O işte...
Bir şekilde hayatıma sızarak bir şeyleri zamanla veya zamansız değiştirebileceğini kurgulayan ve kurgularında yanılan, yanılgılarını yine bir şekilde hata diye adlandırdığı soyut kavramlara bağlayan, uzaklaştıkça anlamlaşan, anlamlaştıkça büyüleyici cümleler sarf eden, dokunulmazlığın ortasında, imkânsızlığın ötesinde bile bir şeylerin mümkün olacağına beni inandıran, bütün olumsuzluklara rağmen ’hayatı umursamamak’ küstahlığını göstermekten aciz olmayan... Hakkımda bir şeyleri hiç bilmemesine rağmen uzaktan seyretmekle yetinen ancak; bir türlü bir anlam çıkaramayan, hiçbir anlam taşımamama rağmen hiç durmadan anlam yüklemeye çalışan, sadece anlamakla yetinmeyip, beni de anlamlaştıran, bana anlamlı olduğumu sandırtan, bütün bu bilinmeyenleri toplayıp bir kuyuya atsa kuşkusuz bir şekilde doldurup taşıracak olan, bildiklerim ile bilmediklerim arasında kaosa sürüklemekten başka bir şey yapmadığım, zamanla susuştuğum, susmakla yetindiğim, sıkıntısını üstünden atabilecek kadar da becerikli iken vaktini sadece düşünceleri ve karmaşaları ile geçiren, zaman ve mekan ayırmaksızın her an her saniye kilometrelerce uzaklıktan bile varlığını gölgem kadar yakın hissettirebilen, hiçbir şeyi tam anlamıyla yaşamamışken yaşamayı sevdirmeye yeltendiren, bana basit gelen ancak hiçbir şekilde basit olmayan eylemleri ezberleyen, kendimi açığa vurmaktan korktuğum, içindeki yaşama tutkusu ile heyecan vaat eden, tavırları ile bu ruh halinin bir gün bana da bulaşabilir korkusu ile hayatımı alt üst edeceğinden tedirgin olduğum, tebessüm edişiyle sanki hayatıma dair bir şeyleri ipotekleyip alan... varlığımın hayatında nasıl bir getirisinin olup olmadığını hatta onun kafasında ki “Ben”in nasıl bir yer işgal ettiğini merak ettiğim..
O işte... |