0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
57
Okunma
Gözlerinin değdiği yerde
birikmiş ne kadar yara varsa topladım bu gece.
Kimse bilmez,
senin sustuğun anlarda dünya nasıl gürültüye boğulur,
ben bilirim.
Aklın bir rüzgâr gibi savrulurken uzaklara
ben, sende kalabalık bir yalnızlığa dönüştüm.
Dudaklarının kıyısında sakladığın
o kırık acıya dokundum,
sesinle büyüyen bir boşluktum ben.
Ne zaman içinden bir gölge geçse
benim kaderim kararıyordu.
Anlatamadığın her hikâyenin
gizli tanığıydım sanki,
bir gurbete küskün,
bir siteme mecbur…
Konuş…
Ne olur…
Bırak, kelimelerin
geceyi benden alıp götürsün.
Sesin,
çökmüş omuzlarıma yaslansın.
Sussan olmuyor,
konuşsan eksilmiyorum.
Yine de susma.
Ben gidemiyorum işte—
yol, adımımı tanımıyor artık.
Düştüğüm her çukurda
senin gölgenin izi var.
Kederinden süzülüp
kalbime düşen bir damla yaş gibi
sessizce büyüyen bir yangınım ben.
Biliyor musun?
Seninle yarım kalmak bile
tamamlanmaktan daha anlamlıydı.
Bir ağacın kurumuş dalında
tünemiş bir kuş gibiydim;
kanatlarım vardı ama
uçacak göğüm yoktu.
Yine de adını andığım her sefer
bir ışık düşer içime,
kimse görmez.
Görse de anlamaz zaten.
Seninle geçen bir saniyenin
ömrüme nasıl sığmadığını
kim anlatabilir ki?
Şimdi söyle yeter…
Bir hece bile yetiyor bana.
Sesinin gölgesine ilişsem
dünyayı unutacak kadar yorgunum.
Ama en çok da
sana dokunamayan hâlime kırgınım.
Gel, konuş…
Kelimelerimiz kırık dökük olsa da
biz tamamlarız birbirimizi.
Senin sessizliğine alışamadım,
suskunluğuna alışmak
ölüme alkış tutmak gibi çünkü.
Ve bil…
Gözlerin bir daha bana dönmese de
ben o bakışın bıraktığı izde
kendimi her gece yeniden buluyorum.
Sen hangi hikâyeye savrulursan savrul,
ben seni hep
gidemediğim bir yolun
ilk adımı gibi taşıyorum.
Kadir TURGUT