cânâiçli figanlar sindi gittin de, mâverâma parçalar yüreğimi elemin toynakları hiç bir merhem kâr etmez köz olduğun yarama örseler seni diye sitemin sağnakları sükutun ocağında için için yanarak eriyerek bulurken gam tandırında mânâ içime akıyorum, anlıyor musun cânâ! hücrelerim hep dil dil “dönsen!” diye yakarır hissetmez mi yüreğin dinmeyen çığlığımı düştüğüm bütün yollar beni sana çıkarır baş ağrısı bilsen de canına varlığımı minicik bir umuda dört elle tutunarak yoluna koyulmaktan etmez diye imtina yoluma çıkıyorum, anlıyor musun cânâ! gecelerin koynunda değişmez meyim, sızın kalemim dert ortağı, şiirim liman olur içimde ürpertiler şaha kalkar ansızın adını mısralara yazan elim tutulur; âhımla harf tutuşur, sen yanarsın sanarak ismin dilimde zikir, yüreğimde fırtına yazmaktan korkuyorum, anlıyor musun cânâ! söz dinlemez ne dilim, ne yüreğim, ne aklım hayallerle savrulur, efkâr ile sızarım açılır da giz bohçam, dökülür gizlin, saklım diye anılarıma sır mezarlar kazarım yine de kuş uykusu kâbusuna banarak leyl’in depremlerini edinerek âşinâ kan ter’le kalkıyorum, anlıyor musun cânâ! yaşamam huzuruna etmesin gölge diye mevt yeline sunarım her nefeste kendimi tebessümün olunca son nefesimde gaye bir darbeyle ansızın yıksa ömür bendimi el sallar, gülümsersin diye umutlanarak yumarak gözlerimi hasret çölü cihana ecele bakıyorum, anlıyor musun cânâ! yusuf’um, kuyularda buldum akıbetimi sükûtun çığlığımın yolunu kesen ateş bir kader açmazında öderken diyetimi kundaklarım kendimi; cehennem nârına eş görürsen ürperirsin diye evhamlanarak sürgününde yanmayı kahır bilsem de cana külümü yakıyorum, anlıyor musun cânâ! |