5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2325
Okunma
Hal bilmezi sevene “kalb-i nâlan” demişler,
Cefâkâr, bîvefâ’ya “nazlı cânan” demişler.
“Sevdâ” demiş çekenler bu çilenin adına,
Yüreğin sızısına “aşk’a bürhân” demişler.
Yudum yudum içmişler hasretin kadehinden,
O baldıran zehrine “bâde-i cân” demişler.
Gözler uykuya hasret, yüreklerse bî huzur,
Bir vuslat hayâline “kutlu zaman” demişler.
Dil vurgunu yemişler kalbin tam ortasından,
Sitemkâr olmamışlar, sabr’a “liman” demişler.
Bir selâmı gelirse yâhut da bir sitemi,
Hatırlanmak o katta “düğün, seyran” demişler.
Mâşuk’a naz yaraşır, işve yaraşır yâr’e,
Âşık’a sabır gerek “budur ferman” demişler.
Yorgun düşmüş âşık’ın özlemle çarpan kalbi,
Aşk’la yorulan kalbe “vuslat, derman” demişler.
Eğer visâl olmadan duruverirse kalbin,
Karşılarlar cennette “hûri, gılman” demişler.
Yûsuf “iki cihanda arzum züleyhâ” demiş,
“O’nu sana lütfetsin yüce mevlâ’n” demişler.
Kalbi nâlan: inleyen kalp, inleyici
Bî vefâ: vefâsız, hayırsız.
Bürhan: işaret, delil
Bâde-i cân: can yudumu, can sunan içki
Bî huzur: huzurdan mahrum,
İşve: güzelin gönül fetheden, gönül aldatan eda’sı.
Mâşuk: sevgili, sevilen
Vuslat: buluşma
Visâl: kavuşma,
Hûri: mümin erkeklere eş olarak yaratılmış
genç ve güzel cennet kadınları
Gılman: müminlere hizmet için yaratılan genç erkekler