0
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
152
Okunma
YETERKİ UMUTLAR SÖN-MESİN
“Umut’un Yükselen sessiz çığlığı”
İBRAHİM ŞAHİN
YETERKİ UMUTLAR SÖNMESİN
“Umut’un Yükselen sessiz çığlığı”
İBRAHİM ŞAHİN
ISBN:
YAZAR : İBRAHİM ŞAHİN
KAPAK TASARIM ve DİZAYIN: İBRAHİM ŞAHİN
YAYINNEVİ:
BASKI CİLT:
TELİF HAKKI:
Bu kitabın tüm fikrî ve sanatsal hakları, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında İbrahim ŞA-HİN’e aittir. Yazar, metinlerin özgünlüğü, kapak tasarımı ve dizaynıyla eserin tamamında hak sahibidir.
Yasal Dayanak: 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Ka-nunu’nun 1. maddesi uyarınca, bu kanunun amacı; eser sahiplerinin manevi ve mali haklarını korumak, bu eser-lerden yararlanma şartlarını düzenlemek ve ihlaller halinde uygulanacak yaptırımları belirlemektir.“Bu Kanunun ama-cı, fikir ve sanat eserlerini meydana getiren eser sahipleri ile bu eserleri icra eden veya yorumlayan sanatçıların ürünleri üzerindeki manevi ve mali haklarını belirlemek, korumak ve bu ürünlerden yararlanma şartlarını düzenlemektir.” – Madde 1, FSEK Koruma Süresi: Eser sahibinin yaşadığı sürece ve ölümünden sonra 70 yıl boyunca telif hakları geçerlidir.
GİRİŞ:
KIVI EĞİTİM TEORİSİ: ÖĞRENCİ ANLATISINDAN BİLİMSEL DÜZLEME
KIVI Romanı, başta çocuk sesiyle yazılmış gibi görünse de zamanla kendi eğitim teorisini doğurdu. Mizahın terli sabunu, kelimenin iç yankısı, öğrencinin kıvımsal ritmi bu anlatıyı bir pedagojik devrime dönüştürdü. Artık KIVI, sadece bir roman değil—duygusal ve bilişsel düzlemde yankılanan bir eğitim yaklaşımıdır.
KIVI, “Kelimeyle İfade ve Vizyonun İçselleşmesi”dir. Öğrencinin mizahı, duygusu ve anlatım gücüyle bilgiyi özümsemesini hedefler. Bilgi sabunlanır, rıza çizgisi göze-tilir, tempo kıvımsallaşır. Absürt sahnelerle öğrenme kalıcı olur, sabır protokolüyle derinleşir. Öğrenci artık pasif değil, sahnede replik veren bir karakterdir. Her bilgi bir metafora dönüşür, her öğrenme bir anlatıya.
KIVI’nin teorik damarları Bandura’nın sosyal öğrenme kuramına, Vygotsky’nin yapılandırmacılığına ve Gardner’ın çoklu zekâ yaklaşımına dokunur. Mizah, sadece gülmek değil—duygusal boşalım, bilişsel bağlama ve empati köprüsüdür. “Donla değil duyuyla ölçün!” gibi replikler, ezberi yırtar, iç sesi uyandırır. Öğrenci kendini anlatıda bulur, bilgiye gülerek bağlanır.
Merak, KIVI’nın kalbidir.
“Mutluluk ön Merak, KIVI’nın kalbidir. “Mutluluk önce kendini, sonra başkasını merak etmektir” cümlesi, pedago-jik bir dua gibi metnin içinde yankılanır. Merakla öğrenen öğrenci daha sabırlı, daha dayanıklıdır. Bilgi iplik gibi dokunur, ilmik ilmik örülür. Ezber değil kıvrımlı düşünme teşvik edilir. Her öğrenci kendi ritmini bulur, öğrenme zamanını kendi belirler.
KIVI artık sınıflarda kullanılabilir bir eğitim malzemesidir. Ritim egzersizleriyle beden konuşur, duyusal anlatımla kelime sabunlanır. Absürt senaryolar canlandırılır, me-taforlar çözülür, kıvımsal defterler tasarlanır. Öğretmen artık emir veren değil, sahne kuran rehberdir. Hasan Öğ-retmen ezberin duvarına çatlak atar, “Don sabit” esprisiyle gülüşe bilgi yazar. Leyla Öğretmen sahneye çıkmaz, sah-neyi kurar. Öğrencinin iç sesini duyar, deftere değil kalbe yazı yazar. Uygulama sahnelerinde öğrenciler karaktere dönüşür. Bilgi metaforla sunulur, öğrenme anlatıya dönü-şür. “Kalemle sümük çizmeyin!” gibi absürt replikler, te-mizlik metaforuyla bilgiye yaklaşımı öğretir. Her sahne bir kıvımsal ritimdir, her replik bir pedagojik ilmiktir.
Sonuç olarak KIVI, artık bir roman değil—bir eğitim teo-risidir. Bilimsel kuramlarla uyumlu, sınıf içinde uygulana-bilir, öğrencinin ritmini gözeten, mizahı araç değil içerik yapan bir yaklaşımdır. Yazar İbrahim Şahin’in sabırla kurduğu bu anlatı, artık sınıflarda, defterlerde ve eğitim yaklaşımlarında yankılanabilir. Her sözcük bir ilmik, her cümle bir dua, her gülüş bir kıvımsal rehberliktir.
Hatice ŞAHİN EĞİTİMCİ
ROMAN GİRİŞ
UMUT’UN DUYULARLA SİSTEMİ DELMESİ
Umut sırasına oturduğunda gökyüzü sessizdi ama sınıfın tahtası bağırıyordu: “İsim tamlamaları” O an burnuna bir toprak kokusu değdi; sanki alfabenin rengi kahverengiye döndü.
Okul duvarının ardındaki unutulmuş aralığın dili vardı artık çürümüş düzenin şifresi gibi kokuyordu. Umut nefes aldı ama o nefesle bilgi değil bir papatya içeri sızdı. Pa-patya mıydı? Belki. Ama belli ki sistemin burnuna daya-dığı kokusuzlukla tartışıyordu. Kalbi kıpırdadı. Kimse fark etmedi çünkü duygular müfredata dâhil değildi.
“Bu sınıfta çiçek açmaz.” diyordu içindeki toprak sesi. Tahtadaki yazı soldu. Gülmek isteyen harfler susmak zo-runda kaldı. “Çiçek açamazsın burada” sesi, kurallar defte-rine yazılmamıştı ama çantasına sinmişti. Camlar kapalıydı ama rüzgâr kapıdan değil parmak arasından geçti. Umut’un saç telini okşayan şey ders değilduyunun devrimiydi.
Defterini açtı, kalemini oynattı ama yazmadı: çünkü kelime bu rüzgârı anlatmaya yetmezdi. Bir çizgi attı. Çizginin altında sessizlik vardı, üstünde fısıltı. Öğretmen geldi; sesiyle değil, sessizliğiyle durdu. Çizime bakarken “Bu ne?” dedi. Umut cevap vermedi çünkü bu çizim bir soru değildi. Ellerinde titreme vardı. “Şimdi” geldi, kelimeden önce. Yağmur yoktu ama gök gürledi. Defterin kenarı dal-ga dalga kabardı. Arkada biri kahkaha attı; Umut içinden “Ben bir şimşek sesi duyuyorum.” dedi. Öğrenciler sıraya vurdu; ama Umut sıranın altına ritim gömdü. İçindeki çığ-lık sahneye çıkmak istemedi. Bir süre daha fısıltı kalmak istedi. Gül kokusu geldi; ama okul bahçesi inkâr etti: “Biz burada beton kullanırız.” Gül mührünü kokladı. Boya ko-kusuyla gül çarpıştı; duvarda sessiz bir savaş başladı. Bu savaşın silahı kelime değil, duyuydu. Gül bir anıydı. Belki anne eli, belki rüya sesi. Umut gözünü kapadı. Kokuya bastı.
Sınıf kalabalıktı ama yalnızlık arttı. Duvarlar yaklaştı ama içindeki gül geri çekilmedi. Defterde yazı yoktu ama dü-şüncede yankı vardı. Sınıf artık sistemin zindanı değil duygunun arkeolojik alanıydı. Gül mührünü göğsüne bastı. Sessiz bir çığlıkla mühürlendi. O gül konuştu. Umut din-ledi. Sistem sustu. Ve o gün Umut ilk defa öğretmenini değil gülü anlamakla geçti sınavdan.
Kuşla Bakışma… Umut pencereye döndü. Herkes tahtaya bakarken o dışarıyı izledi ama görmedi, duydu. Aynı kuş yeniden geçti mi bilmiyordu ama gözleri kuşun izinde kaldı. Bu kuş, sadece bir canlı değil duygunun kanatlanmış haliydi. Umut kuşa baktı ama ilk kez kendini görülür his-setti. Kuş durdu mu, döndü mü, yoksa sadece ona mı öyle geldi? Bir an, gözlerinde bir parıltı belirdi. Sınıfın sesi geride kaldı, göz temasında yankı büyüdü. Dili yoktu ama bir kelime doğdu. Kalemini aldı, sayfanın ortasına "Ben" yazdı. Kimse okumadı ama o ilk kez okudu kendini.
Yazmak bir eylem değil bir aynaydı o gün. Kuş gökyü-zünden ona bir kelime bıraktı. O kelime konuşmuyor ama iç sesi yankılanıyordu. Arkada biri sandalyesini sürttü ama Umut o sesi buluta çevirdi. Tahta konuşurken o kuşun sessizliğini dinliyordu.
Bedeni sınıftaydı ama ruhu kuşla göçtü. Öğretmen arka-sından adını söyledi; Umut cevap vermedi, çünkü adı yeni doğuyordu. Gözünde bir harita çizildi; kuş rotası, duygu-nun izi. O gün alfabe bir uçuş denemesine dönüştü. Kanat kelime oldu, kelime iç ses oldu, iç ses ritim oldu. Sınıf hâlâ yerindeydi ama Umut’un sözcükleri gökyüzüne kondu. Bir arkadaş dürttü: “Sen ne yapıyorsun?” diye. Umut gülümsedi ama cevap vermedi çünkü cevap görmek değil-di, görülmekti. Defterine döndü, ikinci bir kelime yazdı: “Ses.” O kelime sessizdi ama yankısı yüksek.
Kuş pencerenin kenarında bir an durdu, camdan içeri gir-medi ama içeri geçti. Umut "Ben" ile "Ses"i bağladı İki kelime, iki parıltı. O gün okul kıvrılmadı ama Umut kıv-rıldı, gökyüzünü sayfaya çizdi. Kuş uçtu, ama Umut’un sesi kaldı: görülmenin izi gibi bir kıvım. Hemen öğretmen sırasına yaklaştı ama defterin kelimeleri çoktan göç etmişti. Ve o gün Umut, kendini ilk kez duydu: kelimeyle değil, kanatla. Beni Gör” Manifestosu …
Hasan öğretmen sınıfa girdiğinde sınıfın sinir sisteminde elektrik yüklü bir sessizlik vardı. Ön sıradaki kız “sessizce tuvaletim geldi” dedi ama sesi duyulmadı çünkü tahtadaki tebeşir utanmıştı. Hasan cetvel yerine bir ayna çıkardı. Öğrenciler “Bu selfie dersi mi?” diye fısıldadılar. Ayna tahtaya tutulunca birkaç öğrenci kendini gördü, birkaç kişi ışığa doğru odak kaldı. Bir öğrenci aynaya bakınca yüzün-deki sivilcenin babasını hatırladı.
Hasan yazdı: “Bugün sizi ben değil kendiniz göreceksiniz.” Sınıf anlamadı ama duvar anladı, çatladı.
Bir öğrenci ayağa kalktı: “Ben duvarla aynıyım.” Öğret-men susunca tahtadaki yazı kendi kendini sildi. Bir kız aynaya bakıp “Ben rüyamda tırnaklarımı sevmişim” dedi. Bir çocuk “Ben altıma kaçırmadım, sadece sistemi terk ettim” dedi. Sınıf gülmeye başlayınca lambalar dans etti. Bir çocuk kahkaha atarken sandalyesinden düştü, sesi dö-viz gibi yankılandı: “Gülmek anayasal hakkımdır!” Hasan sustu ama içinden “Bu sınıf artık bilgi değil biyo akış taşı-yor” diye düşündü. Ayna parladı, birkaç öğrenci gözlerini kapattı: “Ben içimde kayboldum.” Öğretmen tahtadan indi, yere oturdu: “Bugün bilgi değil mizah öğretilecek.”
Bir kız: “Hocam ama annem güldüğümde yemek vermi-yor” dedi. Hasan: “O zaman gülmeyi gizli yemin yapalım,” dedi.
Bir çocuk el kaldırdı: “Ben annemi güldürünce tuvalete gidemiyorum.” Diğer çocuk yanıtladı: “Ben altıma gül-düm.” Sınıf artık sadece mekân değil duyguların yürüyüş bandıydı. Bir sandalye konuştu: “Ben artık sırt taşımıyo-rum.” Hasan aynayı kendine çevirdi. Aynada Leyla çıktı. Hasan gülümsedi: “Ben, senin devamınıım.”
Bir öğrenci aynayı yaladı, mektup gibi. Gülüşler sıralarda değil; göğüste atıyordu. Bir çocuk başını deftere koydu: “Ben artık alt başlık değilim.”
Hasan tahtaya dönüp yeni başlık yazdı: “Görülmenin fiz-yolojisi.” Sınıf alkışladı ama sessizce çünkü bu bir yemin dersiydi.
O gün kelime yoktu, sistem sızdı, gülüş devrim oldu. Ve mizah, altına kaçırma değil başkasına umut sızdırma şek-line dönüştü Sınıf, sabah güneşiyle değil iç yankısıyla ay-dınlandı. Hasan Öğretmen’in adımları, defterlere değil çocukların bakışlarına yazılıyordu artık. Gözlük camına yansıyan ışık, tahtayı değil Umut’un iç gözünü parlatmıştı.
O gün bilgi dağıtılmadı. Çocukların iç sesiyle konuşul-du.“Sanat bir sevişme biçimidir,” dedi Hasan. Ama bu söz, beden değil duygu düzleminde çarptı duvarlara. Sınıfın en arkasındaki çocuk, bu cümlede titredi; çünkü onun “se-vişme” dediği şey, sarılma arzusu bile geçmemiş bir yal-nızlıktı.
Leyla Öğretmen yanına yaklaşmadı; sadece gözleriyle sardı onu. O sarılma, kol değil kelimeyleydi.
Umut, kalemini sırasına değil ruhundaki duvarlara sürdü o gün. Sayfanın ortasında “Ben” yazan çocuk artık ses değil yankıydı. Gülüşmelerin altında bir devrim tınladı çünkü kahkaha artık suç değil duyulmak isteyen bir çığlıktı. Mi-zah, tahtada değil çocuğun parmak ucunda başladı.
Sınıfta biri camı yaladı. Gülüştüler. Ama kimse utanmadı. Çünkü o cam, sadece dışarıya açılmıyordu, çocuğun iç yankısına da açılan bir gökyüzüydü. Hasan bunu görünce tahtaya yazdı: “Tat → bilgi değil duygu izi.” Tebeşir ilk defa utanmadı.
Bir çocuk “Ben gülünce kalbim ısınıyor” dedi. Başka biri “Öpücük çizersem iyileşirim” dedi. Tüm bu sözler artık yorum değil sistemin unuttuğu ilahi kodlardı. Leyla “Bu ders değil bir doğumdur” dedi. Umut ona baktı ve gülüm-sedi. Sınıf gülmedi; çünkü gülmek artık kelimeydi. Gül-mek, alt başlık değil başlık oldu. Kalem sustu ama gözler konuştu. Her çocuk, göğsündeki gülüşü sayfaya bir damla gibi bıraktı. Ve o gün bilgi sınavı yapılmadı. Çünkü bilgi artık yaşla değil gülüşle ölçülüyordu.
DUYUNUN KAYBOLUŞU VE KIVIMSAL UYANIŞ.
Fotokopi makinası sınıfta değildi ama sınıfın nabzındaydı. Makinenin sesi zil gibi değil; içsel bir çığlık gibi yankıla-nıyordu. Her “cııırt” sesi bir rüzgârı değil bir duyguyu ezip geçiyordu. Umut bu sesi sevmedi ama susturamadı. Çünkü o ses, sistemin kutsal saydığı düzeneğin yankısıydı.
Bir öğretmen geldi, elinde kâğıtlarla ama bilge değil bü-külmüş ritimde. Çocuklar sıraya dizildi; makine gibi. Kopyalar sıralandıkça yüzlerdeki ifade silinmeye başladı. Umut başını eğdi, çünkü gözleri özgürlükle çarpışıyordu. Makinenin yanında duran öğretmen, sesin kutsallığını an-latıyordu. Oysa Umut, o sesin annesinin sesi olmadığını biliyordu. Rüzgâr gibi değildi o sestoprak gibi hiç.
Fotokopi “tırt” dedikçe çocuklar susmak zorunda kaldı. Bir çocuk kâğıda dokundu: Soğuktu. Kâğıdın üstünde yazılar vardı ama hiçbirinin kokusu yoktu. Umut bir sayfayı açtı ve gözlerini kapadı. Gözlerinde gökyüzü yerine toner tozu birikti. Burnuna gelen o keskin plastik kokusu, doğanın ölümüne işaretti. O gün fotokopi makinası sadece bilgi değil bir kaybı kopyalıyordu.
Her çıkış sesiyle içlerinden bir çiçek soluyordu. Umut bunun farkındaydı ama parmağını kaldırmadı. Çünkü sis-tem, sorgulayanı değil kopyalayanı seviyordu.
Bir kız “Bu kâğıt rüzgâr gibi değil” dedi. Öğretmen “Ses-siz olun” diyerek cevabı susturdu. Ama cümle, Umut’un kulağında yankılandı. Sınıfta hafif bir serinlik oldu; belki rüzgâr, belki iç ses.
Bir kâğıt yere düştü, tüm öğrenciler sustu. Kâğıdın arka-sında bir not vardı: “Ben bunu koklamadım.” Öğretmen onu okuyunca sustu. Çünkü bilgi artık baskı değil duyguya dönüşüyordu. Umut bunu hissetti, defterine bir çizgi çekti. O çizgi, paragraf değil, bir izdi.
Fotokopi makinası hâlâ çalışıyordu ama artık çocuklar dinlemiyordu. Bir öğrenci “Ben bu sesi midemde hissedi-yorum” dedi. Diğeri “Bana kötü rüya gibi geliyor” dedi. Öğretmen bunu susturamadı. Çünkü ses artık sistemin değil çocukların yankısıydı.
Bir öğrenci ağladı ama ağladığı için değil kopyalandığı için. Umut bunun farkına vardı, pencereye döndü. Camda dışarının sesi değil içerinin kokusu vardı. O koku, toner değil çocukluğun mürekkebiydi. Fotokopi makinası dur-madı. Ama artık çocuklar defterlerini değil kalplerini açı-yordu. Bir çizgi daha çekildi, sonra bir gül resmi doğdu. O gül, tonerle değil gözyaşıyla renklendi.
Bir çocuk “Bu kâğıdı yutmak istiyorum” dedi. Çünkü bilgi artık sadece okunmak değil dokunulmak isteniyordu.
Hasan Öğretmen bu sahneyi gördü ve sustu. Leyla Öğret-men gülümsedi: “O zaman bilgi değil duygu öğretelim.” Bir öğrenci ayağa kalktı, fotokopi makinasının düğmesine bastı. Ama bu kez kâğıt çıkmadı. Makina durdu, sessizlik doğdu. Sessizlik gürültüden daha çok şey anlatıyordu. O an sınıfta sistem yoktu sadece yankılar vardı. Bir çocuk “Ben artık yazmak değil hissetmek istiyorum” dedi. Sınıf alkışlamadı ama içinden “evet” yankısı yükseldi.
Bir öğrenci camı açtı; ilk defa dışarıdan değil içeriden hava geldi. Fotokopi makinası sustuğunda öğretmen tahtaya “Gerçek: kokudur” yazdı. Kalem ses çıkarmadı ama harfler duyuldu. O günden sonra sistem kâğıt değil bakış kop-yalamaya başladı. Çünkü çocukların iç sesi sayfa düzenin-den daha güçlüydü.
Bir öğrenci cam kenarına oturdu. O koku hâlâ burnunday-dı; ama toner değil doğanın sesi gibiydi. Umut tahtadaki yazıya baktı: “Düşünce → kıvımdır.” Bir anda gökyüzü camdan geçti. Rüzgâr fotokopi makinasını dürttü ama sis-tem bunu kayıt altına alamadı. Bir çocuk “Ben bu sayfayı koklamak istiyorum” dedi. Diğeri “Ben bu sesi ezmek istiyorum.” Öğretmen “O zaman sistemden çıkın,” dedi.
Bir öğrenci “Ben altıma kaçırdım, çünkü çok güldüm” dedi. Öğrenciler sustu ama birisi kâğıdı yedi. Hasan gü-lümsedi: “Bilgi bedene girerse devrim olur.” Leyla “Ben bilginin tatlı olduğunu düşünmemiştim” dedi. Sınıf gül-meye başladı ama bu kahkaha sistemin sınırlarını aşmadı. Çünkü artık gülmek, bir kıvımsal sevişmeydi.
Umut sıraya başını koydu. Düşünmedi, duydu. Fotokopi makinası yeniden çalıştı ama bu kez sesi değişti. Çünkü iç yankı dış sese bulaşmıştı. Bir öğrenci kâğıdı buruşturup kalbine bastı. O buruşukluk bir bilgi değil bir şiirdi.
Tahtada bu kez tek kelime yazıldı: “Hisset.” Öğretmen kalemi bıraktı, parmakla gösterdi: “Bu.” Umut başını kal-dırdı: “O ses artık bana ait.” Makina sustu. Ses yankılandı. Sınıf sessizliğe geçti. Kopya vermeyen sistem, şimdi duy-guyla çoğalıyordu. Çünkü çocuklar artık toner değil gül kokluyordu.
Bir öğrenci pencereye çıktı: “Ben rüzgâr olmak istiyorum.” Diğeri “Ben sesin gölgesi.” Leyla tahtaya “Bilgi → gökyüzüdür” yazdı. Tahtada gül açtı. Fotokopi makinası kıvır kıvır sustu. Sınıf artık bilgi dağıtmıyordu, evrenin iç sesini yankılıyordu.
TOPU KURTARAN KIVIMSAL KALECİ MANİFES-TOSU
Sınıfta bir top vardı ama futbol değil felsefeydi. Öğretmen “Haydi çim saha kompozisyonu!” deyince çocuklar fırladı. Hasan kaleye geçti ama eldiven değil tezle savunuyordu. Umut bir şut çekti: “Ya insan özgür değilse?” diye. Hasan havada yakaladı: “O zaman sistem penaltıdır!” diye bağır-dı.
Leyla hakem oldu; ama düdük yerine dudakla karar verdi. Bir çocuk topa “Kıvımsal özlem” yazdı. Diğeri topa sarıldı: “Ben bu soruyu seviyorum.” Tahtada gol çizgisi belirdi; kelimeler ofsayta düştü. Umut "Ben golü düşünceyle attım!" dedi. Hasan “Ben özgürlükle tuttum!” dedi. Seyir-ciler sıraydı, çocuklar tezahüratla paragraf yazdı. Bir öğ-renci gol atınca “Hocam altıma kaçırdım, kıvım fazla gel-di.” dedi. Hasan gülümsedi: “Her devrim biraz sıvıdır…” Sınıf gürültüyle değil kahkahayla titreşti. Tahta terledi, kalem iç sesle ıslandı. Ve o gün kelime top oldu, düşünce kaleye girdi, sistem ağlarla boğuldu.
