2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1337
Okunma

gerçeğin ansızın haykırması dalga dalga
şelalenin ve fıskiyenin küskünlüğü birbirine
kandi halinde gidişi suların yatağına
maria’nın üstündeki yıldızların çakıştığı yere kadar
bir kış gününde minik kuşun karsız köşe araması
tavan aralarında bilinmez zamanlarda durmuş saatlerin tozu
gerçeğin tozu gerçeğin esintiye bağlı parlaklığı
saat camının saydamlığı şelalenin şarkısı
bütün ormanı ötüşüyle hayran bırakan kuş
kuşun ışığı, rüzgarın rengi, tozun yoksulluğu
yeşilin asılı duruşu denizlere ve gelecek günlere
dağların dünyanın merkezinde yanan kökleri
karanlığı beklerken siyah gölgeler dokurum kendime
rüzgar en erkeksi haliyle dokunurken asmalara
çöl, gece ve tüm bunlar yalnızlık demektir ay ışığında.
uzun koridorlarındayım tanrıya çıkan labirentin
roma kemerlerinden kanımı içiyorum
yolumu bulamadan çürüyorum bir çarmıha aşık göğüslerinde
denizin kuşattığı kaplan gözü renkli duvarlar
düşsel bir yolculuğa özlem duyarlar
gece boyunca bana açılan sağanak dudaklar
örümcek ağı bakışlarının hasadıdır kemiklerime işleyen
dalgalar parmaklarıyla dokunuyor gözkapaklarıma
dibe vuruyorum gövdenin ırmaklarında paramparça
yüz yüzeyin dokunsam yıkılacak taş yığınlarıyla
geldiğim yeri bile arar oldum gün ışığında
gölgemi olgunlaştırıyor köklerime yürüyen öğle güneşi
adımı unuttumm duvardaki aynalara yüzümü tuttum
yıldızlara el veren sarmaşıksın şimdi
zehirli kurtarıcımsın labirenti çatlatan
sen bir kartal yuvasısın kayalardan havalanan
ben soğupu severim şiire düşman değildir
ben onuda severim her çıkışın inişi vardır
mum olmasa da olur aydınlığı yıldızlardan isterim
yola çıkarım kendime bakmak için vakitli vakitsiz
iyide nereye gider yurdunu yitiren
mezarım ant içmiş çölde kaybolmaya
yatırsam ayaklarımı falakaya büyük çanlarla vursam
düş gücümün ötesindeki sözcüklerle buluşsam
yıldızları mahrem yerlerine kapasam
aşk insanın kendi bedeniyle söyleşmesi midir
çetecilerin ateşi dağlarda yankılanırken..