sefer
yağmur damlaları sızan yüzüm çöllerin düzlüğünde
yolculuğum oturma odalarının rahat koltuğuna kimseleri aranırım yok yalnız aynalar var gün biterken burada otursam ömür boyu yağmur güneş demeden insanları adımlama tehlikesi olmadan gölgemin üstünde belleğimin uzayıp giden duvarlarına yaslanarak bulutlar dağıldığında kendi oksijenimle paslanarak.. kimseleri aramam dudaklarında, kimseler yok an’ı dolarım belime an fırlatılmış bir ok elini dokunduğum ırmak gibi kaçarım avuçlarından karanlık, ışığın olmayışı mı dolanıp duran yüreğimde uzakta bir yıldız mı göz kırpan yeşil avlun ben burada gökyüzünü gözlüyorum sen bütün yıldızlarısın dünyanın çevresinde dönen kimseleri aramıyorum dalgaların oyduğu yazıtlarda beni arıyor birileri gecenin karanlığında.. ben soğuğu severim şiire düşman değildir ben onu da severim her çıkışın inişi vardır mum olmasa da olur aydınlığı yıldızlardan isterim yola çıkarım kendime bakmak için vakitli vakitsiz iyi de nereye gider yurdunu yitiren mezarım ant içmiş çölde kaybolmaya yatırsam ayaklarımı falakaya büyük çanlarla vursam düş gücümün ötesindeki sözcüklerle buluşsam yıldızları mahrem yerlerine kapasam aşk insanın kendi bedeniyle söyleşmesi midir çetecilerin ateşleri dağlarda yanarken.. ben karnına saplanan işlemeli hançer seni bir kin gibi ölüm gibi seviyorum yürüyorum/ yürüdüğüm dizeler sanki uyaksız gibi kendimi sırtımdaki bıçak izinden tanıyorum kayaların kökleri belleğime uzanıyor yanıyorum.. fiyort |