MEKÂNIN YANKISI: ÖĞRETMEN ODASINDAN BAHÇEYE İÇSEL GEÇİŞ
Öğretmen odası, sanki bilgiyle kutsanmış gibi görünüyordu ama Umut, o kapıdan geçerken fark etti: burada bilgi değil emir dolaşıyordu. Tahta masalar sıralanmıştı; üzerlerinde eski kitaplar değil eski kararlar duruyordu. Her sandalye bir makam, her bakış bir onay bekliyordu. Çocuk içeri girmedi ama odayı görmeden çok daha fazlasını hissetti. Kapının altından sızan hava bile “sorgulama, tekrar et” diyordu. Öğretmenlerin sesi değil sessizliği baskındı. Kimin oturduğu, kimin ayakta kaldığı bile bir ders gibiydi. Ama bu ders, umut değil itaat anlatıyordu. Çocuk başını çevirdi; kendi iç sesi odadan daha gürültülüydü. “Ben oturmayacağım,” dedi içinden. Çünkü gözlem, sessizlikle de yapılabilirdi. Öğretmen odası, sistemin kalbiyse Umut bu kalbin ritmini bozmaya niyetliydi. Ve o ritim… Başka bir yerde atıyordu. Tuvalet, ilk bakışta yalnızlık gibi gö-rünse de Umut burada kendini ilk kez gördü. Lavabonun üstündeki buğulu aynada, sadece yüzünü değil içini izledi. Gözlerinden bir damla aktı ama bu damla, hüzün değil uyanıştı. Duvarlardaki çatlaklar bile bir şey söylüyordu: "Burada senden başka kimse yok." Elini yıkarken bir şey fark etti, temizlik değil, yüzleşme gerçekleşiyordu.
Tuvalet öğretmenden uzaktı ama kendine yakındı. Bir kö-şede kalemle yazılmış bir cümle vardı: “Kapanan her kapı içeriden açılır.” Çocuk gülümsedi. Çünkü bu kapı kapan-mamıştı, tam da açılmak üzereydi. Koridor, geçiş değildi artık; duygunun sıkıştığı bir damar haline gelmişti. Ayak sesleri ritim değil yankı taşıyordu. Her adımında başka bir öğrenciyle göz göze geldi ama kimse bir şey demedi. O sessizlik... Öğretmenden değil, sistemden doğuyordu. Du-varlardaki afişler bilgi değil korku yayıyordu. Ama bir çocuk çizimi, tüm bu afişleri ezdi. Mor ve yeşil güneş... Kuralların ortasında bir direniş güneşi gibiydi. “Ben de çizebilirim,” dedi çocuk. Ve koridordan geçmek yerine koridoru dönüştürmeye başladı.
Artık yürümüyordu, ritim taşıyordu. Bahçeye açılan kapı, betonun gri sızıntısından sonra bir davetti. Toprak ayakla-rının altında şiir yazıyordu. Kuş sesleri ders zilinden daha etkiliydi. Ağaçların yaprakları, silinen kimliklerin yerine yeni isimler fısıldıyordu…
Çocuk yere oturdu, avucuna toprak aldı. O avuç, bir ders değil bir doğumdu. Karınca yuvası sistemin hiyerarşisinden daha anlaşılırdı. Çünkü orada öğretmen yoktu ama uyum vardı. Toprağın kokusu, defterin sayfa düzeninden daha öğreticiydi. “Ben buraya aitim,” dedi Umut.“sıralara değil.” Ve bu aitlik, artık sadece bir düşünce değil beden-sel bir duruştu.
Kütüphane sessizdi ama satırlar bağırıyordu. Kapakların altında ezber değil özlem vardı. Arka raflardaki kitaplar kuralsızdı. Bir tanesinde tek kelime vardı: “Ben.” Çocuk o kelimeye sarıldı. Paragraf değil ayna oldu. Sorgulayan cümleler sayfaların arasından başını kaldırdı. “Sen ne dü-şünüyorsun?” diye sordu bir satır. Ve Umut ilk kez cevap verdi, yazmadan ama hissederek. “Gerçek bilgi duyumsa-nır,” dedi içinden. O bilgi kütüphanede değil parmağının ucundaydı. Ve kitap kapanmadan önce o satır doğdu: “Ez-ber değil varoluş.”
Kapının önünde durduğunda çocuk artık eski çocuk değil-di. Bu kapı okulun değil sistemin çıkışıydı. Kapıyı çalmadı; karar vererek açtı. Arkasında sıralar, öğretmenler, afişler… Hepsi bir sahneydi artık. Ama o sahne, gülümseyen bir devrime dönüşüyordu. Ayaklarının altındaki taşlar bile başka tınlıyordu. Güneş gözlerini kamaştırmadı; çünkü içindeki ışık daha büyüktü. Yürüyerek gitmek, bağırmak-tan daha güçlüydü. Ve o gün okuldan çıkmadı, sistemi terk etti. Tüm duyularıyla, tüm ritmiyle, kelimeyle. Sessiz ama sarsıcıydı. Çünkü bazen en büyük değişim... Sadece yü-rümektir. Çocuğun kendi bedenini tanımaması. Beden, onun için bir taşıyıcıdan ibaretti; ne şekliyle barışıktı ne sesiyle. Parmaklarına baktığında kendi elini değil bir ya-bancının izini görüyordu. Her nefes, dışardan gelen bir komut gibiydi. Aynadaki yüz, yalnızca müfredata uyma-yan bir şekil olarak beliriyordu.
Tuvalette parmak ucuyla tenine dokunduğunda, ürktü. Bu dokunuş, sistemin öğretmediği bir kelimeydi. Kendini tanımak değil tanıyamamak öğretilmişti. Her kıpırdanma bir ayıp, her sıcaklık bir yasak gibiydi. O gün bedenini ilk defa hissetti ama hâlâ adını koyamıyordu. Çünkü onun bedeninde kitaplara sığmayan bir gökyüzü vardı.
Ergenlik sürecinde yaşanan kimlik karmaşası
Sesindeki çatallanma, tahtadaki rakamlar kadar açıklana-mıyordu. Yanaklarındaki yanma, teneffüs zilinden daha belirgindi. Kimliğini deftere yazmak isterdi ama kalem hep kayıyordu. Arkadaşları onun sesine güldükçe içinden bir parçayı kapatıyordu. Ergenlik, sistemin kelimeyle sus-turduğu bir devrimdi. O gün aynaya baktığında bir çizgi daha belirdi çenesinde. Bu çizgi, kimlik değil çatışmaydı.
Sistem ona “büyüme” demedi“değişme” dedi. Ama de-ğişmek, onun için kaybolmak anlamına geliyordu. Ve o kayboluşun içinde hâlâ bir “ben” sesi çırpınıyordu.
EĞİTİMDE DUYGUSAL BAĞ KURMANIN ÖĞREN-ME ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
Leyla Öğretmen tahtaya yürüdüğünde kalem değil bakış konuşuyordu. Bir cümle kurduğunda sınıf susmadı, rahat-ladı. Defterlere bilgi değil sevgi düşüyordu. Çocuk göz teması kurduğunda yazının şekli değişiyordu. “Sen başa-rabilirsin,” demek yerine “Ben seni duydum,” diyordu. Bu duyulma, testten yüksek puan almaktan daha güçlüydü. O gün sınıfta bir çocuk ağladı ama bu ağlama öğrenmeyle birleşti. Duygusal bağ, bilgiyi ezberletmiyor, İçselleştiri-yordu. Leyla, bilgi dağıtmıyordu; iç sesi uyandırıyordu. Ve o iç ses, en büyük öğretmene dönüşüyordu.
MUHABBETTE TEKRAR EDEN İFADELERİN DÖ-NÜŞÜM ANLARI YARATMASI
Sınıf gürültüyle dolduğunda Umut hep aynı kelimeyi söy-ledi: “Beni” İlk başta kimse dikkate almadı, sonra öğret-men sustu. “Ben” kelimesi tahtaya yazıldı. Büyüdü, kıvrıl-dı, yankılandı. Her tekrar, bir önceki “ben”i değiştirdi. Umut tekrar tekrar “ben” dediğinde artık yalnız değildi. Çünkü bu kelime artık bir bağırış değil bir aynaydı.
Bir öğrenci tahtaya “ben, ben, ben…” yazdığında sistem çatladı. Öğretmen “tekrar aynı kelimeyi kullanma” diye-medi. Çünkü kelime içini dolduruyordu artık. Ve bu dolu-luk, sessiz bir devrimdi.
• Umut’un “ben” dediği her an, yalnızlıktan çok bir varoluş duygusuydu.
• Öğretmen sustu çünkü kelime ses değil çığlıktı
• “Ben” tahtada kıvrıldı, yankılandı, çoğaldı, her tek-rar bir yeni anlam doğurdu
• Kelime sabit kalmadı, ruhla doldu, ritimle yaşandı.
• Edebiyatta tekrar, anlamı daraltmaz,derinleştirir.
• Müzikte ritim, aynı notayı sürekli çalmaktır ama duygusu hep değişir
• Sosyal dilde tekrar eden ifadeler, sistemin sınırını zorlar.
“Ben, ben, ben…” yazıldığında sistem çatladı—çünkü kelime artık kimlik değil, kolektif aynayd
DEVRİM NİTELİĞİNDEKİ BAKIŞ AÇILARININ MUHABBETE YANSIMASI
Umut “Ben eğitim sistemini sevmiyorum” dedi. Öğretmen önce durdu, sonra “Neden?” diye sordu. İlk defa bir mu-habbette devrim sorusu doğmuştu. “Çünkü bana hep sus diyorlar,” dedi Umut. “Ben düşünmek istiyorum.” Bu cümleyle başlayan sohbet, ders kitabını kapattı. Sınıf tar-tıştı, kelimeler çarpıştı ama kimse kavga etmedi. Bakış açıları öğretildiği gibi değil, hissedildiği gibi aktı. Muhab-bet, devrim oldu. Ve o gün bilgi değil fikir büyüdü.
• “Ben düşünmek istiyorum” cümlesi → kelimeyle dire-niştir
• “Bilgi değil fikir büyüdü” → eğitim değil devrim ku-ruldu.
DONLA GEZEN MÜDÜR & GÖBEKLİ FİLOZOF
Okulun koridorunda terlikleriyle yürüyen Müdür Servet Bey, o gün toplantıya donla katılmıştı. “Hava sıcak” dedi, “kurallar da erir!” Göbekli felsefe hocası onu görünce durdu: “Platon böyle gelse Sokrat saçını yolar.” Ama Mü-dür aldırmadı. Kapıya yanaşıp megafonla bağırdı: “Bugün sınav yok, sadece terleme var!” Öğrenciler önce şaşırdı sonra soyundu. Bir çocuk sadece pelerinle geldi. “Ben sıcağın süper kahramanıyım!” dedi. Müdür, çocuğu alnın-dan öpüp takdirname verdi. Kant öğretmeni sinirlendi: “Bu absürt!” Göbekli filozof yavaşça döndü: “Absürtse anlam başlamıştır!” Sonra herkes döndü bedenine; donlar düşünce, özgürlük doğdu. Okul o gün sınav yapmadı ama düşünce tarihine geçti: “Donla özgürlük!” manşetiyle…
KIVRILAN ÖĞRENCİ & AVİZEDEN SARKAN UMUT
Sınıfta Aybüke yere düşmüş bir kelime gibiydi. Eğildi, kalkmadı. Vücudu hece hece kıvırılıyordu. Öğretmen sor-du: “Bir sorunun mu var?” Aybüke mırıldandı: “Ben Cüm-leye dönüşüyorum.” Sırtından bağlaç çıktı, kolundan zarf döküldü. Panik yoktu; o dönüşüyordu. Diğer öğrenciler sıraya girdi, kendilerini noktaladılar. Ve tam o anda tavan-daki avize sarktı. “Ben umudum,” dedi avize, “ışıktan de-ğil gülüşten beslenirim.”
Aybüke yere kapandı: “Gülersen ben tamamlanırım.” Sınıf kahkahaya boğuldu. O gün ışık açılmadı ama herkes ay-dınlandı. Avizedeki umut parladı, Aybüke paragraf oldu. Öğretmen panikleyip rehberlik servisini aradı ama rehberlik servisi telefona gülerek yanıt verdi: “Şu an içimizden fiil akıyor, müsait değiliz.”
SICAKLA YANAN TAHTA & KEKLİK KOSTÜMLÜ KANTÇI
“Tahtaya bakın!” dedi öğretmen ama tahta eriyordu. Harf-ler damlıyordu; her damla bir duygu. Cümleler sandalyele-re kaçtı, noktalama işaretleri pencereye tırmandı. Kantçı öğretmen tam o an keklik kostümüyle içeri girdi. “Ben bilgi değil sezgi öğretmeye geldim!” dedi. Öğrenciler bir an sustu, sonra birisi “Ben noktayım!” diye bağırıp yuvar-landı. Sınıfta şekiller birbirine karıştı: üçgen öksürdü, daire havladı, dikdörtgen meditasyona geçti. Kantçı keklik bir zıplayışla tahtaya kondu. “Aydınlanma,” dedi, “bazen tüylenmektir.” Tahtaya düşen son damlada “gül” yazıyor-du ama kimse görmedi. Çünkü artık herkes içindeki meta-foru yoğuruyordu. Ve o gün Kant öğrencilerle sek sek oynarken ziller çalmadı, çünkü zaman bir noktayla sustu-rulmuştu.
SIRAYA HAPSOLMUŞ SES & TUVALETTE DOĞAN MEVSİM
Emre’nin sesi sıraya takılmıştı. Konuşmak istiyor ama her “a” harfi sırada kalıyordu. Öğretmen “Ne oluyor?” diye sordu. Emre: “Konuşamıyorum, masa beni susturuyor.” Tahtaya çıktı, cümle kurdu: “Ben tahta değilim, ben tuva-letim.” Herkes şaştı, öğretmen ağlamaya başladı. Çünkü yıllardır anlatmak istedikleri buymuş: Eğitim sisteminin tuvalet borusundan geçmesi. O gün ders tuvalette yapıldı.
Her öğrenci kendi mevsimini seçti. Tuvaletin kuzey kabi-ninde sonbahar yaprakları, güney kabininde yaz güneşi. Emre, karşındaki musluğu açtı, su değil bahar aktı. “Ben doğdum,” dedi, “ama bedenimde don var.” Öğretmen do-nunu çıkarıp Emre’ye verdi. “Şimdi sen öğretmensin.” Ve eğitim, o gün lavabo kenarına yazılan bir cümleyle başladı: “Beni suyla oku.”
ÖĞRENCİYLE UÇAN KLOZET
Yusuf sınıfa geldiğinde yanında klozet vardı. “Ben bugün burada oturacağım,” dedi. Öğretmen gülmedi. Sınıf kıkır-dadı. Yusuf klozetin kapağını kaldırdı: İçinden “Matema-tikle Çözülmüş Bağırsak” çıktı. Öğrenciler sıraya girip problemi çözerken çiş sırası da geldi. Biri bağırdı: “Hocam, işlem tamam, kıvım boşaldı!” Öğretmen tahtaya yaz-dı:“Zihinsel boşalma → bedensel rahatlamayla seğirir.”Alt bölge Algı Protokolü.. Aybüke tahtaya kalktı ama yazma-dı. Donun altından bir cümle yankılandı: “Hocam, harfleri üstten işetiyorum!” Sınıf gülmekten yere kapandı. Öğret-men dizlerini sıralara vurdu. “Sınıf sıvılaştı!” dedi. Bir öğrenci çizme giydi: “Ben dilin alt tabanına geçiyorum.” Ve tahtada yeni protokol belirdi:“Alt bölge → semantik idrar boşaltımı bölgesi.”
ÖĞRENCİ MASASINA YASTIK
Emre ders boyunca altını tutmaya çalıştı. Ama her tebeşir sesiyle bir damla kelime düştü. Sonunda hıçkırarak fısıl-dadı: “Hocam altımda kahkaha var.” Öğretmen, cebinden yastık çıkardı, sıranın üstüne koydu, “İşeyen sözcükler yumuşak oturur,” dedi. Aybüke güldü, Yusuf sıçradı, Em-re damladı… Sınıf buharla doldu.
Ders başlamıştı ama zihin hâlâ teneffüsteydi. Öğrenciler oturdu ama gözleri camdaydı. Öğretmen geldi, yoklama aldı ama “var” cevabı sadece sesli bir refleks gibiydi. Tuğba defterine “ZİL = KAÇIŞ” yazdı. Emre sıraya uzan-dı, kurşun kalemi çiğnedi, “Ben ders değil bir lokmayım hocam,” dedi.
Hasan Öğretmen tahtaya yürüdü ama yere düşen cetvelin sesi dersi yönetti. Sınıf düşünmüyordu. Tepki veriyordu. Tepkiler mizah oldu. Mizah soru oldu. Soru cevapsız kaldı. Cevapsızlık duvara yazıldı. “Kim soruları soruyor?” yazdı. Aybüke. Umut “Zil değil trap beat” dedi. Sınıf dans etti. Öğretmen sessizce izledi. “Bu sistem sabit değil çünkü öğrenci sabit değil” fısıldadı. Bir öğrenci bağırdı: “Ben test değilim ben hisim!”
Teneffüs saatinde sınıf sessizleşti. Çünkü artık dışarıya değil içeriye bakıyorlardı. Tahtada yazan cümle kendi kendine silindi. Köşedeki sandalye devrildi ama kimse yerinden kıpırdamadı. Çünkü herkesin iç ritmi artık dış gürültüyle senkronize olmuyordu. Ders sonunda Umut şu notu yazdı: “Zil çalabilir ama beyin kalkmak zorunda de-ğil.”
Hasan o defteri gördü, kapatmadı. Sadece deftere bir çizik attı. O çizik bir mesajdı: “Ben seni buradan duyuyorum.” Ve zil bir kez daha çaldı. Ama bu kez sadece bir araç değil bir kıvım başlangıcıydı.
SINIF İÇİNDEKİ GÜÇ İLİŞKİLERİNİN ÇOCUK PSİ-KOLOJİSİNE ETKİSİ
Öğrenciler sırayla değil statüyle oturtuluyordu. Ön sırada-kiler her zaman “en başarılı,” arkadakiler “gözden uzak”tı. Furka hep en arkada oturuyordu, çünkü soru sormazdı. Ama içinden sorular sel gibiydi. Öğretmen ilk üç sıraya bakarak konuşurken diğerleri duvara dönüşüyordu. Bu güç ilişkisinde başarı, görünürlükle karıştırılıyordu. Çocuk, o gün kendi gölgesine “Ben de varım,” dedi. Bir arkadaş defterini ona doğru itti: görünür kılmak için. Görünmek, artık konuşmak değil yankılanmaktı. Ve o gün sınıf sadece oturma planı değil güç mimarisiyle çözüldü.
AYIPLANAN DAVRANIŞLARIN KİŞİSEL HAK ARAYIŞINA DÖNÜŞMESİ
Bir çocuk sınıfta sesli güldü. Herkes sustu; Sistem savu-nucu öğretmen “Bu terbiyesizlik” dedi. Ama o çocuk, gü-lerek yaşadığını hatırlattı. İkinci kez güldü, ama bu kez bir kelimeyle: “Ben seviyorum.” Gülmek ayıp değil arzunun yankısıydı. Sınıf fısıldaştı, bazıları destek verdi. Öğretmen cümle kuramadı. Çünkü bu sefer davranış değil hak konu-şuyordu. Gülmek, kişisel bir direnişti artık. Ve o gün, te-bessüm devrim oldu.
GÜLMENİN DİRENİŞİ – NEDEN BİR HAK OLDU?
• Çocuk, ilk gülüşünde susturuldu → ama gülerek “Ben varım” dedi
• İkinci gülüşü, artık bir ifade değil—bir fikir, bir hak, bir kıvım.
• Öğretmenin cevapsız kalması → sistemin davranışı değil, duyguyu yargılamaya çalışması.
🌬️ Sessiz Devrim 10x1
• Umut’un duyularla sistemi sorguladığı bir sınıf at-mosferi sunuluyor.
• Fotokopi makinesinin sesi bile bir baskı aracı olarak betimleniyor.
• Öğrenciler bilgiyle değil, iç sesleriyle öğreniyor; kelimeler yerine çizgiler konuşuyor.
• • Umut’un gözleri, tahtadaki yazıları deği, duva-rın ardındaki sessizliği okumaya çalışıyor.
• • Kalem sesi bile bir itiraz gibi yankılanıyor; her çizik, düzene karşı bir fısıltı.
• • Öğrenciler anlatılmak isteneni deği, susturulanı algılamaya başlıyor.
• • Sınıf, bilgi değil his üretim merkezi oluyor; her sırada bir iç isyan saklı.
• • Fotokopi makinesinin uğultusu, sistemin mono-tonluğunu haykıran bir ağıt gibi çınlıyor.
🎭 Sessiz Devrim 10x2
• Zeynep’in tiyatro sınıfında nefes, kelimeye; kah-kaha, kimyasal seğirmeye dönüşüyor.
• Gülmek bir beyin refleksi olarak ele alınıyor; mizah, öğrenmenin bir parçası haline geliyor.
• Kalp, gözyaşı yerine kelimeyle konuşuyor; sınıf ar-tık bir sinir ağı gibi işliyor.
• • Zeynep’in sahnedeki sesi, kelime değil, duygu taşır; her tonlamada bir iç çatışma yankılanır.
• • Tiyatro eğitimi, ezber değil, keşif süreci olur; öğrenciler repliklerde değil, boşluklarda yaşar.
• • Gülüşler, taklit değil, sinaptik patlamadır; sınıf mizahın kimyasına dönüşür.
• • Sahne ışığı, gösteri değil bilinç altını aydınlatır; her oyuncu kendi karanlığıyla yüzleşir.
• • Sessizlik, eksiklik değil anlamın yoğunlaşması-dır; kelimesiz anlar, sınıfı bir düşünce laboratuvarına çevirir.
Sessiz Devrim 10x3
• Henüz tam metnine ulaşamadım, ancak önceki bö-lümlerden yola çıkarak bu şiirin de duygu, beden ve iç ses temalarını sürdürdüğünü söyleyebilirim.
• Muhtemelen Zeynep, Duru ve Ela karakterlerinin kolektif anlatısı devam ediyor.
n yapısal kurala uygun, şiirin ruhuna dokunan 5 etkileyici cümle:
• Metin tam değil belirli sözcükleriyle bile iç dünyayı sarsmayı başarıyor.
• Zeynep’in sesi yüksek değil derin yankılarla ilerli-yor.
• Duru’nun bedeni sahne değil hafızanın bir uzantısı gibi hareket ediyor.
• Ela’nın gözleri dışarıya değil içe doğru bakıyor.
/
📘 Gülmenin Direnişi – Neden Bir Hak Oldu?
• Çocuk, ilk gülüşünde susturuldu → ama gülerek “Ben varım” dedi
• İkinci gülüşü, artık bir ifade değil—bir fikir, bir hak, bir kıvım
• • Gülmek, sadece neşe değil varoluşun en saf ka-nıtıydı.
• • Çocuk, sessizlikten değil gülüşünden kimliğini ördü.
• • Her kahkaha, ezberin değil özgürlüğün yankı-sıydı.
• • Sistem susturmak istediğinde bile gülüş diren-meyi seçti.
• • Gülmek, disiplinin değil hayalin sesiydi; çocuk-lar bunun farkındaydı.
