Linç ve Linç Ürünleri Enstitüsü
Bir sukut-u ezan ânı inerken kutsal kitaplar
ölmüştü bile o çelimsiz o büyüttüğüm son peygamber. Bense bu ceseti zamansızca, günah gibi kutsanmış o etimde sakladım. Alnının ortasına sessizlikten sıkılmış bir kurşun gibi ilerlerken dudaklarım tüm olay mahalleri ve orada yaşanan her şey şizofren bir ruhun kendiyle olan diyaloglarındaydı. Zaman hiç gelmeyecek olan vapurun kötü bir ruh gibi ozan tabakasını delen kötü bir kadın gibi cazı delen o cansız, o simsiyah dumanındaydı. Griye bulanmış o senfonik o yaşlı ağıtda Melek ne lezzetli ne kutsal ne de ummandı. Özgürlük diyip köpek gibi ağlarken o eylem gecesi kurtuluş; medeniyetten kaçan kaçık büyücülerin, zihnimize yerleşip oluşturduğu yepyeni bir ırktaydı. Sen rakı masasında tüm organlarını metil alkole bağışlayıp sevap işlemiş olmanın saadetiyle ufka bakarken asıl sevap ameliyat masasında yatan toprağa son neşteri vuran doktorun zihninde, kendini ufka doğru asmış, sallanmaktaydı. Bir sedye üzerinde odasına çıkarılan: biraz deniz biraz serzeniş çiftleşmek için bir köprüye ihtiyaç duyan sargılı, iki kıtaydı. İyi niyeti bu halde getirense dostlarım; ruhu hararet yapınca yolda mahsur kalan ayva göbekli bir acıydı. O’nu fikrimize bağlayıp en yakın mutluluğa doğru çektik. Hatırlarsınız; o ân, o peygamberin cesedi hâlâ bagajımızdaydı. Allah’ın ilk emri gibi inerken "öl" kelimesi, mutluluk; sırtını en sosyalist ayete dayayıp ağlayan çocuğu susturmak için uzatılan mavi bir balondaydı. Mevsim Ağustos ve şimdi bir yılan edasıyla kendimi uçurumlara sürtüp sessizce mertebe değiştirirken, anamın beni güneşten önce doğuramaması kaderde meydana gelen teknik olduğu kadar küçük bir aksaklıktı. Oysa alnıma kazılı kaderim, ilgili bakanlıkça koruma altına alınacak ve yüzyıl sonra beni ziyarete gelecek olan peygamber sevgililerimin, beni anlayabilmeleri için yazılmış harikulade bir yazıttı. Bu son kadehi geçmiş yüzyılın üzerine devirmeden önce bile evden kaçamadığı için üzülen çocuklarla beraber, henüz beni düşürmeyi başaramamış anamın rahminde ceset akıtan göbek bağıma sarılıp bir yetişkin gibi dört nala ağladım. Ardından sırtımı inancıma dönüp, bu boşlukta ceset ceset melek izmaritleri topladım. Belki de, tüm olay mahalleri ve orada yaşanan her şey beynimin ortasında sevişen dinazorlar kadar büyük, onlar kadar korkunç bir şakaydı. Ama keskin bir yazı vardı çok keskin bir yazı alnımın ortasına kazılı: Zavallı peygamberler! İndirin tüm ellerinizi. Çünkü tanrının indirecek tek bir kitabı bile kalmadı. Son vapur terkederken bu boşluğu kaybettiğimiz o kitaplar o melekler.. Bana temas eden buydu. Mekansız bir berduşt gibi yüreklerimizde dolaşan Eros, aştan sonra, ayrılığı buldu. |