0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
15
Okunma
Bir yerden sonra mesafe
haritalarla ölçülmüyor,
insanın kendi sesini
ne kadar geç duyduğuyla anlaşılıyor,
ben o gecikmelerden geçerek öğrendim uzağı.
Yola çıkmak dediğimiz şey
kapıdan çıkmakla başlamıyor,
içerde bir şeyin
yerini kaybetmesi gerekiyor önce,
adını koyamadığın bir ağırlığın
valizden önce omzuna asılması gibi.
Gittim,
ama gitmek fiilini kullanmadım kendim için,
çünkü ben daha çok
yer değiştiren bir suskunluktum,
aynı yüzü farklı aynalarda
yavaş yavaş silinen.
Her durak bir alışkanlığımı bıraktı bende,
bir ekmek tadı,
bir selam biçimi,
bir saatin akşamı nereye koyduğu,
ve ben bunları kayıp saymadım,
çünkü kaybolmak bazen
fazlalıktan kurtulmaktır.
Uzakta olmanın en zor yanı
yalnızlık değil,
yalnızlığın tanıdık olmaması,
konuştuğun kelimelerin
kendine bile yabancı durması,
ve senin o yabancılığa
adap öğrenmek zorunda kalman.
Bir yerde uzun süre kalmadım,
çünkü kalmak
kendini çoğaltmak gibi geliyordu bana,
oysa ben eksilerek
hafiflemeyi öğreniyordum,
her sabah aynada
biraz daha az tanıdık bir yüzle.
Bazı sabahlar
pencereyi açtığımda
hava bana ait değildi,
bazı akşamlar
karanlık erken geldi diye suçladım kendimi,
oysa her yer
kendi gecesini yanında taşıyormuş.
İnsan alıştığını sanıyor önce,
sonra fark ediyor ki
alışmak dediği şey
sadece dayanmakmış,
ve dayanmak,
bir gün mutlaka yoruluyor.
Kalabalıklar vardı,
ama ben hep
aralarındaki boşluklara baktım,
bir masada otururken
sandalyelerin susuşuna,
sorulmayan soruların
yer kapladığına.
Gurbet kelimesini ağzıma almadım,
çünkü kelimeler bazen
acıdan daha yüksek ses çıkarıyor,
ben ise daha çok
sessiz bir sızıdan söz ediyorum,
adını bilmeden taşınan.
Bir şey vardı içimde,
hep geriye dönmek istiyordu,
ama döneceği yer
artık sabit değildi,
her hatıra
yerinden oynamıştı biraz,
ben nereye baksam
orada kalmıştım.
Uzak olmak
her şeyi özlemek değilmiş,
bazı şeyleri
özleyemeyecek kadar değişmekmiş,
ve insanın bunu fark ettiğinde
bir süre aynaya bakamaması.
Yürüdüm çok,
ama varmak için değil,
ayaklarımın
beni terk etmediğinden emin olmak için,
çünkü bazı günler
beden bile
sahibini tanımıyor.
Her yeni yerde
bir önceki hâlimi
arkada bıraktım,
ama bu bir veda değildi,
daha çok
aynı yükü iki kez taşımamak için
yapılan sessiz bir anlaşma.
Yemekler vardı,
eller vardı,
bakışlar vardı,
ama ben hep
boş tabağın ortasına düşen
o kısa sessizliği sevdim,
insanın kendisiyle
baş başa kaldığı anı.
Zaman değişti sanıyor insan,
oysa değişen
onunla kurduğun ilişki,
bir yerde saatler seni kovalar,
bir yerde sen saatlerden kaçarsın,
ben ikisini de yaşadım.
Uzaklık arttıkça
sesim inceldi,
cümlelerim uzadı,
çünkü kısa konuşmak
kendine güven ister,
ben ise hâlâ
yerimi tartıyordum.
Bir gün fark ettim,
artık kimseye
nereden geldiğimi anlatmıyordum,
çünkü geldiğim yer
sabit bir nokta olmaktan çıkmıştı,
ben de bunu
açıklamak istemedim.
Eşyalarım azaldı,
ama içim kalabalıklaştı,
her gidiş
bir dönüş ihtimalini
biraz daha silikleştirdi,
ve ben o silikliği
rahatlatıcı buldum.
Uzakta olmanın
beklenmedik bir merhameti var,
kimse senden
aynı kalmanı beklemiyor,
ve sen de
kendini savunmak zorunda kalmıyorsun,
bu büyük bir özgürlük.
Bazen durup düşündüm:
Eğer dönsem,
hangi hâlimle dönerdim,
hangi sesimle konuşurdum,
ve en çok da
hangi suskunluğum beni ele verirdi.
Artık biliyorum,
ben bir yere ait değilim,
ama bu bir yoksunluk değil,
daha çok
yer fazlalığından kurtulmak gibi,
dünyayı biraz daha hafif taşımak gibi.
Uzaklıkla barıştım,
ama sevdim diyemem,
bazı şeyler sevilmez,
sadece birlikte yürünür,
aynı gölgeye basmamaya çalışarak.
Şimdi bir yerdeyim,
ama bu cümle
yarın geçersiz olabilir,
ve bu beni korkutmuyor,
çünkü öğrendim:
İnsan bazen
ancak uzak kalarak
kendine yaklaşabiliyor.