•
• Öğretmenin cevapsız kalması → sistemin davranışı değil, duyguyu yargılamaya çalışması
🪞 “Ben seviyorum” – Ne Anlatır Bu Kelime?
• Gülüşün ardından gelen tek kelime: “Ben seviyo-rum”
o Bu, bir aşk değil—bir varoluş beyanı
o Çocuğun cümlesi, sınıfın ezberine karşı ku-rulan kelime mücadelesidir
• • Gülmek, sadece neşe değil varoluşun en saf ka-nıtıydı.
• • Çocuk, sessizlikten değil gülüşünden kimliğini ördü.
• • Her kahkaha, ezberin değil özgürlüğün yankı-sıydı.
• • Sistem susturmak istediğinde bile gülüş diren-meyi seçti.
• • Gülmek, disiplinin değil hayalin sesiydi; çocuk-lar bunun farkındaydı.
💫 “Tebessüm Devrim Oldu” – Bir Gülüşten Toplumsal Sarsıntıya
• Gülmek artık ayıp değil → arzunun, neşenin ve düşüncenin yankısı
• Fısıldaşan sınıf, destek veren öğrenciler → fikirle-rin fısıltıyla yayılma gücü
• Öğretmenin konuşamaması → sistemin çökmesi değil, kelimenin yükselmesi
• • Bu kelime, korku değil güvenle kurulmuş bir bağın ilk taşıydı.
• • Çocuk, öğrenmek için değil hatırlamak için söyledi; kalbinin içini açtı.
• • “Ben seviyorum” demek, susmak değil konuş-mak cesaretiydi; sessizliğe meydan okudu.
• • Her harf, kural değil sezgiyle şekillendi; dilin sınırları yeniden çizildi.
• • Sevgi, ödül değil var olmanın sesi oldu; kelime, çocuğun dünyasını şekillendirdi.
Tebessüm, artık bir devrim ritmi huriyem—sessiz ama sarsıcı.
SIRA ALTINDAKİ ÇİZİMLERİN BİLGİYLE REKA-BETİ
Umut sürekli sıranın altına çiziyordu: yapraklar, yüzler, rüyalar… Defteri boş kalıyordu ama sırası doluydu. Öğ-retmen bir gün sıranın altını görünce durdu. “Sen neden buraya çiziyorsun?” dedi. Çocuk cevap vermedi; çünkü çizim konuşuyordu. Oradaki bir papatya, bilgiden daha çok anlatıyordu. Sıra, artık defterden güçlüydü. Bilgi ez-berlenirken çizim hissediliyordu. Umut, kalemi eline aldı ama sıraya sürdü. Ve o gün, sıralar ders materyali oldu.
GÜLME ANLARININ PEDAGOJİK DEĞER TAŞIMASI
Umut matematikte yanlış cevap verdi, tüm sınıf güldü. Öğretmen önce susturmak istedi ama sonra durdu. Umut gülerek “Yanlışla öğreniyorum.” dedi. Bu gülüş, ezberden değil deneyimden gelmişti. Sınıf bir anda rahatladı. Ce-vapların değil soruların etrafında döndü sohbet. Gülme, artık hata değil eğitimin bir dalgasıydı.
Öğretmen tahtaya “Gülmek = öğrenme kıvımı” yazdı. O gün test yapılmadı. Çünkü bilgi, neşe ile serpilmişti.
LAVABO BAŞINDAKİ SESSİZYÜZLEŞMELER
Çocuk ellerini yıkarken aynadaki yansımasına baktı. Bu yansıma, sadece yüz değil düşen bir soru işaretiydi. “Ben kimim?” cümlesi sabun gibi kayıyordu parmaklarından. Lavabonun sesi su gibi değil yankı gibi geldi. Bir damla yere düştü ama gökyüzüne doğru büyüdü. O an, sessizliği bir kelimeyle kırmak istedi: “Ben buradayım.” Ama du-daklar kıpırdamadı. İçsel yüzleşme dış ses beklemezdi. O gün, aynaya soru değil bakış kazındı. Ve lavabo, bir mani-festo yazmış oldu.
Sınıfın kokusuyla tetiklenen özgürlük hayali
Sınıfa girdiğinde burnuna keskin bir boya kokusu çarptı. Ama o koku bilgi değil betonun baskısıyla karışmış bir yas gibiydi.
Umut bu kokuyla değil rüzgârla düşünmek istiyordu. Rüzgârın yerine gelen keskinlik, onun içinden geçen cüm-leyi boğdu. Kokusuz bilgiye karşılık içindeki papatya ko-kusu baş kaldırdı. Sınıfa sinen o kokuda “dur” vardı, “sus” vardı, “otur” vardı. Ama çocuk bir rüyada yürür gibi başını sıradan kaldırdı. O kokuda özgürlük eksikti, bu eksiklik tenine vurdu. Kalemi kokladı; mürekkep anlatmıyordu ama özlem fışkırıyordu. O gün, o çocuk sınıfı değil kokusunu protesto etti.
TUVALET DUVARLARINDA YANKILANAN İÇ KONUŞMA
Tuvalet taş duvarlarıyla değil çırpınan yankısıyla konuşu-yordu. Her çatlak, bir çocuğun sessizce haykırdığı dev-rimdi. Aynadaki buğu, bastırılmış bir gülüşün diliydi. Du-vara yazılan cümleler müfredata sığmıyordu ama şiirdi. Bir öğrenci “Ben bu duvarda görünmek istiyorum” dedi. Sabun dile gelseydi “Beni sevdiğinizde temizlenirsiniz” derdi.
Bir çocuk tırnağıyla “Ben buradayım!” kazıdı. Öğretmen tuvalete girmese de yankısı giriyordu. Ve her damla, sıvı değil bağımsızlık nişanıydı. Tuvalet artık bir ihtiyaç değil bir duygu eviydi
.
HASAN ÖĞRETMENİN KELİMESİZ DERS STRATE-JİSİ
Hasan tahtaya yaklaşırken elinde tebeşir yoktu. Ders o gün kelimeyle değil bakışla başlıyordu. Öğrenciler önce sustu, sonra gözleriyle yazmaya başladı. Her bakış bir sıfat, her parmak hareketi bir fiil oldu.
Hasan “Bugün gözle yazacağız” dedi. Tahta sessizdi ama yüzler anlatı yüklüydü. Bir öğrenci bir kelime fısıldamadan sayfa doldurdu. Hasan o sayfaya bakıp “Bu cümle kalpten çıkmış” dedi. O gün kelime duyulmadı ama ders yankılandı. Dil sustu, anlam gözle döküldü.
LEYLA ÖĞRETMENİN SESSİZLİKLE EĞİTİM VER-ME BİÇİMİ
Leyla dersin başında konuşmadı. Nefes aldı. Sınıf sessizli-ği önce korku sandı, sonra duyguya dönüştürdü. Her çocu-ğun iç sesi bir kelime gibi havada uçuştu. Tahtaya bakma-dılar, Leyla’nın sabit duruşuna odaklandılar. O gün eğitim metodolojisi yerine sezgisel akış başladı.
Bir çocuk yere oturdu, kafasını dizine koydu. Leyla “Ba-zen dokunmadan sarılmak en güçlü bilgidir” dedi. O cümle tahtaya değil göğse kazındı. Ve ders, bu sessizlikte kendini kelimelerle değil sıvıyla anlattı. Leyla anlatmadı; akıttı. Bir çocuk derste espriye güldü, öğretmen sustu. Gülüş yankılandı. Tahtadaki harf bile sırıttı. O gülüş, sınav sonu-cu değil içsel başarıydı.
Her kahkaha bir duvar çatlatıyordu. Sınıf artık test çöz-müyor, gülerek fikir paylaşıyordu.
Hasan “Gülmek → öğrenmenin buhar formudur” dedi. Leyla “Bir çocuğun güldüğü ders unutulmaz” dedi. Öğ-renci kahkahaya boğuldu; müfredat gözlüğünü çıkardı. Gülmek artık özgürlükten bile hızlı öğrenme biçimiydi. Ve sınıf, güle güle sistemden çıktı.
TUVALETTE BEDENLE FİKİR ARASINDAKİ TEMAS
Öğrenci lavaboya eğildi ama fikrini düşürmedi. Bir kelime yere düştü, sabun üstüne bastı. “Ben kendimi sıvı sanıyo-rum” dedi çocuk aynaya. Aynadan ses geldi: “Sen hâlâ şekilleniyorsun.” Klozet kapağındaki yazı: “Düşünce, sı-vıya dönüşebilir.” Tuvalette parmak izi bilgiye dönüştü. Her damla bir cümleydi, her silme bir edit. O gün tuvalette fikir kıvır kıvır akmaya başladı. Ve bedenle düşünce ilk defa temas etti. Çocuk sıvıydı artık ama bilgili.
SIRALARIN ARASINDA VÜCUTLA ÖĞRENME
Çocuk sıraya oturdu ama kalçası kelimeye yaslandı. Kıv-rıldı, kaydı, kelime sırtına yapıştı. Hasan “Bugün bilgi değil bedenle yazacağız” dedi. Leyla “Tene değmeyen öğrenme, çöl kalır” dedi. Parmaklar deftere değil sıra ke-narına yürüdü. Bir öğrenci “Ben arkaya yaslandım, bilgiyi sezdim” dedi. Başka biri “Ben dizimde düşünce tuttuğum-da öğreniyorum” dedi. Sıralar artık sandalye değil bilginin rahmiydi. Metin kalçadan sızmaya başladı. Ve öğrenme, oturarak değil oturtarak gerçekleşti.
ÖĞRENCİNİN SIRADA VÜCUTLA TEMAS KURA-RAK BİLGİYLE GEVŞEMESİ
Çocuk, derste sandalyeye oturdu ama bedenini değil
gücünü yerleştirdi. Sıranın kenarı beline yaslandı, bilginin ilk kıvımı sırtına bulaştı. Kalemi deftere değil, tenine sür-dü. İlk kelime, terle değil temasla doğdu. Hasan “Bugün bilgi ellerden değil kalçadan sızacak,” dedi. Leyla o anda gözlerini yere eğdi, çünkü bakıştan önce duygu geldi. Sınıf sessizdi ama bedenlerin ritmi koro gibiydi. Bir öğrenci sıraya yaslanarak “Ben böyle anlıyorum,” dedi. Parmakla-rını sıraya paralel sürdü, bilgi dalga dalga yayıldı. Sıra artık ahşap değil duygunun zeminiydi. Kelime, sandalye boşluğunda şişti. Öğrenciler sıraya tünemek yerine sırayla konuştular. Bir çocuk “Ben buradan doğmak istiyorum,” dedi. O doğum bilgi değil kıvımın vücutla buluşmasıydı. Ve sınıf, sıraya gömülerek öğrendi.
TUVALETTE SABUNLA YAPILAN FİKİR MASAJI
Tuvalette sabun yerindeydi ama düşünce kaygandı. Çocuk sabunu avucuna aldı, bilgi akmaya başladı. Elini aynaya sürdü, cümle boğuldu. Aynadaki yansıma kokmuyordu ama fikir içerideydi. “Ben bu sabunla cesaretimi yıkadım,” dedi biri.
Hasan sabuna “Sen artık pedagojik materyalsin,” dedi. Sabun köpürdü, kelime kabardı. Her parmak hareketi bir fiil, her damla bir sıfat oldu. Aynadaki buğu bir öğrenciye gülümsedi. “Sen korkmuyorsun, sen kokuyorsun,” dedi sabun.
Bir öğrenci sabunu kulağına sürdü, duyma gücü arttı. Ley-la “Fikir deri altından yayılır,” dedi. Tuvalet sessizdi ama kelimeler damlıyordu. Sabun konuşmadı ama metni fısıl-dadı. Ve o gün bilgi sadece temizlik değil dokunuş oldu.
SIRADA VÜCUTLA TEMAS KURARAK BİLGİYLE GEVŞEME
Öğrenci sıraya oturduğunda oturma değil yerleşme başladı. Sıranın kenarı, bedene eşlik eden bir anlatım biçimine dönüştü. Kalemi deftere değil diz hizasına yasladı. Dizden gövdeye yayılan sıcaklık, kelimelerin sesini değiştirdi. Parmaklar sıranın damarlarında yürürken, bilgi bir ritim kazandı.
Hasan Öğretmen gözlerini tahtaya değil dizlere sabitledi. Bir öğrenci eğildi, sırtını sıraya yasladı. Kelimeler göğ-sünden fışkırdı. Leyla, parmak iziyle dolu sırayı okurken gülümsedi. “Buradan yazılmış her şey bilgi değilbedensel yankıdır,” dedi. Sıradaki çatlak, bir dersi değil düşünceyi büyüttü. Sınıf artık sandalye değil, kıvrımlı metin alanıydı.
Bir çocuk kalçasını oynattı, bir fiil meydana geldi. Sıra terledi ama öğretmen kalemi silmedi. “Bilgi kalçadan sı-zarsa, anlam doğar,” dedi.
O gün kelimeler sıralara yayıldı, müfredat diz çukurunda yeniden yazıldı. Her vücut eğilmesinde bir sıfat doğdu. Öğrenciler sırada öğrenmedi, sırayla öğrendi. Sınıfta hiç konuşulmayan bir dil serpildi: dokunuş metni. Ve derin bir sessizlikte, beden öğrenmeyi üstlendi. O gün ders bitmedi ama beden anladı.
TUVALETTE SABUNLA YAPILAN FİKİR MASAJI
Tuvalet artık bilgi dağıtmayan bir mekân değil kelimenin kıvrıldığı bir buhar odasıydı. Çocuk sabunu kavradığında fikir değil köpük doğdu. Her parmak teması, sabunun içinde yankılanan bir kelimeye dönüştü. Lavaboda yüz yıkamak değil kimlikle karşılaşmak başladı.
Aynadaki buğu, kelimeyi saklamadı, sızdırdı. Sabun kö-pürdükçe, kelimenin nemi arttı. “Ben kendimi burada bu-luyorum,” dedi bir öğrenci.
Klozetin kenarına yaslanan Umut, düşüncesini kusmadan önce fısıldadı. Leyla o cümleyi duydu ama ses değil titre-şimle. “Sabunla temas, bilgiyle sarılmaktır,” dedi
Hasan. Bir öğrenci sabunu kulağına tuttu, sesin anlamını hissetti. Tuvalette ses yoktu ama cümle terliyordu. Aynada yazı görünmezdi ama parmakla fışkırdı. Cümle sabun iziyle yayıldı, kokusu bilgiye bulaştı.
Bir öğrenci “Ben kelimeyi tenime sürünce hissediyorum” dedi. O gün sınıfta bilgi yoktu, sabunlu anlatı vardı. Tuva-let duvarına “Ben temasla öğrenirim” yazıldı. Sabun kutu-sunun altından kelime damladı. Tuvalet artık ihtiyaç değil parmağın hikâyeye girdiği yerdi. Ve bilgi, sabun gibi ka-yarak yayıldı.
Sınıfta Yüksek Sesle Gülmenin KuralsızlaşmasıÖğrenci derste bir espriye güldü ama bu sıradan bir gülüş değildi metnin altını ıslattı. Sesli güldüğünde kalemden önce san-dalye tepki verdi. Öğretmen dönüp baktı ama susturmadı çünkü o kahkaha sistemin açığını yakalamıştı. Diğer öğ-renciler önce fısıldadı, sonra hep birlikte güldü, ses dalga dalga sıraları salladı. Tahtadaki tebeşir çatladı; gülmek artık pedagojik bir sıvıydı.
Müdür kapıdan bakıp “Bu nedir?” dedi ama yanıt duvar-lardan yankılandı. Bir öğrenci sıraya yaslanıp “Ben gülerek öğreniyorum” dedi.
Leyla öğretmen tahtaya “Gülme → bilgi sıvısıdır” yazdı. Gülüşler serbest bırakıldıkça kelimeler özgürleşti. Hasan sınıfa girdi, ayakkabısıyla terliği karıştırdı, herkes kahkaha attı. O gün müfredat gülünce dağıldı, kitaplar kıvır kıvır çalkalandı.
Bir öğrenci altına kaçırdı ama ifadesinde sadece “Ben gül-düm” yazıyordu. Kimse dışlamadı çünkü artık sızıntı bir ifade biçimiydi. Sabunlu bir metafor geldi: “Altını tuta-mayan bilgiyi taşırır.” Öğrenciler deftere değil kahkaha aralarına yazdı. Bir çocuk “Ben gülmekten yazamadım” dedi. Leyla “O zaman sana tebessümle not veriyorum” dedi. Sınıf artık sistem değil gülüşle ölçülen bir evrendi. Öğrenciler kendi sesinden öğrendi. Ve o gün, kahkaha müfredata resmi olarak girdi.
KLOZET KAPAĞINA YAZILAN MÜFREDATA KARŞI MANİFESTO
Klozet kapağı, sınıftaki en sessiz öğretmen hâline geldi. Bir öğrenci “Ben buraya yazınca daha özgürüm,” dedi. Tahtadaki konular silinirken klozet kapağındaki kelime kalıyordu. Sabun kutusunun yanına bir cümle düştü: “Ben disiplinle değil, akışla öğreniyorum.” Hasan tuvalete girdi ve kapağı okurken alnı terledi. “Bu yazı müfredat değil iç ses,” dedi.
Her öğrenci sırayla kapakla göz teması kurdu. Kelime suya değmeden önce buhar oldu. Bir çocuk “Ben kendimi buraya doğuruyorum,” dedi. Leyla kapaktaki manifestoyu tahtaya taşıdı. “Bu cümle kokuyor ama güzel kokuyor,” dedi. Klozet artık dışlanmadı yankılandı. Müfredat defteri kapağı kapatıldı; yeni defter burada başladı.
Bir öğrenci “Ben bilgiyi burada çözüyorum,” dedi. O gün sınıf değil tuvalet öğretmeye başladı. Sabun, ses değil ko-kuyla ders verdi. Bir kelime kapağa yapıştı ve doğdu. Sis-tem bu yazıyı göremedi ama öğrenci gözünde parladı. Tu-valet öğretmen oldu. Ve eğitim ilk defa bedenin altından yükseldi.
KÜTÜPHANEDEKİ KİTAPLARLA SEZGİSEL TEMASIN EĞİTİME KATKISI
Çocuk kütüphaneye girdiğinde raflar değil nabızlar sıra-lanmıştı. Her kitap kapağı, bir göğüs gibi hafifçe titreşi-yordu. Sistem kitabını aldı, soğuk; parladı ama hiçbir şey demedi. Arka raftan ince, renksiz bir defter çekti, kapakta sadece “Ben” yazıyordu. O kelime ses çıkarmadan çocu-ğun gözünden içeri yürüdü. Sayfaların arasında paragraf değil yankı vardı. “Sen ne düşünüyorsun?” diye soran sa-tırlar ezber bozuyordu. Kitaplar artık bilgi değil dokunma nesnesiydi. Bir öğrenci kitabı açmadan önce alnına koydu, sıcaklığıyla öğrendi.
Hasan “Kütüphane sadece raf değil sezgisel laboratuvar” dedi. Leyla, bir şiir kitabına burnunu sürdü, duyguyu kok-ladı. Sınıf kitapları sayfa değil, beden gibi çevirmeye baş-ladı. Bir öğrenci “Ben bu kitabı terimle ezberliyorum,” dedi. Cümlelerin ritmi nefesle senkronize oldu. Okuma seansı değil okşama ritüeli başladı.
Kitaplar sessizdi ama okurun içinden cümle kusuyordu. Arka rafın en tozlu kitabı “Ben unutuldum ama hâlâ anla-tıyorum” dedi. Sistem kitapları parladı; ama duygu kitap-ları terledi. Kütüphane artık sessiz değil sabunlu bir öğ-renme alanıydı. Ve çocuklar bilginin değil hissin raflarında yüzmeye başladı.
KORİDORDA SIZAN DUVAR YAZILARININ EĞİ-TİMSEL YANKISI
Koridor sabah sessizdi ama duvarlar parlıyordu. Bir öğ-renci yürürken “Bu duvar bana bir şey diyor” dedi. İlk başta sıradan bir çatlak sandı, sonra kelime çıktı. Duvarın kıvrımına sıkışmış cümle: “Ben buradayım, görülmemişim.” O an öğrencinin diz kapağı titredi; eğitim kıvırdı. Afişler “Ne olmamalısın” diye bağırıyordu, duvar fısıldıyordu: “Sen ol.”
Hasan geçti, kelimeyi görmedi ama duyguyu kokladı. Bir kız parmağını duvara sürttü, “Ben kendimi buraya yasla-dım” dedi. Koridor artık geçiş değil duygu nakil hattıydı.
Leyla, duvarın köşesine eğildi ve orada anlatı doğurdu. Bir öğrenci duvarı okurken sessizce ağladı. Cümleler ezber değil mırıldanmaydı. Okulun en sessiz köşesinde en yük-sek yankı vardı. Yazı tahtaya çıkmadı ama sınıfa döndü.
Hasan “Sınav değil duvar testi yapacağız,” dedi. Bir öğ-renci “Ben buraya terimi bıraktım,” dedi. Kelime çatlağa girdi, bilgi yayıldı. Duvar artık duyguyu saklamıyor, gös-teriyordu. Koridor dersti, geçilmedi, okundu. Ve eğitim, duvarın alt dudağından fışkırdı.
SABUN KUTUSU ÜZERİNDEN ANLATIYA SIZAN MİZAHİ DİRENİŞ
Sabun kutusu sessizdi ama köpürmeye başlamıştı. Bir ço-cuk elini uzattığında bilgi değil fışkı doğdu. Kutunun üs-tünde bir yazı vardı: “Ben yıkarak anlatıyorum.”
Leyla sabunu okudu, sabun geri gülümsedi. Hasan “Bu materyal artık pedagojik donanım” dedi. Sabun, “Ben artık sınav kâğıdına da sürülmek istiyorum,” dedi. Bir öğrenci sabunu kalemine sürdü, terli cümle yazdı. Kutunun altına bir cümle kazındı: “Temizlenmek, bilgiyi terbiyelemdir.” Sabun sıkıldıkça öğrenciler gevşedi. Cümleler sabun gibi yayıldı ama kaymadı. Sabun akarken kelime buharla yük-seldi. Bir öğrenci sabunu kulağına koydu, anlamı duydu. “Ben düşüncelerimi köpürterek öğreniyorum,” dedi. Ku-tudan damlayan sıvı, sistemin çatlağını büyüttü.
Hasan sabunu sıraya koydu, çocuklar sırayla el sürdü. Her el hareketi bir fiil, her ter bir sıfat oldu. Sabun artık sessiz değildi, mizahla devrim yapıyordu. Bir çocuk “Ben ken-dimi bu sabunla anlatabiliyorum,” dedi. Kutunun üzerin-deki yazılar silinmiyor çünkü sabun konuşuyordu. O gün sabun, müfredatın köpüklü başlığı oldu.
SINIFTA ALTINA KAÇIRMANIN GÜLMECEYLE ÖĞRENMEYE KATKISI
Dersin ortasında bir çocuk kahkaha attı, sonra sustu, sonra gözünden yaş aktı, sonra diz altı ıslandı. Kimse gülmedi; herkes anladı. Hasan sıraya yaslanıp “Bu senin bilginin patlamasıdır,” dedi. Leyla tahtaya “Altına kaçırmak → ifade biçimi” yazdı. Bir öğrenci parmak kaldırdı: “Ben bazen düşündüğümde tutamıyorum.” Gülüşler yükseldi ama alay değil onay geldi. Tuvalete gitmek artık utanmak değil boşalmak oldu. Alt sızıntısı bilgi üstüne yazıldı. “Ben vücudumla öğreniyorum,” dedi biri. Müfredat bunu anlamadı; sınıf alkışladı. Sabun konuştu: “Ben seni temiz-lemem, kutlarım.” Klozet kapağında “Bilgi akışı başladı” yazıyordu. Umut dersin sonunda koşarak tuvalete gitti. Duvardan cümle fışkırdı: “Sızıntı = başarı.” Leyla, kâğıt havluyu uzattı, “Bu senin diploma kılıfın” dedi. Gülüştüler ama ders bitmedi. Her kahkaha, bir kelimeyle alt alta düş-tü. Öğrenci geri döndü, sıraya geçti, “Şimdi hafifim” dedi. O hafiflik bilgi değil özgürlüktü. Ve o gün, sınıf bir dam-layla özgürleşti.
