PİR’İN 71 GEÇİDİ
samsun 99
ne pir’e teslim ettim kendimi ne de pir teslim etti kendini pir’in gözlerinden bir bakış kaçırdım yüzünü görmek istemez aynalarım –görmek istenmeyen yüzlerine kendinde aynadan attığım apostrof kime? neden başım dönük pir’e, ruhumdaki bu eksiklik ne, kim de arıyorum pir’de bulamadıklarımı? II anla(t)malı pir’i oturup, pirle dolaşmalı gidilebilse yolları bir şeyler yapmalı… bir şeyler bir şeyler değil “pir” şeyler yapmalı bilirim, bir yerlerde pir şeyler söylenmekte oysa güzel kadınlara yazdım pir’den önce tüm şiirlerimi şimdi pir’e sesleniyorum ve yalnız pir’e yazıyorum çirkinliğini örten tüm güzelliklerine III utanmıyorum, onca güzelden bir pir’i sevdiğime bu yüzden çok kez aldattım, kandırdım pir’i hep utandım pir’den, pir’i sevdiğimden hala utanıyor muyum pir’den, pir’i sevdiğimden? oysa pir’i sevmemem değil neden gizlemem pir’i sevmemden… IV günler kapıma dayattı pir’i pir, genç omuzlarımda kamburlaştı bir labirentti anlamadım dediklerini alelade kağıtlara yazdım çirkinliklerimi örten güzellikleriyle pir’in gölgesinde raks eyledim V pir’in gördüğü bu melankolik adam kim? cilalanmış mutluluğunu taş duvarlarda parçalayan, kararsızlığın karar kıldığı noktada gölgesini arayan güneşle ansızın yüzleş örtünmeye çalışma, ince incir yaprağıyla unut utangaçlığı, dokun ve bu anı yaşamakla yetinme ama değiştirmek gibi bir iddian da olmasın VI yaşadığını sözcüklerden ister yarını daha şimdiden dün yeni biçimler, yeni iddialar peşinde otuz yıllık sokak fahişesine yeni bir bekaret kazandıracak becerebilecek mi? belki de hayat “toprakta sürünen sevimli bir hayvan” haline getirecek, sevimli ama zavallı bir hayvan… VII benden çok sokaktaki adama yakın pir birlikte sürüklenmekteyiz boşluğa artık pir’i ona bağlayan tek sevgi belki de tek hatıra yok oysa 24 saat aç kalmasına düşmüştü peşine aradığı hindistan cevizlerinin reçel tadını sanırım asla bulamadı pirde batan bir gemiden sahili aradı gözleri asla göremedi görgüleri alkışlar yalnızlığı tüm maharetiyle hissettirdi acı uğultular şekliyle her kış yaprakları, her yaz çiçekleri döküldü bilemedi, tanıdığı çok; dostu azdı dindar, hem de hiçbir kiliseye bağlı olmayacak kadar koyu bir dindar cennet-cehennem diye baktı kristof’un önüne amerikayı çıkaran kader onun önüne pir’i çıkardı pir’siz düşün(e)di istanbul’u VIII kader komedilerini yüzyıllardan beri ona saklamış toroslara tırmanmaya çalıştı cinler çelme taktı, yılanlar ısırdı nerelerden geçtiğini pir asla bilemedi ashab-ı kehf gibi uyuyordu batan bir güneş gibi gönlünü gurubun aydınlığı içinde sessizce bırakarak hep ama hep aynı sahneyi izledi değişen pir şey yoktu hep aynı pir şey, hep aynı… deli ibrahimden farkı ne pir şeyin o, inciyi balıklara atıyor, pir şey beyni ipler elinde ama aktör de, rejisör de olmak istemiyor hep aynı tanrıya secde ediyor düşünmemek için IX ne brahmanın parya ne de parya’nın Brahman olmaya hakkı var yıldızlara merdiven uzatan çıkmalı aynaya tahammülü olmayan değil pir olanı söyler dostum olması gerekeni değil, suç sende tekme ile uyanan it sahibini ısırır X kumsallar ezelden beri pir’i dinler okuyan kopar hayattan ve pir’den promete şeytansa, böyle şeytanlığa pir dünden ve tümden razı çöldeki kum tanecikleri gibi rüzgara darmadağan oldu pir pir’in son bakışları gözümden vurdu oysa saçlarına dokunamamıştım daha pir’in onun için yazılan şiirden bile haberi yok XI pir satıldı… satılacak ha para ile ha izdivaç ile izdivaç da bir alım satım değil mi? pir gerçeği anlamasın diye önüne oyuncaklar döküldü dans, eğlence, para ve şöhret… heykelin kalbi olmaz ki kime yazıyorum, kime söylüyorum bunları elimde pir’in adresi bile yok (doğru, intihar mektuplarının ve vasiyetnamelerin adresi olmaz) pir asla çektiklerimi bilemedi –bilemez– o ızdırabı yalnızca filmlerde görmüştür ya da kitaplarda… oysa ben yaşıyorum pirsizlik ölüm gibi –pir ettiklerim pir beğenmez olsa da– |
Saygılar Ahmet Bey.