fiyort
gerçeğin ansızın haykırması dalga dalga
şelalenin ve fıskiyenin küskünlüğü birbirine kandi halinde gidişi suların yatağına maria’nın üstündeki yıldızların çakıştığı yere kadar bir kış gününde minik kuşun karsız köşe araması tavan aralarında bilinmez zamanlarda durmuş saatlerin tozu gerçeğin tozu gerçeğin esintiye bağlı parlaklığı saat camının saydamlığı şelalenin şarkısı bütün ormanı ötüşüyle hayran bırakan kuş kuşun ışığı, rüzgarın rengi, tozun yoksulluğu yeşilin asılı duruşu denizlere ve gelecek günlere dağların dünyanın merkezinde yanan kökleri karanlığı beklerken siyah gölgeler dokurum kendime rüzgar en erkeksi haliyle dokunurken asmalara çöl, gece ve tüm bunlar yalnızlık demektir ay ışığında. uzun koridorlarındayım tanrıya çıkan labirentin roma kemerlerinden kanımı içiyorum yolumu bulamadan çürüyorum bir çarmıha aşık göğüslerinde denizin kuşattığı kaplan gözü renkli duvarlar düşsel bir yolculuğa özlem duyarlar gece boyunca bana açılan sağanak dudaklar örümcek ağı bakışlarının hasadıdır kemiklerime işleyen dalgalar parmaklarıyla dokunuyor gözkapaklarıma dibe vuruyorum gövdenin ırmaklarında paramparça yüz yüzeyin dokunsam yıkılacak taş yığınlarıyla geldiğim yeri bile arar oldum gün ışığında gölgemi olgunlaştırıyor köklerime yürüyen öğle güneşi adımı unuttumm duvardaki aynalara yüzümü tuttum yıldızlara el veren sarmaşıksın şimdi zehirli kurtarıcımsın labirenti çatlatan sen bir kartal yuvasısın kayalardan havalanan ben soğupu severim şiire düşman değildir ben onuda severim her çıkışın inişi vardır mum olmasa da olur aydınlığı yıldızlardan isterim yola çıkarım kendime bakmak için vakitli vakitsiz iyide nereye gider yurdunu yitiren mezarım ant içmiş çölde kaybolmaya yatırsam ayaklarımı falakaya büyük çanlarla vursam düş gücümün ötesindeki sözcüklerle buluşsam yıldızları mahrem yerlerine kapasam aşk insanın kendi bedeniyle söyleşmesi midir çetecilerin ateşi dağlarda yankılanırken.. |