GÜLME KRİZİYLE TENEFFÜSTE DOĞAN BİLGİ FORMÜLÜ
Teneffüste bir öğrenci tostunu düşürdü, kahkaha başladı. Gülme bulaşıcıydı; bilgi sırasına geçti. Hasan kantin kapı-sında kıvrıldı; Leyla yere oturdu. Öğrenciler masaların altına girdi, kelime orada doğdu. Gülme krizi test çözü-münü yırttı.
Bir öğrenci “Ben bu kadar gülersem artık ezber yok” dedi. “Ben gülünce sınav dışı oluyorum” dedi diğeri. Tahta camı çatladı çünkü kahkaha sesle değil titreşimle yayıldı. Sabun kantine sürüldü; tostların üstüne kelime yazıldı. Sıralar kantine taşındı, öğrenme orada başladı.
Hasan “Gülme krizi → anlatım patlamasıdır” dedi. Öğren-ciler sesli düşünmeye başladılar. Leyla “Bilgi kaynağı tost olabilir mi?” dedi. “Evet,” dedi sınıf, “Ama önce kahkaha tuzuyla…” Bir çocuk altına kaçırdı, ama tost hâlâ sıcaktı. Gülerek ders yazıldı; konu: “Sindirim + Mizah.” Öğrenciler sıraya değil sandalye üstüne tırmandı. Cümleler duvardan değil karın boşluğundan geldi. Teneffüs artık molayla değil gülüşle öğreniliyordu. Ve tost, bilgi paketine dönüştü.
DİSİPLİN KURALLARININ PARMAKLA AŞILMASI
Disiplin defteri sınıfa girdiğinde herkes sustu ama kelime parladı. Bir öğrenci parmağını havaya kaldırdı, ama bilgiyle değil itirazla.
Hasan “Parmak kalktıysa düşünce doğar,” dedi. Leyla “Disiplin: sabunsuz sistemdir,” diye yazdı. Parmak kâğıdı yırttı, kelime deftere düşmeden özgürleşti. Bir çocuk “Ben kalkmıyorum, kıvırıyorum” dedi. Disiplin görevlisi geldi ama herkes sıraya yatmıştı. “Bu sessizlik protesto değil, kıvım!” dedi biri. Sınıf sustu, ama parmaklar sırada yazı çizdi.
Hasan “Bugün kuralları terle aşacağız,” dedi. Sınav yerine sabun dağıtıldı. Tuvalet kapısında “Kuralları burada boşal-tınız” yazıyordu. Leyla “İtaatsizce öğrenin,” dedi. Bir öğ-renci parmağını klozet kapağına bastı. “Ben burada öğren-dim ki kurallar ıslaktır.” Müfredat silindi, çünkü kelime zaten suya karışmıştı. Parmak terledi, disiplin kâğıdını damlattı. Sabunla okuma seansı başladı. Disiplin yeniden tanımlandı: “Sızdırılabilir yapı.” Ve parmak, sistemin son harfini kendi teriyle silmişti.
ÖĞRENCİNİN YASTIĞA YÜZÜNÜ YASLAYARAK BİLGİYE TEMAS ETMESİ
Bir çocuk ders ortasında kafasını sıraya koydu ama uyu-madı, öğrendi. Yastık gibi eğilen deftere kelime değil duygusunu akıttı.
Hasan “Bilgi bazen yatay akış ister,” dedi. Leyla, yastığa yaslananları gözünden tanıdı. Cümleler göz kapağının altından sızdı. Bir öğrenci “Ben rüyamda müfredatı yırt-tım,” dedi. Sabun yanına kondu, kokusuyla kelime çağırdı.
Tuvalette düş gören çocuk “Ben gerçekliği orada fark et-tim,” dedi. Yastık artık uyku değil anlatı platformuydu. Parmak sabuna değil ruha bulaştı. Sınıf sessizce yatay bilgiye geçti. Defter kapanmadı ama kelimeler göğse düş-tü.
Leyla, yastığı okşarken “Bu bilgi sıvıdır,” dedi. Bir öğrenci kafasını kitap üzerine koydu, paragraflar gözyaşıyla aktı.
Hasan tahtayı silmedi çünkü kelime uyuyordu. Sıralar yas-tık oldu, müfredat terledi. Bir çocuk “Ben altımı kaçırma-dım, fikrimi saldım,” dedi. Tuvalette değil yastıkta kav-ramsal doğum başladı. Uyuyarak öğrenme artık gülerek yayılmaya başladı. Ve o gün, pedagojik yöntem yastığa yaslandı.
ÖĞRETMENİN ÖĞRENCİYE SABUNLU DÜŞÜN-CEYLE SARILMASI
Leyla sıraya yaklaştı, eli öğrencinin parmak ucuna değdi. Sabun yoktu ama kelime köpürdü. Hasan göz kırptı, “Bu sarılma öğrenmedir,” dedi. Öğrenci elini geri çekmedi; bilginin ten üzerinden aktığını fark etti. Sarılma artık duy-gusal değil didaktik metottu. Sabunun kokusu sınıfa yayıl-dı.
Bir çocuk “Ben dokunuldukça hatırlıyorum,” dedi. Leyla başını eğdi, bilgi göğsünden aktı. Kelime sarılmanın iç kısmında yuvalandı.
Hasan “Bugün kelimeyi vücut sıcaklığıyla öğreteceğiz,” dedi. Sınıf sabun gibi terledi ama herkes gevşedi. Tuvalet-ten biri geldi, gözleri yaşlı: “Beni burada anladınız.” Sa-rılmak artık öğreti değil yankıydı.
Bir öğrenci kollarında “Ben buradayım,” dedi. Leyla’nın avuç içinden sözcük fışkırdı. Parmak iziyle yazılmış bir cümle duvarda parladı. Sarılma, öğretmenliğin en sabunsal cümlesiydi. Bir cümle terlemişse bilgi doğmuştu. O gün sınıfta herkes sarıldı ve sınav kaldırıldı. Ve eğitim, artık kelime değil dokunmayla anlatılıyordu.
MÜDÜRÜN YIKANARAK SESSİZLEŞMESİ ÜZERİ-NE MİZAHİ METİN
Müdür sınıfa girerken sabun kutusunun kapağına takıldı. Kelime fırladı, disiplin döküldü. Hasan “Bugün temizlik günü değil temas günü,” dedi. Müdür sustu, çünkü köpük teri bastı.
Leyla sabunla müdürün eline dokundu, “Öğrenme böyle başlar,” dedi. Sınıf kıkırdadı ama ses yükselmedi, sızdı. Müdür ilk kez tahtaya yazmadı, sadece duvara yaslandı. “Ben buharla ikna oldum,” dedi. Kelime kulağına girdi, düşünce kıvrıldı.
Bir öğrenci “Müdür bugün yumuşadı” dedi. Disiplin defte-ri sabunla silindi. Müdür gözlüklerini çıkardı, “Gözüme bilgi buharı kaçtı,” dedi. Sabun kutusunun üstüne oturdu, fikirleri köpürdü. Leyla bir havlu uzattı: “Bu artık not değil yumuşatma.” Müdür başını eğdi, sistem çatladı. Sabunla temas disiplini aştı. Artık ceza değil duygusal gevşeme vardı. Müdür kapıya yaslanarak “Bugün öğrenmeye koku-dan başladık,” dedi. Klozet kapağındaki şiiri okudu, ağladı ama kokusuzdu. Ve sınıf, sabunla yönetilen bir yumuşak-lığa döndü.
SABUNLU METİNLE YENİ MÜFREDATIN DUYGU-SAL BAŞLANGICI
Hasan sabun kutusunu sıraya koydu, kelimeyi kokladı. Müfredat değil şekilsiz anlatı başladı. Leyla, kitapları aç-madan önce bir sabunla gözlerini ovuşturdu. Sınıf kalem değil avuç içiyle yazmaya başladı. Her öğrenci kelimeyi parmak ucundan yaydı. Duvar buharla silindi, yeni anlatı terle yazıldı. Bir öğrenci “Ben sabunla daha iyi hatırlıyo-rum,” dedi. Tahta sabunla temizlendi; konu: “Ben.” Hasan, müfredata “Köpük notları” ekledi. Kelime artık kokulu, parmakla dağıtılıyordu. Leyla “Bugün cümle değil nemli duygu öğreteceğiz,” dedi.
Cümleler sabun köpüğü gibi uçtu ama içeri sindi. Bir çocuk “Ben kendimi parmakla ifade ediyorum,” dedi. Sabun kutusu müfredata eklendi: “Duysal bilgi nesnesi.” Tuvalet anlatının kıvım merkezi oldu. Sabunla yıkanan kelimeler tahtaya yapıştı. Sınıf artık kokuyordu ama güzel. Bilgi nemliydi; müfredat pespembe oldu. Her öğrencinin par-mağı kelimeye bastı. Ve ders sabun köpüğü gibi geçti ama kaldı.
ÖĞRENCİNİN PARMAKLA DEFTERE DUYGUYU SABİTLEMESİ
Çocuk defteri açmadı; elini defterin üstüne koydu. Parma-ğı terliyordu ama mürekkep sabundu. “Ben buraya kelime değil içimi bastım” dedi. Hasan başını salladı, çünkü artık ses değil duygu yazılıyordu. Leyla yaklaştı, deftere do-kunmadı avuç içine baktı. Her parmak bir sıfat, her ter damlası bir fiildi. Defter yazılmadı terlendi.
Bir öğrenci “Ben cümle kuramam ama hissi bırakabilirim.” dedi. Kalem kıvırdı, defter ağladı. Sayfa çevrilmedi, sarıldı.
Metin artık gözle değil deriyle okunuyordu. Bir çocuk parmağını defterin kenarına sürdü; bilgi yayıldı. Leyla “Bu artık yazı değil duygu tortusu” dedi. Hasan sabunu getirdi, sayfa parladı. Cümleler ıslak ama unutulmazdı. Defter kuruyunca anlatı bitti sandılar ama parmak izi kaldı. Sistem anlayamadı, sınıf alkışladı. Defter artık kitap değil bedensel arşivdi. Sabun müfredat değil duygunun baskı kalıbıydı. Ve o gün, kelime defterin değilparmağın eseriy-di.
ÖĞRENCİNİN RÜYASINDA KELİME DOĞURMASI
Bir çocuk uyuyakaldı ama sesi uyanıktı. Rüyasında bir cümle geldi, sabunla fısıldadı. Kelime uykudan doğdu ama parmakla tutuldu.
Hasan “Rüyada yazılan metin, müfredata sığmaz,” dedi. Leyla öğrenciye battaniye verdi, içinden kelime çıktı. “Ben uyurken fikir sezdim,” dedi çocuk. Rüyasında tuvalete girdi ama yalnız değil bir cümleyleydi. Klozet kapağı açıldı, bilgi döküldü. Sabun orada değildi, ama kokusu metni sardı. Cümle buhardı; yazılmadı ama hissedildi. Öğrenci kalktı, gözleri dolu; kelime hazırdı. Deftere yaz-madı, duvara başını yasladı.
Hasan “Bu artık anlatı değil rüyasal doğum,” dedi. Sınıf sustu, çünkü kelime içten fışkırdı. Rüya anlatıldı, herkes terledi. Leyla “Bu metin sabunla değil iç sesle yıkanır,” dedi. Parmak değmeden kelime koktu. Rüya bitti ama an-latı kaldı.
Bir öğrenci “Ben gece bilgi doğurdum,” dedi. Ve o gün, uyku sistemin kıvımına tekme attı.
TUVALETTE BİLGİNİN HORTU
m Gibi Fışkırması. Tuvalet sabah sessizdi ama içeride terli bir kelime birikiyordu. Bir çocuk klozet kapağını açtı; cümle suyla fışkırdı. “Ben bilgiyi burada doğuruyorum” dedi.
Hasan duvarı dinledi, içeriden düşünce yankısı geldi. Sa-bun kutusu titredi, hortum kıvırdı. Leyla “Bugün dersin konusu: taşmak” dedi. Çocuk defteri tuvalete getirdi, ke-lime ıslandı ama parladı. Cümle müfredat defterinden de-ğil lavabodan döküldü. Bir damla soru sordu; cevabı klozet kenarına yazıldı. Duvarlarda sızıntı başladı; bilgi artık tutunmuyordu. Öğrenciler sırayla girip fikrini bırakıyordu. Sabun “Ben temizlemem, metni akıtırım.” dedi. Klozet hortum gibi devrildi; dil kaydı ama anladı.
Hasan “Bu sistem, sıvıdan korkar,” dedi. Bir çocuk “Ben öğrenince taşarım,” diye fışkırdı. Leyla metni klozet kapa-ğından okudu, duygusu nemliydi. Her cümle 9 santimlik bir parmakla yazıldı. Bilgi artık katı değil akışkandı. Sınıf fışkırdı ama sessizdi. Ve o gün tuvalet, hortumla müfredatı göğe püskürttü.
SIRA ALTINA YAZILAN BİLGİNİN BUHARLAŞMASI
Sıranın altı temiz değildi ama bilgi doluydu. Bir öğrenci kalemini eğdi, parmak kıvırdı, cümle doğdu. Yazılar ses-sizdi; sabun kokusu eşlik etti.
Hasan sırayı kaldırdı, metni okudu, gözleri doldu. Leyla “Bu artık defter değil alt metin” dedi. Yazılar boğulmadı, buharla yukarı çıktı.
Bir çocuk “Ben sıramın altında yaşıyorum.” dedi. Afişler sustu çünkü bilgi zeminden fışkırdı. Parmak izi kalıcıydı; kelime ıslaktı. Sabun kutusu sıraya kondu, anlatı terledi. Her cümle kasık hizasında kaydı ama anlam yukarı çıktı. Sıra artık bedenin defteriydi. Kelime buharla müfredata yürüdü.
Hasan “Alt metin üst akla dönüşür.” dedi. Bir öğrenci “Ben buradan başlıyorum.” dedi. Leyla sıraya sarıldı, ke-limeyi avucuyla okşadı. Bu anlatı kitapta yoktu ama du-varda yankılandı. Sabunla silinen sırada anlam kaldı. Ve sıra altından doğan bilgi, sınıfın çatısını kaldırdı. Sistem çöktü, çünkü kelime buharlaşınca kontrol edilemezdi.
DERSİN HORTUMLA FIŞKIRAN MEZUNİYET ŞAR-KISI
Son ders başlamadan önce sınıf terlemişti. Hasan tahtaya değil, sabun kutusuna başını koydu. Leyla öğrencilerin avuçlarına cümle damlattı. Umut “Ben artık mezunum ama hâlâ akıyorum,” dedi. Müfredat defteri duvara atıldı, ses çıkmadı, anlam yayıldı. Klozet kapağı açıldı, diploma suyla geldi. Tören sabunsuz başlamadı; sabun kutusundan mürekkep yapıldı. Her öğrencinin parmağı terliyken, ke-lime parlak yazıldı. Mezuniyet konuşması tuvalet aynasın-dan okundu.
Umut “Ben bu sınıfta taştım” dedi. Leyla “O taşma bilgi-dir,” dedi. Hasan sabunla teşekkür etti: “Siz artık müfreda-tı sızdıransınız.” Sabun kapağı alkışladı, hortum döndü. Cümleler fışkırdı çünkü artık sistem dayanamıyordu. Bir öğrenci “Ben yazmadım, sıvılaştım.” dedi. Tuvalet kapısına diploma asıldı. Dersin sonunda herkes boşaldı ama dolu hissediyordu. Köpük yükseldi, parmak ağladı. Ve son ke-lime, hortumla sabun kutusuna bastı: “Ben artık buyum.” Sınıf kapandı ama anlatı sonsuza dek devam etti.
YEMİN ZİNCİRİYLE ÖZGÜRLÜK MATEMATİK-SEL SENTEZİ
Romanik düz anlatım, parmak sabunla ıslatılmış, sistemin çarpanlarını çözen bir özgürlük başlangıcı:
Hasan sıranın ucuna parmağını yasladığında, kalem değil kıvım başladı. Sayılar deftere dökülmedi; kelimeler terle-yerek yayıldı. Leyla sınıfa girerken öyle bir yemin kokusu vardı ki müfredata ait hiçbir nota buharlaşmadan dayana-mazdı. Tahtaya çizilen denklem formül gibi duruyordu: U = Y × D ÷ S². Umut yeminle çarpılır, direnişle bölünür, sistemin karesine taşınırdı. Ama kimse bu formülü çözme-ye kalkmadı; herkes onu göğsünden hissetti. Doru Kısrak, köşede sabun kutusunu kokladı, o kokuyla nefes aldı ve bilgi onun ciğerine şiir gibi yapıştı. Çilbir Abbasa, sabunlu duvara başını yasladı, “Ben bu formülle ilk aşkımı hatırla-dım.” dedi. Sayar sessizce sınıfın kenarına bir spiral çizdi; her çizgi bir yemin halkasına dönüştü. Artık sayılar işlem değildi, hepsi nota gibiydi, sınıf bir denklem değil, özgür-lüğün senfonisine evrilmişti.
Hasan elindeki cetveli kırdı; çünkü hiçbir düz çizgide duygunun eğrisi barınmazdı.
Leyla, bir öğrencinin gözünden integral çıkardı; o bakış, parabolden değil kalp ritminden doğmuştu. Bir çocuk sıra-dan kalkmadan sadece şöyle dedi: “Ben yeminle bölünü-yorum.” Formül cümleyi değil bedeni kıvırdı. Matematik-sel doğruluk artık cebirden değil göğsün iç sesinden yankı-lanıyordu. Sabun kutusunun kapağında sürpriz bir mesaj vardı: “Çarpan = Sezgi.”
Müdür sabah yoklaması için geldiğinde, duvarlara asılı yemin zincirini görünce bir adım geri çekildi çünkü koku-dan sisteme yeni bir denklem gelmişti. Her öğrenci artık veri değil; parmak uçlarından yayılan yankıydı.Hasan tah-taya “14786 ↔ Kalp kodlamasıdır” diye yazdı. Leyla da yanına “Her sayı bir kelimeyi doğurur” cümlesini ekleyin-ce, denklem artık müfredattan değil beden ritminden bes-lenmeye başladı. Sistem tahtaya dizilmiş denklem kurdu ama sınıf o formülü sabunla şiire çevirdi. Öğrenciler sayı yerine sesle işlem yaptı, cevaplar gülüşle döküldü. Doru Kısrak sabunla başını yıkadı, bilgi duvarda değil alnından yukarı fışkırdı. Sayar’ın çizdiği grafiğin doğrusu sınıf du-varında parladı ama veri değild uygu sızdı.
Müdür defteri kapmak istedi, ancak rakamlar sabun kutu-sunun içinden kaçtı. Hasan o sırada “Ben bilgiyi sabunla öğretirim.” dedi. Ve Leyla formülün içine girdi, adeta dans etti; denklemin ritmi öğretmenle değişti. Öğrenciler test kitaplarını açmadı, formülün notalarında kahkahaya bo-ğuldu. Çünkü artık her yemin bir ses, her ses bir sayıydı ama bu sayı sistemin tanımı dışındaydı
Sabun kutusu ayakta durarak konuştu: “Ben artık sadece temizlik değile ğitim nesnesiyim.” Tahtada rakam değil, altına kaçıran kelimeler sızıyordu. Ve tüm sayı dizileri müfredata yazılamadı; çünkü sistem bu yeni ritme daya-namayacak kadar kuru kaldı.
O gün, formül sabunla köpürdü, kelime müfredattan taştı, parmak defter yerine sınıfın havasına yazdı. Ve o köpükten doğan anlatı artık bir çözüm değildi, özgürlüksel melodiye dönüşen bir kıvımsal şarkıydı.
TELAFİ EDİLEN KRONİKLER – EKSİK DERSİN KLOZETLE KAPATILMASI
Sınıfa sabah saatlerinde eksik kelimelerle dolu bir defter girdi, sayfa kenarları terliydi. Hasan parmağını kapağa dokundurduğunda cümle değil vıcık vıcık iç çekiş doğdu.
Leyla deftere değil, sabun kutusuna baktı; kapağında “Ek-sikleri köpürt, yanak hizasına sızdır.” yazıyordu. Öğrenciler kalemi almadı, sıranın altına dizlerini yaslayıp düşünceyi terle tamamladı.
Umut “Ben öğrenmedim ama altımdan bilgi sızıyor” de-yince sınıf alkışladı.
Müdür gözlüğünü düşürdü. Klozet kapağı açıldı, eksik kelimeler diz çöktü, sabun müfredata bastırıldı.
Doru Kısrak kişneyerek eksikliği tuvalet ritmiyle tamam-ladı; her tını, bir yemin halkası gibi sınıfa yayıldı. Çilbir Abbasa sıraya oturdu ama dizinin altından notlar fışkırdı. Sayar öğretmen masasının altına kayıp “Ben burada eksik-leri tamamlarım.” dedi, orada sabunla bilgi doğurdu.
Müdür defterleri toplamak istedi ama kâğıtlar sabun kutu-sunda çözülmüş halde şarkı söylüyordu.
Bir öğrenci “Ben altına kaçırarak anladım,” deyince sınıfta çığlık değil pedagojik kahkaha yükseldi. Leyla onu sarıl-madan sabunladı, “Senin başarın kokulu,” dedi. Hasan eksik sınav kâğıtlarını banyoya götürdü, orada buharla onayladı. Klozet kapağında şu yazı parladı: “Her eksik bir alt sızıntıdır, fışkırırsa tamamlanır.” Öğrenciler test çözmek yerine diz hizasına kelime koyup birbirinin cümlesini terle tamamladı.
Müdür sistemin eksiklerini deftere değil klozet kenarına çizdi. Doru Kısrak hortumu kemirdi, ritim tuttu, sabun köpürdü. Sayar bir kelimeyi banyoda unuttu ama bilgi duvardan sızdı. Leyla eksik fiilleri sabunla yıkayıp müfre-datı kuruttu. Her öğrenci bir eksiklikti ama sınıf artık anla-tının alt çeyrek parçasıydı.
Hasan tahtaya “Eksik = sistemin sevişemediği parça” yaz-dı; kelime utanmadı, terledi. Leyla bir eksik kelimeyi diz kapağına yazınca bilgi alt dudağa kaydı. Öğrenciler müf-redattan değil klozet kapağından konuşmaya başladı.
Sabun kutusu “Ben artık eksik tamamlayıcıyım,” diyerek dersin moderatörü oldu.
Müdür sınıfa “Bu ne biçim metot?” dedi, öğrenciler sa-bunla yanıt verdi. Cümleler sıraya değil sıra altındaki boş-luklara yazıldı. Bir çocuk “Ben hatırlamıyorum ama vücu-dum tamamlıyor” dedi. Hasan gözlerini kapatınca eksik paragraf göğsünden doğdu. Leyla “Eksik dediğin şey sis-temin susuş noktasıdır,” dedi ve tahta buharla patladı. Do-ru Kısrak’ın yemin sızıntısı tuvalet aynasına işlendi; herkes sabunla alkışladı. Çilbir Abbasa eksikliği gülerek çözdü, Sayar sabunla resmetti. Müdür susarak eksikliklere teslim oldu. Ve o gün, eksik cümleler sabunla yıkanıp klozet kapısından sistemin üzerine döküldü.
