgâr, İlkbahar yaprakları, fazla direnmemeli önünde. Ekmek çalınsa da ırgatın midesiyle, O farkına varmadan, Hâlâ eskimez insanî düşüncelerle, Savrulurken hayatın bulvarlarında, Marabaların cami önlerindeki muammalı halleri, Zehirlenmiş mahalle ’muzurlar’ı gibi, Okunmaya çalışılırken elleri arasındaki iki çukur halkada Devasız derdin pençesinde çırpınan baykuşlar, Derdinin gözlerini kamaştıran güneşten ibaret olduğu zannıyla Atmamalı kendini karanlık dehlizlere Çoban azıksız, yetim katıksız kalırken... Ayaklarım geçerken eşkiyânın kurdu pusuyu yararak, Geçit vermez dağların büyüsü bozulup, Bir balyoz gibi inerken zorbanın şah damarına; Dikenler gülün etrafında yeniden devinmeli, Düş kurmak için. Yeni bir düş… Yeni bir dünyayı gölge gibi alıp ardına salınmalı Servi söğütler... Mehtaba kafa tutan buğulu gözlerin büyüsü, Gecenin iki yakasını bir araya getirerek dağılmasın diye, Sıyrılmak için arasından dünü sırtlayarak, Koşarken kaçırmamak, Uzun ve uzak hedefleri. Kösteklere aldırmadan Yıkarak bentlerini. Kendilerini dahi sanan mimarlar, Önünü kesmek, engel olmak muhayyilelerine dalarken, Güneş nasıl söz dinlemez, Nasıl boyun eğmezse koca çınarlar serseri yellere, Yüceliğinden taviz vermeyen dağlar, Düzlükleri nasıl serinletirse, Kurumuş dudakları ırmakların ağustos sıcağında… Kimi çok, kimi yok yemekten düşerken hastane yollarına , Kollarımı açarak uçmalıyıyım kurtulmak için yangından, Yarınıma el koyan korsanlar yaklaşmadan menzilime. Fikrim kabul etmezse alçak dağların zorbalığını, Kafa atmalıyım can damarına, Öteleyerek önüme gelenleri, Yıllanmış suskunluğunu bozan volkanik lavlar gibi Sünerek kaçışların ardından… Mektepler vesile olunca ayrılıklara Aldıramadan dökülen incilere gözlerimden Anladım dargınlığımı. İsyanım; Ne tüm güzellikler içinde beyaz bir kelebeğin, Kokuşmuş insan sülietlerinin kirini temizleme çabaları Ne derebeylik kurma sevdaları Kavgamız, toprağın suya karışması İlk ruh üflenişiyle başladı. Bir lokma ekmek, bir katre su uğruna Dost düşman ayırt etmeden Süzülüşüyle nazlı, niyazlı… Kaçışların yakalamak olduğunu anladım vedadan. Arkası gelmeyen ayrılıklar önünde. Çiçeğin dikine hasreti, Kuş konmaz kervan geçmez bozkırların, Yüreğinin en kuytu yerlerinde beslediği billur sesli kekliklerin, Ayrılıkları geldi aklıma. Nöbet değişimi zamanı geri almış. Varışı olmayan kaçışlar bekleyişlere Kapı aralarken ecel… Kalbimi sahta bir dost edasıyla mavzer kurşunu, Delerken en ince, en hassas yerinden, Mevsimlerin son baharda kararlı yürek çarpıntıları, Olağan yaşamları vururken acımasızca sert kayalara, Uyanırken kainat derin uykusundan Yırtarak gaflet perdelerini, Boyacı, simitçi, supyanlar, Ayaklarının altındaki devinime aldırmadan. Yarışırken toy atlar çatlarcasına kulvarlarda Yediği iki lokma ekmeğin bedelini ödemek için, Önü ve arkası kabarık hesapları. Bir veda yaprağı daha düşer takvimden Göğün ve yerin anlaşması seherde, Ateşlerken ümit fitilini, Nasırıyla güçlenen minik ellerim, Yeniden dönerken ürkek ve titrek günlerine, Dağınık saçlarıma aldırmayan eşiğim, İçinden çıkmadan haydi dön! Diyen döşeğim, İki ayak üzerinde milli kahraman edasıyla, Zafer turları attığım dar sokaklar, Alışamadılar dört ayaklı yıllara dönüşüme. Hazır değiller… Koynumda büyüttüğün yılların küskünlüğü, Hesabını yaparken, Bağrımda yeşeren acı güllerin kulak çatlatan naraları, Alçalınca, Vasiyetimi yazarak arı vızıltısıyla, Ağlamaya mecali kalmayan, Meltem rüzgârlarına son isyan hazırlığında başım. Üflesen sönecek fener gibi duran gözlerimin üstüne çivili kirpiklerin Suskunluğu kalacak hatırda, Yüreğimde kalmışsa hala sayma cesareti, Konuş Ey gözlerim! Bu kaçıncı ayrılık?!.. 03.09.2009 |