5
Yorum
0
Beğeni
5,0
Puan
1395
Okunma

Pervanenin kuşandığı kılıçmış gözlerinden yükselen niran.
Bir sonraki son ana bıraktığı ten yangını bir tebessüm onunki.
Yazgıya düğümlü tavafını, kızıl bir kül olarak tamamladı o can.
Bir can, ancak bu kadar gölgesiyle sarınan Kâbe’yi,
Ancak bu kadar,
Telaşlı bir inleyişle fısıldar rüzgâra ve
Kuru bir kül yangınında can çekişen duasıyla kutsar…
Sorulmuyor, içi kan dışı mavi bir ses olan rahmetin,
Neden şafak rengi bulutlardan süzüldüğü…
Bir kamçı ki yazgının saltanatında,
Bir diyar ki piramitlerin görünmeyen kanlı cenahında…
Demedim mi, kervanın gövdesine dolanan
Ölümcül kuşağın merhamet doğurup kan kusturacağını..
Karanlık gecenin eteklerinde ‘ahı’mı bile çınlatan
Bir kâtibin yattığını…
Kuyulara bürünürüm hisarımı yıksa bir aşk ne zaman
Ölüme görünürüm rüyalarımı sarınca
dağların duvağında açan sarımtırak hazan.
Ah hasretin kokusunu sürünmüş narin dalgalar ah!
Akşamda nihayetin inkılâbıyla sabaha erişemeyen
Korkularım ah…
5.0
100% (3)