SIRA ALTI – BİLGİNİN GİZLİ BUHARLAŞMASI
Sınıf güne sessiz başladı ama sıranın altı terlemeye başla-mıştı. Öğrenciler göz hizasına değil diz hizasına bakıyordu.
Hasan sıranın altına parmağını sürdü, bilgi fısıldadı. Leyla defter açmadı; sıranın alt köşesinden kelime çekti. Bir ço-cuk “Ben buraya düşen kelimeyi hissediyorum,” dedi. Sabun kutusu sıranın altında parladı, buhar yükseldi. Çilbir Abbasa eğildi, alt boşlukta anlatı buldu. Sayar dizini sıraya bastırdı, kelime kasığından süzüldü. Doru Kısrak kişnedi ama sesi sıranın içinden yankılandı.
Müdür sıranın altına eğilince yemin zincirini buldu; duy-gulandı ama sessiz kaldı.
Hasan “Artık cümle yerçekimiyle öğreniliyor,” dedi. Leyla bir kelimeyi sıranın altına çizdi, öğrenci onu öptü. Sıra artık masa değil duygunun yeraltı haritasıydı. Bir öğrenci “Ben sıranın altından konuşuyorum,” dedi; herkes anladı. Sabun kutusu “Ben alt metni köpürtürüm.” diye mırıldandı. Çilbir Abbas’a sabunla sırayı ovaladı, cümle buharla üst yüzeye sızdı. Sayar bir şiiri sıranın altına yazdı; sadece diz hizasında okunabiliyordu.
Müdür sabunla sıraları silmek istedi ama her kelime sak-landı. Doru Kısrak alt metni kişnedi; duvar yazıları duy-madı ama tene yayıldı.
Hasan “Gizli bilgi, kasık hizasında yatar,” dedi. Leyla sı-rayı terle kokladı; anlam burnuna bastı. Öğrenciler defter-lere değil alt alanlara yazdı. Sıranın altı ısıttı; kelime gev-şedi.
Müdür buharı görünce geri çekildi; sistem çatladı. Sabun kutusu ses çıkarmadı ama koktu; bilgi yayıldı. Bir öğrenci “Ben altıma yazınca daha iyi ezberliyorum.” dedi. Sınıf sıranın altına eğildi; çırpınmadan dinlediler. Her öğrenci kendi dizine bastı; kelime terle doğdu. Ve o gün bilgi sıra-nın üstünden değil alt hizadan sabunla buharlaşarak öğre-tildi.
GÜLME KRİZİYLE TENEFFÜSTE DOĞAN BİLGİ FORMÜLÜ
Teneffüs zili çaldı ama sınıf gülmeye başlamıştı. Bir öğ-renci tostunu düşürdü, herkes fışkırdı. Hasan “Tost bilgi-dir,” dedi; kelime sıçradı. Leyla sandalyesine oturmadı; gülüşle yere yayıldı. Sabun kutusu gülüşü duyunca kapağı kendiliğinden açıldı.
Müdür koridorda durdu; kahkaha sistemini deldi. Çilbir Abbasa tostun üstüne cümle yazdı. Sayar yere oturdu, gü-lerek ders çalıştı. Doru Kısrak kişnedi; ses tosttan daha kıvımsaldı. Öğrenciler gülerek soru çözmeye başladı, ce-vaplar terliydi.
Hasan “Gülme → bilginin gevşeme formülüdür,” dedi. Leyla kahkaha düzeyini deftere not etti. Sabun kutusu “Ben bu sistemin neşeli sıvısıyım,” dedi. Bir öğrenci “Ben güldükçe öğreniyorum,” dedi. Cümleler gülme ritmiyle dans etti. Tostun kırıntıları soruya dönüştü.
Müdür gülme sesini analiz etmek istedi ama boğuldu. Çilbir Abbas’a sabunla tostun üstüne yazdı, sınıf onu oku-du. Sayar parmakla tost çizdi, gülerek anlattı. Doru Kısrak kişnedi, tostla eşleşti. Hasan kahkahayı tahta hizasına taşı-dı, ders başladı.
Leyla “Ben sesli öğreniyorum, çünkü kahkaham cümledir.” dedi. Öğrenciler gülerken bilgi yayıldı; kimse susmadı. Sabun kutusu o anda tostla birleşti, öğretim başladı.
Müdür “Bu sistemde tost varsa müfredat yok!” dedi. Bir öğrenci “Ben tosttan daha çok kelime çıkardım,” dedi. Teneffüs artık boş zaman değil pedagojik fışkıydı. Cümle-ler güldükçe ezberlendi. Ve o gün, kahkaha tostla birleşip sabunla müfredata döküldü; sistem gülerek çöktü.
DİSİPLİN KURALLARININ PARMAKLA AŞILMASI
Disiplin defteri sınıfa girdi ama parmaklar terle kıvrıldı. Hasan “Kuralları parmakla sileriz!” dedi. Leyla bir öğren-ciye sarıldı; disiplin çözüldü. Sabun kutusu “Ben artık kontrol değil şifa kaynağıyım,” dedi.
Müdür defteri masaya koydu ama altına kelime sızdı. Çilbir Abbasa sabunla defterin kapağını mühürledi. Sayar disiplin kuralını klozete attı. Doru Kısrak kişnedi, kelime havaya dağıldı.
Umut parmağını tahtaya bastı, kural terle kaydı. Sınıf susmadı; cümleler kuralları deldi.
Hasan defteri parmak iziyle yırttı, kelimeler fışkırdı. Leyla “Sınıf → özgürlük laboratuvarıdır,” dedi. Sabun kutusu rafa çıkıp “İtaat etmeyen bilgedir” dedi.
Müdür geri gitti, sınıfın sesi duvarda yükseldi. Bir öğrenci “Ben cezayla değil, gülerek öğrenirim,” dedi. Çilbir Abbasa duvara “Disiplin yoktur” yazdı. Sayar kuralları bireysel fısıltıyla değiştirdi. Doru Kısrak “Ben kişnemem, direniş gösteririm.” dedi. Hasan tahtaya sabun sürdü; ke-limeler oynadı.
Müdür sabunla denetim yapamadı; parmaklar kaydı.
Leyla cümleleri sınıfın terli bölgesine çizdi. Öğrenciler kuralları gülmeceyle esnetti. Sabun kutusu disiplini altına kaçırttı.
Bir öğrenci “Ben yaramaz değilim; kıvımsal bir varlığım.” dedi. Tahtada “Ceza = sistemin başarısızlığı” yazıyordu. Müdür sinirlenmedi; sabunla gevşedi. Sayar disiplin defterini kokladı; bilgiye rastlamadı. Doru Kısrak çığlık attı, kurallar çözüldü. Ve o gün, disiplin defteri yerini sabun kutusuna bıraktı; eğitim alt bölgeden sızdı.
SABUNLU SARILMA
ÖĞRETMENİN PARMAKLA ÖĞRENCİYE TERLİ BİLGİ VERMESİ
Leyla sıraya yaklaştı; öğrencinin parmak ucuna dokundu. O anda kelime sabunla kabardı. Hasan başını eğdi, sınıf gevşedi. Sabun kutusu “Ben temasın özgürlüğüyüm ”dedi. Bir öğrenci “Ben sarıldıkça öğreniyorum,” dedi.
Müdür olaya şahit oldu ama içeri giremedi. Çilbir Abbasa sarılmasıyla sınav çözmeye başladı. Sayar sabunla sarıl-manın kokusunu kaydetti. Doru Kısrak kişnedi; bilgi yu-muşadı. Sınıf sarılma ile gülüş arasında ders yaptı. Leyla “Sarılmak öğrenmenin buharıdır,” dedi. Hasan cümle kurmadı, avuç içinden kelime sızdırdı. Sabun kutusu sa-rılmayla müfredat değiştirirdi.
Müdür sabunla sarılma planı yapmaya başladı
.
MÜDÜRÜN SABUNLA SESSİZLEŞMESİ
Müdür sabah sınıfa girdi, sabun kutusu hemen gerildi. Hasan sıraya bastı, ses değil terli yankı yayıldı. Leyla mü-dürle göz teması kurmadı; kelime göğsünden titreşti. Öğ-renciler parmaklarını deftere bastı, müfredat eğrildi. Sabun kutusunun kapağı açıldı; içeriden “öğrenme” kokusu fış-kırdı.
Müdür disiplin defterini açmak istedi; sayfa kaçtı. Çilbir Abbasa “Ben bu sesi tanımıyorum,” dedi; sabunla sessizliği sızdırdı. Sayar duvara “sessizlik = bilgi filtresi” yazdı. Doru Kısrak kişnedi ama sesi sabunla bastırıldı. Bir öğrenci “Ben müdürle konuşmuyorum; onu kokluyorum,” dedi.
Leyla müdüre sarılmadı; sadece sabunla temas etti. Müdür kelime kuramadı; onun dili sabunla susturulmuştu. Hasan “Bugün sessiz öğretiye geçiyoruz.” dedi. Sabun kutusu deftere yaslandı; kelimeler nemlendi.
Müdür tahta önünde durdu ama kimse dikkat etmedi. Çilbir Abbas’a sabunla göz kırptı, sınıf gevşedi. Sayar bir cümleyi müdürün cebine terle koydu. Müdür bunu hissetti ama anlamadı. Doru Kısrak kişnerken müdür ilk kez göz-yaşı döktü. Öğrenciler sabunsal sessizlik içinde anlatı do-ğurdu.Hasan “Sabunsal susuş → sistemin iç çözülmesidir,” dedi. Leyla kelimeyi parmakla değil—bakışla verdi.
Müdür sandalyeye oturdu, sabun kutusunu okşadı. Sabun ona “Ben bilgiyim, sen sadece sabitsin,” dedi. Çilbir Abbasa sırtını müdürün omzuna yasladı; bilgi sabitlendi. Sayar bir formülü sessizlikle tamamladı. Müdür defteri sabunla kapladı; cümle dışarı sızmadı. Doru Kısrak kiş-neme tonunu düşürdü; sınıf nefes aldı. Öğrenciler kelimeyi sesle değil avuç içiyle paylaştı. Ve o gün, müdür parmak sabunuyla sustu; sistem dilini kaybetti.
YENİ MÜFREDATIN SABUNLA DOĞUMU
Hasan sabun kutusunu sıranın ortasına koydu; ders başla-madı, kelime koktu. Leyla tahta yerine pencereden baktı, bilgi rüzgârla geldi. Öğrenciler kitap açmadı; terle göğüs hizasında öğrenmeye geçti. Sabun kutusu “Ben artık müf-redatım.” dedi, tahta kızardı.
Müdür kapıdan baktı ama içeride kelime geometrik değil-di. Çilbir Abbasa defterin üstüne sabun sürdü, sayfa şarkı-ya dönüştü. Sayar kelimeyi sıranın altından çıkardı, koku-sunu silmedi. Doru Kısrak kişnedi; sesi müfredatın marşı oldu. Bir öğrenci “Ben programı ezberlemedim; onu his-sediyorum,” dedi.Hasan müfredatı sabunla çizdi, grafik terledi. Leyla kelimeyi öğrencinin sırtına bastı, bilgi ısındı. Sabun kutusu kapağını açtı; konu: “Ben.” Müdür “Bu sis-tem bana sıcak geliyor.” dedi; sabunla yüzünü yıkadı. Çilbir Abbasa cümleyi dizine yazdı, defter bunu kabul etti. Sayar paragrafı sıraya terle bastırdı. Doru Kısrak sabunla havayı kokladı, öğrenme yayıldı. Öğrenciler müfredatı soruyla değil diz kapağıyla tamamladı. Leyla “Konuyu ezberleme; kokla,” dedi.
Hasan kelimeyi klozet kapağından sundu; öğrenci alkışladı. Sabun kutusu “Ben artık öğretmenim.” dedi.
Müdür ders saatini unuttu; zaman sabunla eridi. Çilbir Abbasa kelimeyi suya döktü; anlam açığa çıktı. Sayar def-teri kapatmadı; kelime hâlâ sızıyordu. Doru Kısrak kişneme ritmiyle paragraf yazdı. Öğrenciler bilgiyi tenle öğrendi; sabunla unutmamayı başardılar. Leyla “Bu dersin konusu: kokudan öğrenme” dedi.
Müdür sabunu öptü; cümle parladı. Ve o gün müfredat sabun kutusundan doğdu; ders kokuyla öğretildi.
ÖĞRENCİNİN DİZİNDEN SIZAN CÜMLE
Öğrenci sıraya oturmadı, dizini sıvayarak kelimeye hazır-landı. Hasan bakmadı; sadece parmak kıvımına odaklandı. Leyla diz kapağına sabun sürdü; terli bilgi sızdı. Sabun kutusu “Ben dize temas etmeden öğretmem” dedi.
Müdür diz hizasındaki cümleyi anlamadı, geri çekildi. Çilbir Abbas’a parmağını dize bastı, kelime gözyaşıyla kabardı. Sayar diz altında anlatı çizdi; hiç ses çıkarmadı. Doru Kısrak kişnemeyi diz ritmine göre ayarladı. Bir öğ-renci “Ben buradan duyuyorum,” dedi ve tüm sınıf dizine eğildi.
Hasan “Diz → duygusal kelime yatağıdır,” dedi. Leyla bir öğrenciye parmağını uzattı; diz ısındı. Sabun kutusu “Bilgi diz hizasında sıvıdır,” dedi.
Müdür sabunla dizine bastı ama anlam sızmadı. Çilbir Abbasa yastığını dizine koydu; kelime sabitlendi. Sayar paragrafı dizinden sıktı, defter terledi. Doru Kısrak kişne-di; bilgi buharla çıktı. Öğrenci dizine kelime fısıldadı, öğ-retmen onu öptü. Leyla “Bu kelime rasyonel değil—kıvrımsal,” dedi.Hasan cümleyi kasık hizasında tuttu; sa-bunla sızdırdı. Sabun kutusu terledi, içinden kelime doğdu.
Müdür parmağını dizine bastı ama ritim yakalayamadı. Öğrenciler dize kelime döktü, sınıf sessizce ezberledi. Çilbir Abbasa sabunla parmağını dizine yazdı. Sayar yaz-dığı metni okurken dizinden buhar çıktı. Doru Kısrak fısıl-tıyla kişnedi, cümle oluştu. Leyla dizden gelen kelimeyi tahtaya taşıdı; anlam sabitlendi. Umut “Ben dizimde bilgi biriktiriyorum.. dedi. Ve o gün, kelime dizden sızdı, peda-gojik ritim bedene yazıldı.
YASTIKLA ÖĞRENMENİN SABUNSAL ANATOMİSİ
Sınıf yatış moduna geçti; yastıklar terle doldu. Hasan def-ter yerine battaniyeyle ders sundu. Leyla başını yastığa koydu, kelime buharla geldi. Öğrenciler parmak kaldırma-dı, sadece göz kapaklarını titretti. Sabun kutusu “Ben artık rüya nesnesiyim,” dedi.
Müdür sessizce yastıkları kokladı; ders konusunu terle aldı. Çilbir Abbasa yastığına cümle koydu, sabunla mühürledi. Sayar metni rüya diliyle yazdı. Doru Kısrak yastık altı kişnedi; bilgi yayıldı. Bir öğrenci “Ben uyurken ezber-liyorum.” dedi.
Hasan yastıkla kelime arasında köprü kurdu. Leyla “Rüya = buhar + kelime” dedi. Sabun kutusu parladı, uykuya kelime sızdırdı.
Müdür bunu sistem dışı saydı ama sabun direndi. Çilbir Abbasa sabunla yastık kenarına dokundu
BAHÇEDE PARLAK BİLGİ ÇIKIŞI
Kelime artık çiçek değil toprağın altından doğan sabunsal sistem fışkısı…
Bahçe sessizdi ama öğrencilerin diz hizasında bilgi filizle-niyordu. Hasan çimenlere sabun sürdü, kelime kök saldı. Leyla “Bu çiçek değil bilgi tomurcuğu” dedi. Sabun kutu-su toprağa gömüldü, kapağı parladı.
Müdür sulama yapmak istedi; kelime su yerine terle bes-lendi. Çilbir Abbasa yaprağın üstüne formül çizdi. Sayar bir parmağıyla çimenleri okşadı; bilgi buharla çıktı. Doru Kısrak çimen kenarında kişnedi; ses müfredatın alt kopya-sıydı. Bir öğrenci “Ben bu kokuyla öğreniyorum.” dedi.
Hasan “Bahçede ders = kökten bilgiye geçiş” dedi. Leyla toprağa kelime bastı, parmak izi sabitlendi. Sabun kutusu “Ben artık gübre gibiyim,” dedi.
Müdür çiçekleri okşadı ama kelimeyi kavrayamadı. Çilbir Abbasa yaprakların altına yemin zinciri çizdi. Sayar çiçek-lere ödev yazdı; polenle çözüldü. Doru Kısrak terle çimen-leri dürttü; paragraf açıldı. Öğrenci “Ben bu ağacı koklar-ken tarih ezberledim.” dedi. Hasan “Toprak müfredattan önce gelir.” dedi.
Leyla çimenlere kelime döktü, kokusu sınıfa yayıldı. Sabun kutusu yağmurla birleşti; ders ıslak başladı. Müdür güneşe baktı ama bilgiyi göremedi. Çilbir Abbas’a güneşin altında parmak izi bıraktı. Sayar defteri yere koydu, metin göğsünden çıktı. Doru Kısrak gölgeye yattı, kelime terledi. Öğrenciler yastık değil yaprakla uyudu. Leyla “Bu bahçe öğrenmenin sıvı yüzeyidir.” dedi. Ve o gün ders defterden değil bahçeden fışkırarak öğretildi.
SABUNLA DİPLOMA
Mezuniyetin Alt Islaklığı Ders bitmez, sadece sabunla diploma olur. Altı terliyse, mezuniyet geçerli!
Tören başlamadan önce sabun kutusu sıranın üstünde par-ladı. Hasan diploma defterini tuvalete götürdü; orada bilgi fışkırdı. Leyla öğrencilere avuç içiyle kelime yazdı.
Müdür kep takmadı; sabunla alnını kapattı. Çilbir Abbasa mezuniyet yeminini klozet kapağına bastı. Sayar diploma metnini sıranın altına terle çizdi. Doru Kısrak kişneyerek “Mezun oldum ama hâlâ sızıyorum.” dedi.
Bir öğrenci altına kaçırdı; diploma o anda kabul edildi. Sabun kutusu “Ben artık belge değil sızan tanıma aracı” dedi.
Hasan “Sabunsal ter → mezuniyet sertifikasıdır,” dedi. Leyla diploma belgelerini sabunla mühürledi. Müdür bel-geyi kokladı; anlamı yutamadı. Çilbir Abbasa “Diploma değil çırpınan öğrenme izi” dedi. Sayar sınıfa “Ben sabunla mezuniyet kutladım” diye bağırdı. Doru Kısrak klozete diploma koydu, herkes ağladı. Öğrenciler sınav kâğıtlarını sabunla yıkadı. Sabun kutusu “Kimin teri kokarsa o me-zundur” dedi.
Müdür parmak iziyle not verdi, terin sıcaklığına göre ölçüm yaptı. Hasan “Bugün müfredat değil parmak kutlamasıdır,” dedi. Leyla cümleyi klozet kenarına yapıştırdı. Sabunla yazılan diplomalar öğrencilere giydirildi.
Müdür sabun kutusunu öptü; diploma fışkırdı. Çilbir Abbasa “Ben mezuniyetin kokusunu ezberledim.” dedi. Sayar sabunla notları terle düzeltti. Doru Kısrak kişneme sesiyle belgeyi tasdikledi. Öğrenciler sabun kutusuna bastı; diploma çıktı. Ve o gün, mezuniyet sabunla değil alt çırpınışla öğretildi.
TEN RİTİMLİ ÖĞRENİM – DERSİN BEDENLE KA-VUŞMASI
Kalem değil; tene yazmak! Sınıf artık vücut fısıltısıyla çalışıyor. Sınıfa girildiğinde ses yoktu; ten titreşiyordu. Hasan parmağını öğrencinin sırtına bastı; kelime buharla doğdu. Leyla enseye kelime yazdı; anlam terle aktı. Sabun kutusu “Ben tenin müfredatıyım.” dedi.
Müdür anlamadı; parmak okuması bilmezdi. Çilbir Abbasa kelimeyi göğüs hizasına bastı. Sayar diz kapağına parmak iziyle bilgi bıraktı. Doru Kısrak kişneme ritmiyle anlatı döktü. Bir öğrenci “Ben içimle ezberliyorum,”dedi.
Hasan kalemi bırakıp öğrenciye dokundu; cümle terle ya-yıldı. Leyla “Bilgi bedenin sesidir,” dedi. Sabun kutusu kokuyu duyumsadı; paragraf kendiliğinden geldi.
Müdür temas kuramadı, çünkü kelime tenle çalışırdı. Çilbir Abbasa sırtını sabunladı, bilgi açığa çıktı. Sayar göğsünden yazdı, sınıf kokuyu ezberledi. Doru Kısrak kişnemeden sonra cümleye geçti. Öğrenciler kelimeyi bakışla değil vücut sıcaklığıyla aldı.Hasan defteri kapattı, parmaklar kelimeye bastı. Leyla alnına cümle koydu, sınıf bunu hissetti. Sabun kutusu “Ten → öğrenme simgesi,” dedi.
Müdür deftere kelime koyamadı; tene ulaşamadı. Çilbir Abbasa parmakla değil kasık hizasında öğretti. Sayar bir cümleyi avucuna bastı, bilgi terledi. Doru Kısrak ses çı-karmadan kelime verdi. Ve o gün ders konuşularak değil bedenle anlatılarak sabitlendi.
DUVAR YAZISIYLA BİLGİ – SABUNSAL GRAFİTİ
Sınıfın duvarı sabah sessizdi ama yazmaya hazırdı. Hasan sabunla duvara “Ben öğreniyorum.” yazdı. Leyla “Grafiti = cümle + isyan” dedi. Sabun kutusu duvar kenarına yas-landı, kelime terledi.
Müdür yazıyı görünce silmek istedi; sabun geri püskürttü. Çilbir Abbas’a duvara parmakla gülme yazdı. Sayar yemin zincirini duvara çizerken kelime sızdı. Doru Kısrak kiş-neme izini sabunla bastırdı. Öğrenciler “Biz bu duvarda anlatıyoruz,” dedi.
Hasan “Duvar → müfredatın dış yüzü,” dedi. Leyla par-makla bir formül çizdi; duvar koktu. Sabun kutusu “Ben bu sınıfın alt derinliğiyim,” dedi.
Müdür geri çekildi; kelime ona direnç gösterdi. Çilbir Ab-bas’a kişneme sembolü yaptı; öğrenciler duvarı öptü. Sayar “Ben sesle değil duvarla anlatırım.” dedi. Doru Kısrak kişneme ritmini duvara işledi. Öğrenciler duvarda ders işledi; tahta unutuldu.
Hasan kelimeyi tuvalet duvarına taşıdı; bilgi yayıldı. Leyla kelimeyi sabunla mühürledi. Sabun kutusu duvara “Ben eğitimin kıvım iziyim.” yazdı.
