Kuğusuz Göller Müsameresibeni eze eze terketme iki muazzam jilet gibi, sinsice kesti dudaklarımız doğanın bilincini. vücudunun merdivenlerinde böbrek taşını düşürmüş bir prensim ben. tam on ikiden kaçıyorum. birazdan bir fahişeye dönüşecek altımdaki atları mutsuz araba. kulağım sağır. ayaklarım yollara büyük geliyor. kundela, hep kan ile kundaklandın sen. bir ihanet öyküsü olup dolaştı adım bu şehri. gözleri ağlamaktan çatlamış, dudakları bükmekten kurumuş bir kelebeğin rüzgara karşı uçusunda direndim sendeki gülün dikenine. havalar bize soğuk. ihanetin gözleri serin. al benden bir ev yap kimsesizliğine. bedenine sığmayan kalbinin ısınabileceği bir ev. ama beni unut. gece yarısı on ikiden sonra, hayallerimle değneği arasına sıkışmış perimle yattım ben. yastığında eski sevgili çukuru. kendisini terk eden sevgilisini bulmak için elindeki bir tutam saçla morgları dolaşacak kadar DNA tutkunu… ağır ağır kulaklarımıza doluyor okunan her sela. seni terk eden herkesin ölmesini isterdin sen Kundela. ister cesur ve güzel ister fakir ama gururlu. “elbet yıkılır bir akşamüstü aramızdaki sefaletin duvarı. toprağın yine toprağıma karışır. rakıya su yerine gözlerinin karışması gibi. acıklı, birbirimize koşarız. sen kapitalist sevda ben komünist sevda. cumhuriyet olacağız biz seninle inan! üzülme. incinme. yeter ki küfretme pencerelere Kundela.” diyemeden, çok geçerli bir sebepmiş gibi dilimi kesti keskin bakışların. çünkü sen de biliyorsun; yalnızlığa ilk ayak basan astronotun bıraktığı izleri takip ederek, hiçbir masaldan sağ-salim çıkılmaz. çünkü sen de biliyorsun; cumhuriyetler ihaneti kaldırmaz! “gözlerine bakayım son bir kez” dedin ellerim yüzünde titredi ıskalanan bir sohbet geyiği gibi. “artık gözlerim yok ” dedim “vurdular onları bir akşamüstü.” |