YENİ CAMİ
Yeni Cami etrafında uçuşan neşeli kuşlar,
Yağmur gibi yağıyordu yere süzülerek, Zikrediyorlardı Allah’ı taneleri bir bir toplayarak, Kendilerine bir yudum sevgi vereni unutmayarak. Her kim ne verirse; ona koşuyorlardı, Atılanı zehir olsa da havada kapıyorlardı. Onların şeytanlığı hiç yoktu kitaplarında, Sevgi çiçekleri taşıyorlardı kanatlarında. Caminin basamaklarına oturan insanlar, Hep geçmişin hayalini kurup durdular. Çocuklar yaklaşmaz olmuş, ana babaya, Çoğunda ne bir ar kalmış, ne de bir hayâ. Tarihi caminin etrafına toplanan üç beş ihtiyar, Mâzinin kalıntısıyla etrafa şöyle bir baktılar. İhtiyarlar: “Burası yaşanmaz şehir olmuş” dediler, Derinden of çekmeleriyle ecdadın ruhunu sızlattılar. Yıkanın güvercinlerim, yıkanın ve serinleyin, Temizlik ve gusül nedir? Bilmeyenlere öğretin, Temiz olun, arı olun, ulu orta yere pislemeyin, Sizi sevgi elini uzatmayan canlıyı bile silmeyin. Tükürün! Denize ve yere tüküren şuursuz beyinlere, Tükürün! Aslını unutup da kardeşini küçümseyenlere, Tarihinden ders almayıp büklüm büklüm bükülenlere, Anne babasını hor görüp de onları hep küçültenlere… Haliç’in güzelim mavisini bozan kanalizasyonlar, Eminönü’ndeki insan yığınını duyarsızlaştırmıştı, Aman bana ne! Bana değmeyen yılan bin yaşasın, Neme lazımcılığı insanların ruhunu çoraklaştırmıştı. Bağrı yanık köprünün uzanan arabasız yolları, Size asla geçit vermiyordu, kalpsiz yaratıkları, Bil ki bu köprünün adı, Tarihi Galata Köprüsü, Yıllarca altında barınmıştı, balıklar sürüsü. Yanık köprü dedik de acaba neden yanık? Kendi dinç, diri olduğu halde bağrı yanık, Balık tutan balıkçıların, tutulan balıkların, Üzerinde bin bir ah çekenlerin bağrı yanık… İslam’ın olmadığı yerde, düşünceler mahkûm olur, Masum insanlar mahkûm sandalyesinde sanık olur. Ezan vakti yaklaşıyordu zaman hızla ilerledikçe, İhtiyarların sözleri, bitmek bilmiyordu dinledikçe. Camiyi ziyaret etmek isteyen ana diyor ki kızına: “Kızım sen açık saçık halinle giremezsin buraya.” Kızı annesinden sözü alıyor hoyratça ağzına: “Ayol anne anne! Sen hangi çağda yaşıyorsun? Bırak, geç bunları yobazlık mı taşıyorsun?” Yeni Cami’nin içi, dışı başka; sokaklar bambaşka, Size konuşan dil başka, kalbin dili ise bambaşka. Erdemli sözler, buharlaşıp uçuyordu kulaklardan, Kötü sözler, patır patır dökülüyordu dudaklardan. Vapurlar canla başla, seferlerine devam ediyordu, Sefere her kalkışında insanla dolup dolup taşıyordu. Ulu Cami diyor ki: “Gelin canlar bir ve diri olalım, Ayrılık tohumlarından sıyrılıp cemaat ile dolalım.” Ağustos/1992 Eminönü/İstanbul |
Masum insanlar da, sandalyesinde sanık olur.
Ezan vakti yaklaşıyor, zaman ilerledikçe,
İhtiyarların sözleri, bitmek bilmiyor dinledikçe.
KUTLARIM ÇOK GÜZEL BİR ÇALIŞMAYDI.
SAYGILARIMLA...