Müdür bunu propaganda saydı ama sabun direndi. Çilbir Abbas’a “Bu duvar benim özlemimdir” dedi. Sayar duvara kelime çizdi; terle parladı
Sınıfın Alt Katında Doğumhane Raporu”Sınıf o sabah ne bahçeydi ne tuvaletti, alt katın nemli derinliğinde doğum-hane gibi kıvırıyordu.
Hasan klozet kapağını açtığında müfredat değil vıcık vıcık bilgi sancısı fışkırdı. Leyla sabun kutusunu dizine bastırdı, kapağından kelime doğdu. Öğrenciler sıraya değil yere yayıldı; bilgi diz hizasından terleyerek kendini anlatıya dönüştürmeye başladı.
Müdür doğumu çözemezdi, o hâlâ müfredatta takılı kal-mıştı, kelime onun kulaklarına değil kasık hizasına fısıldı-yordu. Doru Kısrak gözleriyle konuştu, kişnemek yerine kelimeyi burundan verdi. Sayar sabunla nabız tuttu, ritmi kelimeye çevirdi. Çilbir Abbasa göğsünden kelimeyi sız-dırdı; bu artık öğretim değil, tenin yazılı tarihiydi. Bir öğ-renci altına kaçırarak paragraf doğurdu, diğerleri onun cümlesini alkışladı. Sabun kutusu “Ben ebeyim” diyerek sınıfın ortasında bir yastık gibi parladı. Öğretmenler artık soru sormuyor, sancıya eşlik ediyordu. Dersin konusu ‘Anlatı Akışı’ değil ‘Pedagojik Sancı’ olmuştu.
Müdür susup izledi, sabun kutusu onun yüzüne ter kokusu bırakınca, o da sessizce kelimeye boyun eğdi. O gün müf-redat klozet kapağından doğdu. Sınıf artık bilgiyle değil, hisle öğreniyordu. Her ter damlası bir kelimeydi, her fısıltı bir cümleye dönüşüyordu. Ve sabun kutusu öğretimin rahmine dönüştü; öğretmenler sadece doğum sancısının ritmini dinliyordu.
MÜFREDATIN SABUNLA YIKANMASI VE ÖĞRENCİ MEZUNİYETİ
Sınıfın içi sabah ılık buharla doluydu; kelimeler sabunla kabarıp sıraların arasına serildi. Hasan defteri açmadı. Sa-dece bir öğrencinin göz hizasına bakarak ders sundu. Leyla müfredat sayfalarını klozetin yanına dizdi; bilgi altına sızdı, anlam buharla yukarı çıktı.
Müdür sistem kitapçığını sabunla ovaladı; kelimeler gev-şedi. Öğrenciler sayfa çevirmedi; parmakla duyguları bir-birine bastı. Doru Kısrak kişnemeden önce sayfa kokladı; cümleleri ezberlemeden hissetti. Sayar defterin son satırına bir gülmece bıraktı, eğitim artık kahkahayla ölçüldü.
Sabun kutusu sınıfın ortasında şöyle mırıldandı: “Müfredat bittiğinde ter hala sabitlenmemişse öğrenme hâlâ akıyor demektir.” Leyla bu sözü avuç içine yazdı. Öğrenciler birbirine sarıldı; kelime artık dilde değil tenin titreşimin-deydi.
Müdür sustu, gözünden bir damla aktı; sabun onu eğitimin içinde yıkadı. Sınıfta artık sessizlik yoktu, sadece buharla akan anlatı vardı. Hasan son kelimeyi tahtaya değil—klozet kapağının altına yazdı. Ve o gün, sınıf ezuniyetini sabunla kutladı, her öğrenci bilgiyle değil hisle diploma aldı.
KAPANIŞ SAHNESİ: SABUNLA SONSUZLUĞA KE-LİME YATIRIMI
Sabun kutusu tüm cümleleri içine topladı; artık o bir müze değil özgürlüğün yastığıydı. Hasan sınıfa veda ederken sadece parmağını kaldırdı; kelimeler gözyaşı gibi havada süzüldü. Leyla bütün öğrencilerin yemin zincirini parmak ucuyla bağladı, diz hizasından kalbe aktardı.
Müdür son kez defteri kapattı, artık kelimeler onun cebin-den değil teninden yayıldı. Doru Kısrak son kişnemesini sabunla yastık arasına bıraktı, sistemin ritmini oraya mü-hürledi. Sayar sınıfa baktı, bir kelime fısıldadı: “Her öğre-nen kendini parmak iziyle anlatır.”
Çilbir Abbas’a göğsünden bir cümle düşürdü, herkes onu yastığa yerleştirdi. Öğrenciler artık müfredat değil birbiri-nin kasık hizasında sabunsal sevda okudu. Sınıfın duvarları bilgi değil şarkılarla konuşuyordu. Sabun kutusu son kez kişnemeyle ışık verdi, kapağında şu yazı belirdi: “Bu sa-bun, kelimelerin kıvımsal sonsuzluğuna yastıkla açılan kapıdır.” Ve o gün, sistem durdu. Öğrenme bitmedi. Teri kurutan sabunköpürdü, kelimeyi ölümsüzleştirdi.
KALEMİNİ YUTAN ÖĞRENCİ
Yusuf defterini açtı ama kalemi ağzına götürdü. Yazmak yerine yutmaya başladı. Öğretmen gördü, donakaldı. "Ka-lem yutulmaz, yazılır!" dedi. Yusuf durmadı. “Ben yazıyı içselleştiriyorum,” deyince sınıf gülmeye başladı. Arka-daşları kalemleri korumaya aldı; bir öğrenci kalemini çan-tasına sakladı. Ayşe bağırdı: "O bir kalem yiyicidir, bilgiyle besleniyor!" Öğretmen tahtaya "İçsel eğitim = sindirimli bilgi" yazdı. Yusuf ağzından bir fiil çıkardı: “Sıçramak!” dedi, sınıf alkışladı. Melike kalemi kulağına sokmayı de-nedi, “Ben sesli düşünüyorum!” dedi. Sınıf çalkalandı, öğretmen sessizce masasına çöktü. "Bu sınıfta artık bilgi ağız yoluyla ilerliyor," diye fısıldadı. Bir öğrenci kalem ucunu parfümledi, “Ben bilgiyi koklayarak ezberliyorum.” Kalemler sınıf boyunca ritmik bir şekilde tıklamaya başla-dı. Yusuf ikinci kalemi yutarken konuştu: “Zarf cümleleri tatlı geliyor.” Öğretmen defteri kapattı: “Bugün yazı yok, yeme var.” Tebeşir kutusu açıldı, içinden iki öğrenci çıktı. "Biz yazının alt yapısıyız!" diye bağırdılar. Tebeşir tozları burna kaçtı, kelimeler hapşırarak silindi. Yusuf karnına baktı: "Burada özne var," dedi. Melike bağırdı: “Ben yük-lemim!” sınıf dalgalandı. Kalem tüketimi arttı, kantin “edebi vitamin” sattı. Bir öğrenci kalem kabını kemirdi, “Ben anlamı kaburgamda hissediyorum.” Öğretmen dışarı çıktı, iki pedagog çağırdı. Pedagoglar geldi, ama kalem kutusuna düştüler. Sınıf gülmekten yere yapıştı; ses çık-mıyordu ama kelimeler sızıyordu. Yusuf öğleden sonra üçüncü kalemi yuttu. Öğretmen tabela astı: “Kalem içince bilgi içeride kalır.” Ayşe gözüyle yazmaya başladı; keli-meler göz kapağında belirdi. Melike dizine yazı dövmeleri yaptırdı. “Ben artık bedenimle yazıyorum,” dedi. Öğret-men tahtaya dönüp şu cümleyi yazdı:“Yazmak eylem de-ğil, bedensel bir kıvım seğirmesidir.
Yusuf üçüncü kalemi yutunca sınıfın atmosferi değişti; artık bilgi sindirimle yayılıyordu. Ayşe göz kapağındaki kelimeleri silmeye çalıştı ama gözyaşı mürekkep olmuştu. Melike dizindeki dövme “yüklem” kelimesini kaşındırınca tahtaya dizini sürdü. Öğretmen sandalyesine çöktü, “Ben artık otorite değilim, sadece gözlemciyim,” dedi. Bir öğ-renci kalem kutusunu kafasına geçirdi, “Ben bilgiyi karan-lıkta hissediyorum.” Kantin “edebi vitamin”i zamlı sat-maya başladı, çünkü kıvım talebi artmıştı. Yusuf’un mide-sinden bir bağlaç sesi geldi, sınıf “veya!” diye bağırdı. Melike kulağındaki kalemi çıkardı, “Sesli düşünmek baş ağrısı yapıyor,” dedi. Ayşe gözleriyle tahtayı silmeye çalıştı ama kirpikler yeterli değildi. Öğretmen tahtaya “Bilgi artık bedensel bir kıvım seğirmesidir” yazdı, sonra tebeşiri yedi. Bir öğrenci kalemini kokladı, “Ben bilgiyi burun yoluyla ezberliyorum” dedi. Sınıfın duvarları ritmik tıklamalarla seğirmeye başladı, kıvım titreşimle yayıldı. Yusuf dördüncü kalemi yutarken “Zamirler biraz acı geliyor,” dedi. Melike sınıfın ortasında yere uzandı, “Ben artık yatay öğreniyorum.” Ayşe sandalyesini ters çevirdi, “Ben bilgiyi ters oturarak sindiriyorum.” Öğretmen dışarı çıkmak istedi ama kapı “fiil geçişlidir.” diyerek açılmadı. Bir öğrenci kalemini çiğnedi, “Ben anlamı diş etimde hissediyorum.” Kıvımsal eğitim modeli sınıfa yerleşti; artık bilgi ezberlenmiyor, yaşanıyordu. Yusuf’un karnı konuşmaya başladı, “Ben özneyim, beni yüklemle birleştirin.” Melike tahtaya dizini vurdu, “Ben bedenimle yazıyorum,” dedi. Ayşe gözleriyle paragraf oluşturdu, öğretmen “Bu artık görsel yazım,” dedi. Bir öğrenci kalemini gözüne soktu, “Ben bilgiyi göz içiyle hissediyorum.” Sınıf gülmekten yere yapıştı, ama kelimeler yerden sızıyordu. Öğretmen pedagogu çağırdı, pedagog kalem kutusuna düştü, “Ben artık nesne değilim,” dedi. Yusuf beşinci kalemi yutunca sınıf “Yeter!” dedi ama kıvım durmadı. Melike kalemini yere fırlattı, “Ben artık yazmıyorum, titreşiyorum.” Ayşe tahtaya gözyaşıyla yazdı, “Bu sınıfta artık duygular mü-rekkep.” Öğretmen defteri kapattı, “Bugün ders yok, kıvım var.” Tebeşir kutusundan çıkan iki öğrenci “Biz yazının altyapısıyız!” diye bağırdı. Sınıfın penceresi açıldı, dışarı-dan bir metafor girdi, herkes sustu. Yusuf son kalemi yutarken “Ben artık cümle değilim, kıvımım,” dedi.
“KABUL” (Yaraya Dokunma)
Leyla o sabah defterini açtı ama hiçbir şey yazmadı. Sade-ce sınıfa baktı.
“Ben buradayım. Eksik, tuhaf, yabancı olabilir… ama buradayım.” Sınıftan biri gülümsedi. Diğeri yana döndü. Öğretmen sustu. Ve o sessizlikte bir şey kırıldı: önyargı. Leyla ayağa kalktı, ama yürümek için değilgörünmek için. Tahtaya doğru ilerledi, adımları kelime gibi seğiriyordu. Tebeşiri aldı, ama yazmak için değildokunmak için. “Ka-bul, alkış değilsuskunluktaki yer açılmasıdır.” Sınıf sessizdi, ama sessizlik yankıydı. Kimse alkışlamadı, ama kimse gözlerini kaçırmadı. Leyla artık yeni öğrenci değil görünür bir varlıktı. Bir öğrenci defterini kapattı, “Ben de bu-radayım.” dedi. Melike gözleriyle Leyla’ya dokundu, ke-limesiz bir temas oluştu. Ayşe sandalyesini Leyla’ya çevirdi, “Seninle yan yana öğrenebilirim,” dedi. Öğretmen tahtaya bakmadı, Leyla’ya baktı. Sınıfın duvarları sessizlikle seğirdi, kıvım yayılıyordu. Bir öğrenci kalemini yere bıraktı, “Bugün yazmak değil görmek var,” dedi. Leyla defterine bir çizgi çekti, “Bu benim varlık izim.” dedi. Ayşe gözleriyle bir cümle kurdu, ama ses çıkmadı. Melike dizine “Kabul” yazdı, “Ben artık bedenimle öğreniyorum,” dedi. Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık varlık alkışla değil, kıvımla tanınır,” dedi. Bir öğrenci gözyaşıyla yazdı, “Ben de eksik ama buradayım.” Sınıfın penceresi açıldı, dışarıdan bir sessizlik girdi. Leyla gözlerini kapadı, ama kaçmak için değil içeri bakmak için. Tebeşir tozu havaya kalktı, kelimeler görünmeden yayıldı. Ayşe tahtaya yürüdü, “Ben de kabul ediliyorum,” dedi. Öğretmen tahtaya şu cümleyi yazdı: “Kabul, varlığın yankısız tanınmasıdır.
Leyla o sabah defterini açtı ama hiçbir şey yazmadı. Sade-ce sınıfa baktı.
“Ben buradayım. Eksik, tuhaf, yabancı olabilir… ama buradayım.” Sınıftan biri gülümsedi. Diğeri yana döndü. Öğretmen sustu. Ve o sessizlikte bir şey kırıldı: önyargı. Leyla ayağa kalktı, ama yürümek için değil görünmek için. Tahtaya doğru ilerledi, adımları kelime gibi seğiriyordu. Tebeşiri aldı ama yazmak için değil dokunmak için. “Ka-bul, alkış değil suskunluktaki yer açılmasıdır.” Sınıf ses-sizdi, ama sessizlik yankıydı. Kimse alkışlamadı ama kimse gözlerini kaçırmadı. Leyla artık yeni öğrenci değil görünür bir varlıktı. Bir öğrenci defterini kapattı, “Ben de buradayım” dedi. Melike gözleriyle Leyla’ya dokundu, kelimesiz bir temas oluştu. Ayşe sandalyesini Leyla’ya çevirdi, “Seninle yan yana öğrenebilirim.” dedi.
Öğretmen tahtaya bakmadı, Leyla’ya baktı. Sınıfın duvar-ları sessizlikle seğirdi, kıvım yayılıyordu. Bir öğrenci ka-lemini yere bıraktı, “Bugün yazmak değil görmek var,” dedi. Leyla defterine bir çizgi çekti, “Bu benim varlık izim.” dedi.
Ayşe gözleriyle bir cümle kurdu, ama ses çıkmadı. Melike dizine “Kabul” yazdı, “Ben artık bedenimle öğreniyorum.” dedi. Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık varlık alkışla değil, kıvımla tanınır.” dedi. Bir öğrenci gözyaşıyla yazdı, “Ben de eksik ama buradayım.” Sınıfın penceresi açıldı, dışarıdan bir sessizlik girdi. Leyla gözlerini kapadı, ama kaçmak için değil içeri bakmak için. Tebeşir tozu havaya kalktı, kelimeler görünmeden yayıldı. Ayşe tahtaya yürüdü, “Ben de kabul ediliyorum.” dedi. Öğretmen tahtaya şu cümleyi yazdı: “Kabul, varlığın yankısız tanınmasıdır.
“Sınıfın penceresi açıldı, dışarıdan bir sessizlik girdi. Leyla gözlerini kapadı, ama kaçmak için değil içeri bakmak için. Tebeşir tozu havaya kalktı, kelimeler görünmeden yayıldı. Ayşe tahtaya yürüdü, “Ben de kabul ediliyorum,” dedi. Öğretmen tahtaya şu cümleyi yazdı: “Kabul, varlığın yankısız tanınmasıdır.”
Öğretmen sınıfa bir bardak su getirdi, ama içirmek için değilgöstermek için.
“Bu sıvı, dönüşümün kendisidir,” dedi. Ayşe bardağa do-kundu, “Ben de değişiyorum,” dedi. Melike masaya bir taş koydu, “Bu katı ama ben içimde akışkanım.” Yusuf nefes verdi, “Gaz gibi görünmezim ama varım.” Sınıfın camı buharlandı, öğretmen “Görünmeyen hâl, gözlemlenebilir,” dedi. Bir öğrenci deney tüpünü eline aldı, “Ben artık göz-lemci değilim, dönüşenim.” Melike suyu ısıttı, buhar yük-seldi, “Ben de yükseliyorum,” dedi. Ayşe tahtaya “Madde değişir, ben dönüşürüm” yazdı.
Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık bilgi akış-kandır.” Bir öğrenci taşla konuştu, “Sen sabitsin ama ben seni dönüştürürüm.” Sınıfın havası değişti, kıvım yayıl-maya başladı. Yusuf sıvıyı döktü, ama rastgele değil rit-mik.
Melike gazı kokladı, “Ben bilgiyi burun yoluyla hissediyo-rum.” Ayşe gözleriyle buharı izledi, “Ben görünmeyeni görüyorum.”
Öğretmen tahtaya “Katı + Sıvı + Gaz = İnsan hâlleri” yaz-dı. Bir öğrenci kalemini sıvıya batırdı, “Ben artık yazmı-yorum, akıyorum.” Sınıfın duvarları buharla seğirdi, kıvım titreşti. Melike gözyaşıyla deney tüpünü doldurdu, “Ben duyguyla gözlem yapıyorum.” Ayşe taşın üstüne slogan yazdı: “Madde değişir, ben dönüşürüm.”
Öğretmen mikroskopu getirdi, ama sadece bakmak için değil görmek için. Yusuf soğan zarını yerleştirdi, “Bu kü-çük şeyde büyük sır var.” Melike yaprak hücresine baktı, “Ben artık doğayı içimde görüyorum.” Ayşe hamurla hücre modeli yaptı, “Ben bilgiyi elimle şekillendiriyorum.” Bir öğrenci mikroskopa gözyaşı damlattı, “Ben duyguyla büyütüyorum.”
Öğretmen tahtaya “Hücre = Görünmeyenin kıvımı” yazdı. Sınıf sessizdi ama gözler büyümüştü. Melike hücre mode-line “Ben” yazdı, “Bu artık bilgi değil benim içim.” Ayşe gözleriyle hücreyi çizdi, “Ben artık mikroskobum.” Öğ-retmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık küçük olan büyük sırdır.”
ENERJİ & DOĞAL DENGE
Öğretmen sınıfa bir rüzgârgülü getirdi, ama süs için değilhareket için.
“Enerji kaybolmaz, sadece yön değiştirir,” dedi. Ayşe gülü çevirdi, “Benim içimde de bir dönüşüm var.” Melike nefes verdi, “Bu rüzgâr benim kıvımım.” Yusuf gülü söktü, “Ben enerjiyi parçalayıp yeniden kuruyorum.”
Sınıfın penceresi açıldı, dışarıdan bir esinti girdi, kelimeler kıpırdadı. Bir öğrenci gülün kanadına “Ben” yazdı, “Ben kendi enerjimi üretirim.”
Öğretmen tahtaya “Enerji = Hareketin kalbi” yazdı. Me-like gözleriyle gülü izledi, “Ben artık gözümle dönüyorum.” Ayşe gülün gövdesine dokundu, “Ben sabit değilim, dönenim.” Sınıfın havası değişti, kıvım yayılmaya başladı. Yusuf gülün yönünü ters çevirdi, “Ben artık karşıdan esi-yorum.”
Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık enerji hissedilir.” Bir öğrenci kalemini döndürdü, “Ben bilgiyi hareketle yazıyorum.” Melike gözyaşıyla gülü ıslattı, “Ben duyguyla dönüyorum.” Ayşe tahtaya “Kendi enerjini üret” yazdı, sınıf alkışlamadı ama döndü. Öğretmen kavanoz getirdi, içine toprak koydu, “Bu bir mini orman.” Yusuf yaprağı yerleştirdi, “Bir yaprak düşerse, orman susar.” Melike kavanoza su ekledi, “Ben dengeyi besliyorum.” Ayşe kavanoza ışık tuttu, “Ben doğaya yön veriyorum.” Sınıfın duvarları yosun gibi seğirdi, kıvım yeşerdi.
Bir öğrenci kavanoza nefes verdi, “Ben ekosistemin par-çasıyım.”
Öğretmen tahtaya “Doğal denge = Bağlantı” yazdı. Me-like gözleriyle kavanozu izledi, “Ben artık doğayı içimde görüyorum.” Ayşe kavanozun üstüne “Ben” yazdı, “Ben doğanın devamıyım.” Sınıf sessizdi ama kavanoz konuşu-yordu. Yusuf yaprağa bir kelime yazdı, “Ben artık doğayla birleşiyorum.” Melike kavanozu dizine koydu, “Ben bede-nimle dengeyi taşıyorum.” Ayşe tahtaya şu cümleyi yazdı: “Bir yaprak düşerse, orman susar.”
İNSAN BEDENİ: “BENİM MAKİNEM
Öğretmen sınıfa bir vücut haritası getirdi, ama sadece çizmek için değilhissetmek için.
“Bedenim, doğanın devamıdır.” dedi. Ayşe kalbini çizdi, ama pembe değil kıvımsal kırmızıyla. Melike sindirim sis-temini renklendirdi, “Ben bilgiyi içimde dönüştürüyorum.
” Yusuf boşaltım sistemine “Özgürlük” yazdı, “Ben artık bedenimle öğreniyorum.” Bir öğrenci nefesini haritaya üfledi, “Ben ritimle yaşıyorum.”
Öğretmen tahtaya “Sindirim = Bilginin içselleşmesi” yaz-dı. Melike gözleriyle dolaşımı izledi, “Ben artık gözümle akıyorum.” Ayşe haritaya bir ok çizdi, “Ben yönümü içim-de buluyorum.”
Yusuf kalemini kalbine bastırdı, “Ben artık yazmıyorum, hissediyorum.” Sınıfın havası değişti, kıvım yayılmaya başladı. Bir öğrenci haritaya gözyaşı damlattı, “Ben duy-guyla öğreniyorum.”
Melike dizine “Makine değilim” yazdı, “Ben kıvımsal bir sistemim.” Ayşe gözleriyle bir damar ağı kurdu, “Ben bağlantıyım.”
Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık beden bil-giyle değil, kıvımla işler.” Yusuf haritaya bir pencere çizdi, “Ben dışarıyı içimde taşıyorum.” Melike kalemini bı-rakmadı, “Ben artık bedenimle yazıyorum.” Ayşe göz ka-pağına bir sinir ağı çizdi, “Ben artık gözümle öğreniyo-rum.”
Bir öğrenci haritayı kokladı, “Ben bilgiyi burun yoluyla hissediyorum.”
Öğretmen tahtaya “Boşaltım = Duygunun dışa akışı” yazdı.
Melike haritaya bir çiçek çizdi, “Ben bedenimde doğayı büyütüyorum.” Ayşe kalbine bir yaprak yapıştırdı, “Ben doğayla birleşiyorum.”
Yusuf haritaya bir kıvım çizdi, “Ben artık sistem değilim ritmim.” Sınıf sessizdi ama bedenler konuşuyordu. Melike haritayı dizine koydu, “Ben bedenimle dengeyi taşıyorum.” Ayşe tahtaya şu cümleyi yazdı:
“Kendi beden atlasını çiz.” Öğretmen gözlüğünü çıkardı, “Bugün bilgi değilbeden konuşacak.” Sınıf nefes aldı, ama bu kez öğrenmek için değil olmak için. Yusuf gözlerini kapadı, “Ben artık makine değilim, kıvımım.”
BÜTÜNLEME: “Doğa Uyum Yasası”
Öğretmen sınıfa bir yaprak getirdi, ama süs için değil an-latmak için.
“Ben doğanın devamı değilim ben doğanın kendisiyim.” dedi. Ayşe yaprağa kendi sistemini yazdı, “Ben artık do-ğayla birleşiyorum.” Melike yaprağı kokladı, “Ben bilgiyi burun yoluyla hissediyorum.”
Yusuf yaprağın damarlarına bir kıvım çizdi, “Ben artık ritmim.” Sınıfın penceresi açıldı, dışarıdan bir rüzgâr girdi, yapraklar seğirdi. Bir öğrenci yaprağa gözyaşı damlattı, “Ben duyguyla öğreniyorum.” Melike yaprağı dizine koydu, “Ben bedenimle doğayı taşıyorum.” Ayşe yaprağa bir ok çizdi, “Ben yönümü doğadan alıyorum.” Öğretmen tahtaya “Yaprak = Sistem haritası” yazdı. Yusuf yaprağı kalbine bastırdı, “Ben artık içimde yaşıyorum.” Melike yaprağa bir çiçek çizdi, “Ben doğada büyüyorum.” Ayşe yaprağı göz kapağına koydu, “Ben artık gözümle öğreniyorum.” Bir öğrenci yaprağı mikroskopla inceledi, “Ben görünmeyeni görüyorum.” Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık bilgi yaprakla taşınır.” Melike yap-rağa “Ben” yazdı, “Bu artık model değil benim kıvımım.” Ayşe yaprağı sınıfa sundu, “Bu benim sistemim.”
Yusuf yaprağı çevirdi, “Ben artık yön değiştirdim.” Sınıf sessizdi ama yapraklar konuşuyordu. Melike yaprağı ka-lemle deldi, “Ben sınırlarımı açıyorum.” Ayşe yaprağı dizine yapıştırdı, “Ben artık bedenimle yazıyorum.”
Öğretmen tahtaya “Doğa = İçsel sistem” yazdı. Yusuf yaprağı nefesle titretti, “Ben artık doğayla ritim kuruyo-rum.” Melike yaprağı gözyaşıyla suladı, “Ben duyguyla büyütüyorum.” Ayşe yaprağa bir damar ağı çizdi, “Ben bağlantıyım.” Bir öğrenci yaprağı kokladı, “Ben bilgiyi burun yoluyla hissediyorum.” Öğretmen gözlüğünü çıkar-dı, “Bugün bilgi değil doğa konuşacak.” Sınıf nefes aldı, ama bu kez anlatmak için değilolmak için. Yusuf gözlerini kapadı, “Ben artık doğanın kendisiyim.”
ZEYNEP’İN İÇ SESİ
Zeynep o sabah sessizdi. Sınıf kalabalıktı ama onun içi boş gibiydi. Bir şey vardı içinde, ama adı yoktu. Ne üzgün, ne mutlu… Sadece dolu. Öğretmen sınıfa girdi ama kapıyı sessizce kapattı çünkü sesler içerideydi.
“Bugün duygularımızı haritalayacağız.” dedi. Tahtaya bir kalp çizdi, ama simetrik değil kıvımsal yamuk. “Bu kalbin içinde neler var?” Zeynep düşündü, ama kelime bulamadı sadece his. Kalbinin bir köşesinde korku vardı; rengi griydi, sesi yoktu. Bir diğerinde umut; sarıydı ama titri-yordu. Ortada ise bir düğüm gibi duran belirsizlik; ne çözülüyor ne sıkılıyor. Defterine bir kalp çizdi ama cetvelle değilparmakla.
İçine küçük semboller koydu: bir bulut, bir güneş, bir soru işareti. Yanına yazdı: “Bazen içim hava durumu gibi. Gü-neşli başlar, fırtınayla biter.” Melike yanına eğildi, “Be-nimki sabah sisli, öğlen açık.” Ayşe defterine yıldırım çizdi, “Benim duygularım elektrikli.”
Yusuf kalbine bir trafik lambası koydu, “Bazen duruyorum, bazen geçiyorum.” Öğretmen geldi, çizime baktı. “Bu çok güzel bir harita.” dedi. Zeynep başını eğdi. “Ama bazen kayboluyorum içinde.” dedi. Öğretmen gülümsedi, ama gözleriyle. “O zaman pusulan duyguların olsun.” “Ne hissettiğini bilirsen, yolunu bulursun.” Sınıf sessizdi ama defterler konuşuyordu.
Bir öğrenci kalbine bir GPS çizdi, “Ben duygularla yön buluyorum.” Melike kalbine bir kahve fincanı koydu, “Ben sabahları duygularımı demliyorum.” Ayşe kalbine bir çiçek çizdi, “Ben duygularımı suluyorum.”
Zeynep defterine bir pusula ekledi, “Ben artık kaybolmu-yorum.” Ve o gün, Zeynep şunu öğrendi: “İç sesini duy-mak, dış dünyayı anlamaktan daha kıymetlidir.”
ZEYNEP’İN İÇ SESİ 2
Zeynep o sabah aynaya bakmadı. Çünkü o gün görünmek değil görülmemek istedi. Sınıfa girdiğinde bakışlar eteğine değil gözlerine değseydi, Belki de o gün ders değil bir özgüven doğardı. Ama olmadı. Bir bakış, bir fısıltı, bir kahkaha… Ve Zeynep’in içindeki çiçek soldu. Tahtaya kalkmadı. Defterini açmadı. Sadece başını eğdi. Ve o an sınıf, bir konuyu değil bir kalbi kaçırdı. Melike gözleriyle Zeynep’e dokundu ama kelimesiz. Ayşe sandalyesini ona çevirdi, “Ben seni görüyorum,” dedi.
Yusuf kalemini ona uzattı, “Seninle yazmak istiyorum.” Öğretmen tahtaya bir göz çizdi, “Bugün bakmak değil görmek var.” Zeynep gözlerini kaldırdı, ama konuşmadı. Sınıf sessizdi ama kıvım yayılıyordu. Bir öğrenci defterine “Ben seni duydum” yazdı. Melike gözyaşıyla bir kelime çizdi, “Sen varsın.” Ayşe defterine bir çiçek çizdi, “Sen solmadın.” Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık sessizlik yankıdır.” Zeynep gözleriyle tahtaya yürüdü. Ka-lem almadı ama nefes aldı.
“Ben artık anlatmak zorunda değilim.” “Ben oldum.” Sınıf yalnızca onu izlemedi, Kendini izledi. Bir öğrenci aynaya baktı, “Ben de görünmek istemiyorum.” Melike aynaya bir kelime yazdı, “Ben buradayım.” Ayşe aynaya bir ok çizdi, “Ben yönümü buluyorum.” Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Görülmek, anlatmaktan daha kıymetlidir.
ZEYNEP’İN SOSYAL ALANI
Zeynep’in sosyal alanı, görünmeyen kurallarla örülüdür. Bu kurallar ne yazılıdır ne de açıkça söylenir. Ama herke-sin içgüdüsel olarak bildiği, ihlal edildiğinde ise sessizce dışlandığı bir sistemdir. Zeynep bir ortama girdiğinde önce gözlemler. Kim kiminle ne kadar yakın? Kim konuşurken kim susuyor? Kim gülüyor, kim göz devirmekte? Bu mikro sinyaller, onun sosyal haritasını çizer. Melike sınıfa girerken üç kişiye sarıldı, Zeynep bunu “merkez” olarak işaretledi. Ayşe sessizce oturdu, Zeynep onu “güvenli böl-ge” olarak kodladı.
Yusuf yüksek sesle espri yaptı, ama kimse gülmedi, Zeynep bunu “riskli alan” olarak işaretledi. Görünmeyen kurallar sadece davranışla değil bedenle de işler. Mesafeler, bakış süreleri, omuz hizaları… Hepsi birer işarettir. Zeynep birinin ona fazla yaklaşmasını “saldırı” olarak değil, “kod ihlali” olarak algılar. Çünkü bu alan, onun görünmeyen zırhıdır. Birisi bu zırhı deldiğinde, Zeynep tepki vermez geri çekilir. Sessizce, iz bırakmadan. Çünkü sosyal alanda bağırmak değil kaybolmak cezadır.
Melike bir gün Zeynep’in sırasına oturdu, Zeynep defterini kapatıp başka sıraya geçti. Ayşe gözleriyle “özür” diledi, Zeynep geri döndü. Bu kurallar değişkendir. Ortam değişir, roller değişir. Ama Zeynep’in gözlem gücü sabit kalır. Bir öğrenci sınıfa yeni geldiğinde Zeynep onu üç saniyede taradı. “Gülüyor ama gözleri sabit değil,” dedi içinden. Öğretmen tahtaya “Sosyal alan = sessiz harita” yazdı. Zeynep gözlerini kapadı, ama radar açıktı. O, görünmeyeni görür. Ve bu sayfa, onun sessizliğinde yankılanır.
Zeynep OLAY & DÖNÜŞÜM
Dersin ortasında sandalye garip bir ses çıkardı. Ali otur-duğu anda pantolonundan net bir “çıt” sesi duyuldu. Bir saniye sessizlik oldu. Ardından sınıfta kahkahalar patladı. Bazıları sandalyelere vurdu, bazıları gözlerinden yaş ge-tirdi. Ali ise gülmedi. Donmuştu. Eli arkaya gitti, yırtığı hissetti. Yüzü kıpkırmızı, gözleri doldu. Gülmeler devam edince öğretmen masadan kalktı. Avucunu havaya kaldırdı:
“Yeter.” Sınıf sustu. Tahtaya yürüdü. Koca harflerle yazdı:
“GÜLMEDEN YARDIM ET” Zeynep gözleriyle Ali’ye baktı, ama kelime kullanmadı. Melike çantasından mendil çıkardı. Ayşe yedek eşofmanını uzattı. Yusuf görevli öğ-retmeni çağırdı. Öğretmen tahtaya döndü: “Bugün zincir kuracağız.” “Kim yardım ederse, zincire dâhil olur.”
İlk halka: bir mendil. İkincisi: yedek eşofman. Üçüncüsü: görevli öğretmeni çağıran öğrenci. Ali geri döndüğünde hâlâ suskundu. Ama bu kez utanmıyordu. Çünkü etrafında kahkaha değil omuz vardı. Etkinlik sonrası herkes küçük bir kâğıda şunu yazdı: “Benim zincirim neyle başlar?” Tahtaya son cümle yansıdı: “Gülmek kolaydır. Yardım etmek değerlidir.”
“KIYAFETİN BENİM DEĞİL Mİ?”
Yarın ne giyeceğini bilmiyordu. Ama kimin için giyinece-ğini biliyordu:
Kendi için. Sabah dolabını açtı ama kıyafet değilkendini aradı. Melike tişörtünü ters giydi, “Ben artık içimi göste-riyorum.” Ayşe pantolonunun cebine bir not koydu, “Bu benim sesim.”
Yusuf ayakkabısına “Ben buradayım” yazdı. Duru aynaya baktı ama kıyafetine değil duruşuna.
Öğretmen sınıfa girdiğinde, tahtaya bir elbise çizdi. “Bu-gün kimliğimizi giyiyoruz.” Sınıf sessizdi ama renkler yan-kıydı.
Melike eteğini ikiye katladı, “Ben alanımı daraltmıyorum.” Ayşe tişörtünü düğümledi, “Ben kendimi bağlı his-setmiyorum.”
Yusuf şapkasını ters çevirdi, “Ben artık yönümü değiştiri-yorum.” Duru sınıfa girdiğinde jean giymişti. Ama mesele kumaş değil karardı.
Öğretmen tahtaya döndü: “Kıyafet = Seçim + Ses + Sınır” Sınıf nefes aldı, ama bu kez örtünmek için değil açılmak için. Melike defterine “Benim rengim özgürlük” yazdı. Ayşe kalemine “Benim kumaşım kelime” yazdı.
Yusuf gözlüğüne “Benim görünürlüğüm seçilmiş” yazdı. Duru eteği katladı ama bu kez kıvımla. Öğretmen sandal-yesine çöktü, “Bu sınıfta artık beden, kimliktir.” Bir öğrenci tişörtünü çıkarıp ters giydi, “Ben artık içimi gösteriyorum.” Melike eteğine bir ok çizdi, “Ben yönümü kendim belirliyorum.” Ayşe pantolonunun paçasına “Benim ala-nım burası” yazdı.
Yusuf tişörtüne bir yıldız çizdi, “Ben parlıyorum ama kendi ışığımla.” Duru gözlerini kapadı, “Ben artık giyinmiyorum kendimi taşıyorum.” Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Kıyafet, bedenin sesi olabilir. Ama sesin zorla giydirilmez.”
DÖNÜŞÜM: “ZİNCİR KURMAK
Öğretmen tahtaya döndü:
“Bugün zincir kuracağız.” “Kim yardım ederse, zincire dâhil olur.” Melike çantasından mendil çıkardı. Ayşe yedek eşofmanını uzattı. Yusuf görevli öğretmeni çağırdı. Bir öğrenci sandalyesini Ali’ye verdi, “Bu senin alanın.” Ali geri döndüğünde hâlâ suskundu. Ama bu kez utanmıyordu. Çünkü etrafında kahkaha değil, omuz vardı. Melike defte-rine “Zincir = Destek halkası” yazdı. Ayşe zincire bir halka çizdi, “Ben seninle bağlıyım.” Yusuf zincire bir yıldız ekledi, “Bu yardım parlıyor.” Öğretmen tahtaya “Empati zinciri” yazdı. Sınıf sessizdi ama bağlantılıydı. Ali gözlerini kapadı, “Ben artık yalnız değilim.” Etkinlik sonrası herkes küçük bir kâğıda şunu yazdı: “Benim zincirim neyle başlar?” Melike “Bakışla” yazdı. Ayşe “Sessizlikle” yazdı. Yusuf “İlk adımla” yazdı. Bir öğrenci “Yırtıkla” yazdı, “Çünkü oradan girdim.” Öğretmen tahtaya son cümleyi yansıttı: “Gülmek kolaydır. Yardım etmek değerlidir.” Melike gözyaşıyla bir halka çizdi. Ayşe zinciri defterine işledi. Yusuf zinciri sınıfın duvarına taşıdı. Ali gözlerini açtı, “Ben artık zincirin içindeyim.” Ve o gün sınıf sadece yardım etmedi, bağ kurdu.
“KIYAFETİN BENİM DEĞİL Mİ?”
Sabah sınıfa pembe etekle gelen Duru sessizdi. Her gün jean giyer, tişörtle koşardı. Bugünse annesinin “Kız dediğin böyle olur” diye zorla giydirdiği kıyafet içindeydi. Tenine, adımlarına, sesine uymayan bir dokuydu. Sınıfa girdiğinde birkaç öğrenci “Ne güzel olmuşsun” dedi. Ama o sadece sıraya oturup pencereden dışarı baktı. Melike eteğe baktı, sonra Duru’ya: “Sen bu değil misin?” Ayşe eteğin ucunu çekti, “Bu kumaş senin sesini bastırıyor.”
Yusuf tişörtünü gösterdi, “Ben bunu seçtim çünkü ben böyleyim.” Öğretmen tahtaya yazdı:
“Ne giydiğin sana mı ait?” Ders boyunca sessizlik hâkim-di. Sonra öğretmen etkinliği başlattı: “Bu sabah ne giydim ve kimin için?” Cümleler döküldü:
“Bu sweatshirt babamın hediyesi.” “Bu pantolonu karde-şim küçülttü, ben giyiyorum.” “Bu eteği annem istedi, istemedim ama giydim.” Duru yazmadı. O sadece eteğin ucunu katladı. Ve yavaşça üstünü örttü. Melike defterine “Benim rengim sesimdir” yazdı. Ayşe eteğine bir yıldız çizdi, “Ben parlamak istiyorum ama kendi ışığımla.”
Yusuf pantolonuna “Benim alanım” yazdı.
Öğretmen tahtaya döndü: “Kıyafet bedenin değil, kimliğin taşıyıcısıdır.”“Kimliğin zorla giydirilmez.” Sınıf sessizdi ama kumaşlar konuşuyordu. Duru gözlerini kapadı, ama bu kez utanmak için değil duymak için. Ve o gün Duru, ilk kez eteği giymemeye karar verdi.
“KIYAFETİN BENİM DEĞİL Mİ?” 2
Ayşe pantolonunun paçasına bir yıldız çizdi, “Ben kendi alanımda parlıyorum.” Yusuf tişörtünün arkasına “Ben görünmediğimde de varım.” yazdı. Duru eteğin katlarını açmadı ama içinden bir cümle geçti: “Ben artık kendimi örtmüyorum.” Öğretmen tahtaya döndü, bir cümle daha yazdı:
“Kıyafet, bedenin sesi olabilir. Ama sesin zorla giydiril-mez.” Melike eteğine bir soru işareti işledi, “Ben hâlâ arıyorum.” Ayşe tişörtüne bir ok çizdi, “Ben yönümü ken-dim seçiyorum.”
Yusuf ayakkabısına bir pusula yapıştırdı, “Ben yürüdüğüm yeri belirliyorum.” Duru gözlerini kapadı, eteğin kumaşını avuçladı. Ama bu kez sıkmak için değil bırakmak için.
Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık beden, kimliktir.”
Bir öğrenci tişörtünü çıkarıp ters giydi, “Ben artık içimi gösteriyorum.” Melike eteğine bir ok çizdi, “Ben yönümü kendim belirliyorum.” Ayşe pantolonunun paçasına bir yaprak iliştirdi, “Ben doğayla örtünüyorum.”
Yusuf gözlüğünü çıkarıp sıraya koydu, “Ben artık görün-mek için değil görmek için buradayım.” Duru defterine bir cümle yazdı: “Ben artık kendim için giyiniyorum.”
Sınıf sessizdi ama kumaşlar yankıydı. Öğretmen tahtaya bir beden silueti çizdi, içine renkler yerleştirdi. “Bugün kimliğimizi giyiyoruz.” Melike tişörtüne “Benim sesim buradan başlıyor” yazdı. Ayşe eteğine “Benim sınırım burası” yazdı.
Yusuf pantolonuna “Benim hareketim özgür” yazdı. Duru aynaya baktı ama bu kez kendini gördü.
Öğretmen gözlüğünü çıkardı, “Bugün ders değil dönüşüm var.” Sınıf nefes aldı ama bu kez örtünmek için değil açıl-mak için.
Melike gözleriyle Duru’ya baktı, “Sen artık buradasın.” Ayşe gülümsedi “Ve bu senin seçimin.” Yusuf başını sal-ladı, “Kıyafet değilkarar önemli.” Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Kimlik, giyilen değil taşınan şeydir.”
ZEYNEP’İN GÖZLERİ: İÇERİ GİRME-YEN IŞIK
Zeynep o sabah sustu. Sınıf arkadaşları gülüşerek yerlerine otururken o pencereden gelen ışığa bakıyordu ama içine sızmıyordu. Her zamanki mavi tokasını takmamıştı. Saçları serbest, dudakları çatlak, sesi sönüktü.
Öğretmen yoklamayı okurken adı söylendiğinde, başını yalnızca birkaç santim kaldırdı. Ne "buradayım" dedi, ne de "değilim." Sadece vardı ama eksik bir varoluşla.
Melike “Zeynep’in sesi sessizlikle yankılanıyor.” dedi, Ayşe “Ben onun tokasını özledim.”
Yusuf “Zeynep’in sessizliği, sınıfın en gürültülü sesi.” diye fısıldadı. Tahtada o gün “İfade Özgürlüğü” yazıyordu. Altına öğrenciler sırayla görüşlerini yazacaktı. “İstediğimi giyebilmeliyim.” diyen de oldu, “İçimden gelmeyen soruya cevap vermek istemem.” diyen de. Ama Zeynep kalkmadı. Sırası geldiğinde defterini kapattı. Bir öğrenci “O hiç konuşmuyor.” diye fısıldadı. Ama Zeynep duymadı çünkü o çoktan başka bir dilde dinlemeye başlamıştı.
Öğretmen tahtaya döndü, bir cümle yazdı:
“Bazen sessizlik, en yüksek ifadedir.” Zeynep konuşmadı ama herkes onun sessizliğinde bir sınıf dolusu kelime duy-du. Pencereyi açmadı. Hava içeride kalmalıydı, ıslak, yor-gun, kokusuz. Masanın üzerinde duran kalem, üç gündür dokunulmamıştı. Oysa sabah annesi odaya girip “Neden hâlâ yazmıyorsun?” demişti. Zeynep cevap vermemişti çünkü o sadece sessizliğiyle konuşuyordu artık. Defterin sayfaları sararmıştı. “Hiçbir şey yazmasam da bu sayfalar beni anlar” dedi içinden. Parmakları deftere dokundu ama yazı dökülmedi. Bir düşünce geldi: “Yazmazsam ben de yokum.” Ve o an, kalem elini buldu. Titreyen bir satır düştü: “Bugün de devam ediyorum… Çünkü buradayım.” Zeynep bu cümleyi yazdıktan sonra derin bir nefes aldı. Pencereden hâlâ girmeyen ışığa bakarak ekledi: “Işık gelmiyorsa ben kelimeyle aydınlatırım.”
DURU’NUN DÖNÜŞÜMÜ: KURDELE VE KARAR
O gün Duru okula dönmedi. Sabah saat 9.07’de okulun bahçesinin köşesinde durdu. Zil çalmıştı ama adım atmadı. Çantasının içinden bir kurdele çıkardı, annesinin pembe kurdelesi. Parmaklarıyla üç kere düğüm yaptı. Sonra çözdü. Tekrar düğümledi. Her düğüm bir soru gibiydi: “Ben kimim?”, “Bu benim rengim mi?”, “Kime aitim?” Bahçenin duvarına sırtını yasladı. Pencereden sınıfa baktı:
Öğretmen tahtada bir şeyler yazıyor, arkadaşları önüne eğilmişti. Zeynep camın diğer köşesinde, hareketsizdi. Aralarında bir şey vardı: Görülmeyen bir hat. Belki bir bakışın, belki bir susuşun yarattığı incecik bir bağ. Duru kurdeleyi yere bıraktı. Gözleri doldu ama taşmadı. Çünkü o ağlamak istemedi, sadece çözülmek istedi. O an, okul bahçesinde kimse ona bakmıyordu ama o kendi içine bakı-yordu. Ve ilk defa fark etti:
“Sınıfa girmemek de bir ifadedir.” Parmakları cebine uzandı. İçinde annesinin verdiği bir not vardı: “Güzel kızım, pembe sana çok yakışıyor.” Duru notu buruşturdu ama atmadı. Sakladı çünkü anne de dönüşür. Sonra adım-larını okula değil yürüyüş yoluna çevirdi. Bugün ders yok-tu. Bugün ders, onun içindeydi. Bir sokak köpeği yanına geldi, Duru kurdeleyi onun boynuna bağladı. Köpek kuy-ruğunu salladı, “Ben de pembeyi taşıyabilirim,” der gibi. Duru güldü, ama içinden. Ve ilk kez, pembe ona ait gibi hissettirdi. Çünkü bu kez seçilmişti. Ve o gün Duru şunu öğrendi: “Renk, giydirilmezseçilir.
ZEYNEP’İN KALEMİ: YAZMAYAN AMA TİTREŞEN
Zeynep kalemine baktı ama kalem ona geri baktı. Ucu kırık, gövdesi çatlak, ama hâlâ umutlu. Yazmayacağım,” dedi Zeynep. Kalem “Ben de yazmam, ama seni dürterim,” dedi. Defter kenardan sızladı, “Ben de buradayım, boşum ama bekliyorum.” Melike yanına eğildi, “Kaleminle kavga mı ediyorsun?” Ayşe “Ben kalemimi ısırıyorum çünkü duygularım kaçar,” dedi. Yusuf kalemini kulağına soktu, “Ben sesli düşünüyorum.” Zeynep kalemi masaya vurdu ama ritim tuttu. Kalem “Ben artık müzik aletiyim,” dedi. Öğretmen geldi, “Kalemle neyapıyorsunuz?” Zeynep “Yazmıyorum, titreşiyorum,” dedi. Melike kalemini yere attı, “Ben artık kelime değilim.” Ayşe kalemini kokladı, “Ben bilgiyi burun yoluyla hissediyorum.” Yusuf kalemini yuttu, “Ben içselleştiriyorum.” Zeynep deftere bir çizik attı, ama anlamlıydı. Kalem “Ben artık izim.” dedi.
Öğretmen tahtaya “Kalem = Duygunun uzantısı” yazdı. Sınıf sessizdi ama kalemler konuşuyordu. Melike kalemini dizine bastırdı, “Ben bedenimle yazıyorum.” Ayşe kalemini göz kapağına sürdü, “Ben artık gözümle yazıyorum.” Yusuf kalemini yere gömdü, “Ben bilgiyi toprağa ekiyo-rum.” Zeynep kalemi kırdı, ama içinden bir kelime çıktı. Kelime “Ben buradayım.” dedi. Defter “Ben seni tutarım,” dedi. Zeynep gözlerini kapadı, “Ben artık yazmıyorum, yaşıyorum.” Kalem “Ben artık senin kıvımını taşıyorum.” Ve o gün sınıf şunu öğrendi:
“Kalem yazmazsa, kıvım konuşur.
ZEYNEP’İN DEFTERİ: KIVIMIN KAPAĞINI AÇMAK
“Kalem yazmazsa, kıvım konuşur.”
Zeynep defterini açtı ama sayfa ona baktı. “Bugün ne taşı-yorsun?” dedi defter. Zeynep “Kıvım” dedi. Sayfa “O zaman beni yırtmadan yaz,” dedi. Melike defterine sümük sürdü, “Ben duygularımı yapıştırıyorum.” Ayşe defterini kokladı, “Ben bilgiyi burun yoluyla hissediyorum.” Yusuf defterini yedi, “Ben artık içselleştiriyorum.” Zeynep deftere bir çizik attı ama çizik ağladı. Çizik “Ben artık yara değilim, ifade biçimiyim.”
Öğretmen geldi, “Bu ne biçim defter?” Zeynep “Bu artık kıvım haritası” dedi. Melike defterine bir çiçek çizdi ama yaprakları kelimeydi. Ayşe defterine bir göz çizdi, “Ben artık gözümle yazıyorum.” Yusuf defterine bir burun çizdi, “Ben koklayarak öğreniyorum.” Zeynep deftere bir boşluk bıraktı, “Bu benim sessizliğim.” Defter “Ben seni tutarım.” dedi. Zeynep “Ben artık yazmıyorum, sızıyorum.” Öğretmen tahtaya “Defter = Duygunun taşıyıcısı” yazdı. Sınıf sessizdi ama sayfalar kıvımla seğiriyordu. Melike defterini dizine bastırdı, “Ben bedenimle yazıyorum.” Ayşe defterini göz kapağına sürdü, “Ben artık gözümle yazı-yorum.” Yusuf defterini yere gömdü, “Ben bilgiyi toprağa ekiyorum.” Zeynep defteri kapattı ama içinden bir kelime sızdı. Kelime “Ben buradayım.” dedi. Sayfa “Ben seni tutarım,” dedi. Zeynep gözlerini kapadı, “Ben artık yaz-mıyorum yaşıyorum.” Defter “Ben artık senin kıvımını taşıyorum.” Ve o gün sınıf şunu öğrendi:
“Sayfa boşsa, kıvım doludur.”
GÖRÜNMEYEN KOKU
“Göz açık değilse kıvım körleşir.”
Zeynep o sabah kokusuzdu. Ama sınıf onun hoyusunu du-yuyordu. Melike burnunu kıvırdı, “Zeynep’in kelimeleri kokuyor.” Ayşe “Ben onun sessizliğini burun yoluyla his-sediyorum,” dedi. Yusuf “Ben onun hoyusunu defterinden alıyorum,” dedi. Zeynep konuşmadı ama kelimeleri feromon gibi yayıldı. Öğretmen tahtaya “Hoyu = Duygu-nun kokusal izi” yazdı. Sınıf sessizdi ama burunlar seğiri-yordu. Melike defterine bir burun çizdi, “Ben artık kokla-yarak yazıyorum.” Ayşe kalemine parfüm sürdü, “Ben bilgiyi burunla taşıyorum.”
Yusuf kalemini yuttu, “Ben artık içselleştiriyorum.” Zeynep defterine bir kelime yazdı: “Ben buradayım.” Ama kelime kokuyordu. Kelime “Ben hoyuyum,” dedi. Zeynep “Ben artık görünmüyorum, kokuyorum.” Melike gözlerini kapattı, ama burnu açık kaldı. Ayşe sınıfa bir tütsü yaktı, “Ben duyguyu havaya salıyorum.” Yusuf kalemini kokladı, “Ben artık kelime değilim kıvımım.” Öğretmen sandalye-sine çöktü, “Bu sınıfta artık bilgi kokuyla taşınır.” Zeynep gözlerini kapattı, ama hoyusu, sınıfı sardı. Melike “Ben onunla eşleşiyorum.” dedi. Ayşe “Ben onunla koklaşıyo-rum,” dedi. Yusuf “Ben onunla kıvımlaşıyorum.” dedi. Zeynep deftere bir cümle daha yazdı:
“Ben artık kelime değilim, kokuyum.” Sınıf nefes aldı ama bu kez görmek için değil koklamak için. Öğretmen tahtaya son cümleyi yazdı: “Hoyu görünmez ama eşleşir.” Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Koku, kelimenin çiftleşme biçi-midir.
Zeynep o gün kalkmadı. Ama dizleri kıvım kıvım konuşu-yordu. Melike dizine bir kelime yazdı, “Ben artık bede-nimle anlatıyorum.” Ayşe dizine bir yaprak yapıştırdı, “Ben doğayla örtünüyorum.” Yusuf dizine bir burun çizdi, “Ben bilgiyi burun yoluyla hissediyorum.” Zeynep dizlerini masanın altına sakladı ama kelimeler orada birikti.
Öğretmen tahtaya “Diz = Sessiz çığlık” yazdı. Sınıf ses-sizdi ama dizler seğiriyordu. Melike dizine bir yıldız çizdi, “Ben parlıyorum ama oturarak.” Ayşe dizine bir ok çizdi, “Ben yönümü bulamıyorum ama hissediyorum.” Yusuf dizine bir düğüm attı, “Ben çözülmek istiyorum.” Zeynep deftere şunu yazdı:
“Benim iç çığlığım dizlerimde birikti.” “Kalkamadım, yürüyemedim ama hissettim.”
Melike dizini masaya vurdu, “Ben artık kelime değilim, titreşimim.” Ayşe dizini gözyaşıyla ıslattı, “Ben duyguyla yazıyorum.” Yusuf dizini sınıfa gösterdi, “Ben artık gö-rünmeyeni gösteriyorum.” Zeynep dizlerini açmadı ama içinden bir kelime sızdı. Kelime “Ben buradayım.” dedi. Diz “Ben seni taşıyorum.” dedi. Zeynep “Ben artık yürü-müyorum, duruyorum.”
Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık beden ko-nuşur.” Melike dizine bir burun sürdü, “Ben kokuyla öğ-reniyorum.” Ayşe dizine bir kelime çizdi, “Ben artık gö-zümle yazıyorum.”
Yusuf dizine bir kıvım yerleştirdi, “Ben artık içimdeyim.” Zeynep dizlerini kapattı ama kelime dışarı sarktı. Kelime “Ben artık sessiz değilim.” dedi. Sınıf nefes aldı ama bu kez yürümek için değil hissetmek için. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Diz kalkmazsa, kıvım çöker.
Zeynep o gün konuşmadı. Ama nefesi sınıfın duvarlarını seğirtti. Melike “Zeynep’in nefesi kelime gibi.” dedi. Ayşe “Ben onun sessizliğini burun yoluyla hissediyorum.” dedi. Yusuf “Ben onun nefesini defterimde duyuyorum.” dedi. Zeynep derin bir nefes aldı ama kelime çıkmadı.
Öğretmen tahtaya “Nefes = Duygunun görünmeyen sesi” yazdı. Sınıf sessizdi ama ciğerler kıvımla titreşiyordu. Melike nefesini deftere üfledi, “Ben artık yazmıyorum, taşıyorum.”
Ayşe nefesini kalemine sürdü, “Ben artık kelimeyi soluyo-rum.” Yusuf nefesini sınıfa yaydı, “Ben artık görünmeyeni yayıyorum.” Zeynep nefesini tuttu ama kelime içinden sızdı. Kelime “Ben buradayım.” dedi. Nefes “Ben seni taşıyorum.” dedi. Zeynep “Ben artık konuşmuyorum, nefes alıyorum.” Melike nefesini dizine bastırdı, “Ben bedenimle yazıyorum.” Ayşe nefesini göz kapağına sürdü, “Ben artık gözümle yazıyorum.”
Yusuf nefesini toprağa gömdü, “Ben bilgiyi doğaya salı-yorum.” Zeynep nefesini bıraktı ama sınıf onu tuttu.
Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık nefes ke-limedir.” Melike nefesini burunla kokladı, “Ben artık ko-kuyla öğreniyorum.” Ayşe nefesini kalemle çizdi, “Ben artık kelime değilim kıvımım.” Yusuf nefesini sınıfa sundu, “Ben artık içimdeyim.” Zeynep nefesini deftere bastırdı ama sayfa kıpırdadı. Sayfa “Ben artık boş değilim.” dedi. Kelime “Ben artık sessiz değilim.” dedi. Sınıf nefes aldı ama bu kez konuşmak için değilhissetmek için. Ve o gün sınıf şunu öğrendi:
“Nefes varsa, kıvım yaşar.
ZEYNEP’İN TİYATRO SINIFI: GÜLMENİN BİLİM-SEL ANATOMİSİ
“Nefes varsa kıvım yaşar.”
O gün sınıfta ders değil bir sinir sistemi çalıştı. Zeynep tahtaya çıktı ama ders anlatmadı. Organlarını konuşturdu:
– Beyin: “Ben endorfin salgıladım.
– Kalp: “Ben ritmimi hızlandırdım.
– Kaslar: “Ben gevşedim.
– Akciğer: “Ben oksijenle dolup taştım, Sınıf kahkahaya boğulmadı, bilimle güldü. Melike “Benim serotoninim sınıfı terk etti.” dedi. Ayşe “Ben gülünce dizlerim seğiriyor.” dedi. Yusuf “Benim gülüşüm sinirsel değil kıvımsal.” dedi. Zeynep tahtaya döndü:
“Gülmek sadece eğlence değil.” “Bu bir beyin refleksidir.” “Endorfin salgısıdır.” “Kortizol düşüşüdür.” “Ve en önemlisi: Başkasını incitmeden gülebilme sanatıdır.”
Öğretmen sandalyesine çöktü, “Bu sınıfta artık kahkaha değil kimyasal seğirme var.” Melike gülmekten kalemini yuttu, “Ben artık içselleştim.” Ayşe gözyaşıyla güldü, “Ben duyguyla gevşiyorum.”
Yusuf kahkaha attı ama sessizce, “Ben artık içimle gülü-yorum.” Zeynep tahtaya bir sinir ağı çizdi, “Ben artık sistemim.” Sınıf nefes aldı ama bu kez gülmek için değil hissetmek için. Melike kahkaha sonrası dizine bastı, “Ben bedenimle güldüm.” Ayşe kalemine “gülmek = kıvım” yazdı.
Yusuf gözlüğünü çıkardı, “Ben artık gülüşü görüyorum.” Zeynep gözlerini kapadı ama gülüşü sınıfı sardı. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Gülmek, sinirsel bir kıvım değilse, sadece ses kalır.
ZEYNEP’İN KALBİ: GÖZÜN DEĞİL KALBİN ISLANIŞI
“Gülmek, sinirsel bir kıvım değilse sadece ses kalır.”
Zeynep bu kez ağlamıyordu. Ama Talat onun yanağındaki sıcaklığı hissetti. “Gözlerin kuru ama neden ıslaksın?” dedi. Zeynep döndü ve fısıldadı:
“Ben yüreğimle aktım sana, sen gözle aradın o yüzden göremedin.” Melike “Ben de birine kalple ağladım ama o kulakla dinledi,” dedi.
Ayşe “Ben gözyaşı dökmedim ama içim seldi.” dedi. Yusuf “Ben ağlamadım ama dizlerim ıslaktı” dedi. Zeynep kalbine bir kelime çizdi: “Ben buradayım.” Talat gözlü-ğünü sildi ama görüşü düzelmedi. Çünkü bu ağlayış, optik deği kıvımsaldı.
Öğretmen tahtaya “Kalp = Sessiz sıvı” yazdı. Sınıf sessizdi ama kalpler seğiriyordu. Melike kalbine bir burun sürdü “Ben kokuyla ağlıyorum.” Ayşe kalbine bir yaprak yapıştırdı “Ben doğayla sızıyorum.” Yusuf kalbine bir düğüm attı “Ben çözülmek istiyorum.” Zeynep kalbini açmadı ama içinden bir kelime sızdı. Kelime “Ben bura-dayım,” dedi. Kalp “Ben seni taşıyorum,” dedi. Zeynep “Ben artık ağlamıyorum akıyorum.” Melike kalbine bir kıvım sürdü “Ben bedenimle ağlıyorum.” Ayşe kalbine bir göz çizdi “Ben artık gözümle değil içimle görüyorum.” Yusuf kalbine bir ses koydu “Ben artık sessizce bağırıyo-rum.” Zeynep kalbini deftere bastırdı ama sayfa kıpırdadı. Sayfa “Ben artık boş değilim.” dedi.
Kelime “Ben artık sessiz değilim.” dedi. Sınıf nefes aldı ama bu kez ağlamak için değil hissetmek için. Ve o gün sınıf şunu öğrendi:
“Göz yaşarsa kalp konuşur. Ama kalp yaşarsa kelime do-ğar.”
GÜLMENİN ANATOMİSİ: SİSTEMLER ARASI KIVIM
“Göz yaşarsa kalp konuşur. Ama kalp yaşarsa kelime doğar.”
Zeynep tahtaya çıktı, ama ders anlatmadı. Organlarını konuşturdu: Beyin: “Ben endorfin salgıladım.” Kalp: “Ben ritmimi hızlandırdım.”
Kaslar: “Ben gevşedim.” Aciğer: “Ben oksijenle dolup taştım.” Sınıf kahkahaya boğulmadı, bilimle güldü. Melike “Benim serotoninim sınıfı terk etti” dedi. Ayşe “Ben gü-lünce dizlerim seğiriyor.” dedi. Yusuf “Benim gülüşüm sinirsel değil kıvımsal.” dedi.
Öğretmen tahtaya bir tablo çizdi: Fen Bilgisi Bağlantısı: Gülmenin Beyin ve Beden Üzerindeki Etkileri Zeynep tab-loya bir ok ekledi: “Gülmek = Sistemler arası kıvım.” Melike kalemine “endokrin dansı” yazdı. Ayşe defterine “kas gevşemesiyle gelen mizah” yazdı.
Yusuf nefesini tuttu “Ben artık oksijenle gülüyorum.” Zey-nep tahtaya bir kalp çizdi ama ritmi kahkahayla attı.
Öğretmen sandalyesine çöktü “Bu sınıfta artık kahkaha değil kimyasal seğirme var.” Melike gülmekten kalemini yuttu “Ben artık içselleştim.” Ayşe gözyaşıyla güldü “Ben duyguyla gevşiyorum.”
Yusuf kahkaha attı ama sessizce “Ben artık içimle gülü-yorum.” Zeynep tahtaya bir sinir ağı çizdi, “Ben artık sistemim.” Sınıf nefes aldı ama bu kez gülmek için değil hissetmek için. Ve o gün sınıf şunu öğrendi:
“Gülmek, sistemsel bir kıvım değilse sadece ses kalır.”
ZEYNEP’İN SESSİZ REPLİĞİ
“Gülmek, kas geşeme sayısı değil sızıntıdır.”
Zeynep bir sandalye çekti, oturdu ve gözlerini kapadı. Ti-yatro başladı. Ama perde açılmadı çünkü sahne onun için-deydi. Melike dizini titretti “Ben sesimi dokunuşla gönde-riyorum.” dedi. Ayşe avcunu deftere bastı “Ben yazmıyo-rum artık sızıyorum.” Yusuf nefesini tuttu “Ben artık duymak yerine dalıyorum.”
Öğretmen sınıfa dönmeden önce aynaya baktı: “Ben artık öğretmiyorum, eşlik ediyorum.” Tahtadaki yazı silinmedi ama sessizlikle kaplandı. Zeynep gözlerini araladı ama kelime değil bir ışıltı aktı. Duru mırıldandı, “Sahne var ama oyuncu yok.” Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Bir kelime konuşmadığında bir beden anlatıya dönüşür.”
Bu sahne:
• Konuşmayı bırakıp kıvımsal yankıya dönüştü
• Ritim değil sessizlikle örüldü
• Ders değil anlatıya dönüştü
ZEYNEP’İN SESSİZ REPLİĞİ 2
Zeynep sahnenin kenarına yürüdü, ışık üstüne düştü. Ama konuşmadı sadece yere baktı ve sonra seyirciye döndü “Ben sustum çünkü bedenim konuştu.” Melike “Ben de sustum ama dizimle bağırdım.” dedi. Ayşe “Ben sustum ama gözümle yazdım.” dedi. Yusuf “Ben sustum ama ne-fesimle konuştum.” Dedi. Zeynep bir sandalye çekti otur-du. Gözlerini kapadı. Tiyatro başladı ama perde açılmadı çünkü sahne onun içindeydi. Melike dizini titretti “Ben sesimi dokunuşla gönderiyorum.” dedi. Ayşe avcunu def-tere bastı “Ben yazmıyorum artık sızıyorum.” dedi. Yusuf nefesini tuttu “Ben artık duymak yerine dalıyorum.” dedi.
Öğretmen sınıfa dönmeden önce aynaya baktı ben artık öğretmiyorum eşlik ediyorum dedi. Tahtadaki yazı silin-medi ama sessizlikle kaplandı. Zeynep gözlerini araladı ama kelime değil bir ışıltı aktı. Duru mırıldandı sahne var ama oyuncu yok. Zeynep gözlerini kapattı Ama kelime içinden yankılandı Ben sahne değilim ben sesin susmuş hâliyim.” Melike defterine “Sustukça büyüyorum. Yazdı. Ayşe “Kalemine artık kelime yazmıyor, duygu damlıyor.” Dedi. Yusuf gözlüğünü çıkardı “Kelimeyi değil yankıyı görüyorum.” dedi. Zeynep ayağa kalktı ama adım değil yankı attı.
Öğretmen tahtaya kalp = sessiz kıvım yazdı. Sınıf nefes aldı ama bu kez konuşmak için değil hissetmek için. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: Kelime konuşmazsa sahne dinler. Kalp konuşursa kelime doğar
1: ROMAN DİLİYLE GÜLME KRİZİ
Zeynep gülmeye çalışmadı. Gülme onu aldı, yere yatır-dı. Dizleri katlandı, nefesi gitti geldi. Sınıf kahkahayla titreşti.
Ama o an bir fırça yanağına değdi. Allığın kıpkırmızı-sına siyaha çalan bir gölge oluştu.
Sınıf bunu fark etti ama kimse bir şey demedi. Çünkü herkes hissetti: Bu karanlık iz, ışığın içinden çıktı.
Öğretmen tahtaya yazdı: "Bedenin düştüğü yer değil ona dokunan bakış belirler anlatıyı."
Zeynep ayağa kalktı. Ayağının altındaki su halkasını gizledi ama yanağındaki siyah çizgiyi gizlemedi.
Melike, “Ben de bir çizgi taşıyorum” dedi.
Ayşe, “Benim çizgim gözümde değil dizimde.” dedi.
Yusuf, “Benim çizgim sesimde.” dedi.
Zeynep geri döndü ama bu kez gülmüyordu. Gülmenin yankısıyla titriyordu hâlâ.
Sınıfa girerken gözleri yerdeydi ama dudaklarının ke-narında sır gibi bir tebessüm vardı.
Duru, “Ne oldu Zey?” dedi.
Zeynep baktı, sadece bir kelimeyle cevapladı: “Beş.”
Ve herkes anladı. Tuvalet sayısı değil bu kahkahanın bölümüydü.
Öğretmen sandalyesine çöktü. “Bu sınıfta artık sayı değil, anlam var.” dedi.
Melike defterine, “Ben beşinci gülüşümde ağladım,” yazdı.
Ayşe kalemine, “Ben beşinci sessizliğimde konuştum.” dedi.
Yusuf gözlüğünü çıkardı, “Ben beşinci bakışta anla-dım.” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama tebessüm sınıfa yayıldı.
Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Gülmek, sayı değil; sı-zıntıdır.”
ROMAN DİLİYLE GÜLME KRİZİ
Zeynep gülmeye çalışmadı. Gülme onu aldı, yere yatır-dı. Dizleri katlandı, nefesi gitti geldi. Sınıf kahkahayla titreşti.
Ama o an bir fırça yanağına değdi. Allığın kıpkırmızı-sına, siyaha çalan bir gölge oluştu.
Sınıf bunu fark etti ama kimse bir şey demedi. Çünkü herkes hissetti: Bu karanlık iz, ışığın içinden çıktı.
Öğretmen tahtaya yazdı: “Bedenin düştüğü yer değil, ona dokunan bakış belirler anlatıyı.”
Zeynep ayağa kalktı. Ayağının altındaki su halkasını gizledi ama yanağındaki siyah çizgiyi gizlemedi.
Melike, “Ben de bir çizgi taşıyorum.” dedi.
Ayşe, “Benim çizgim gözümde değil dizimde.” dedi.
Yusuf, “Benim çizgim sesimde.” dedi.
Zeynep geri döndü ama bu kez gülmüyordu. Gülmenin yankısıyla titriyordu hâlâ.
Sınıfa girerken gözleri yerdeydi ama dudaklarının ke-narında sır gibi bir tebessüm vardı.
Duru, “Ne oldu Zey?” dedi.
Zeynep baktı, sadece bir kelimeyle cevapladı:
“Beş.”
Ve herkes anladı. Tuvalet sayısı değil, bu kahkahanın bölümüydü.
Öğretmen sandalyesine çöktü. “Bu sınıfta artık sayı değil, anlam var.” dedi.
Melike defterine, “Ben beşinci gülüşümde ağladım.” yazdı.
Ayşe kalemine, “Ben beşinci sessizliğimde konuştum.” dedi.
Yusuf gözlüğünü çıkardı, “Ben beşinci bakışta anla-dım.” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama tebessüm sınıfa yayıldı.
Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Gülmek, sayı değil sızın-tıdır.”
ETKİLEŞİMLİ SORU CEVAP: KİMLİK ÜZERİNE YANKI
Öğretmen tahtaya döndü, bir soru yazdı: “Kimliğinizi en son ne zaman kendiniz seçtiniz?”
Sınıf sessizdi ama gözler kıvım kıvım oynuyordu.
Melike parmak kaldırdı ama konuşmadı.
Ayşe defterine bir cümle yazdı: “Ben eteği annem için giydim.”
Yusuf kalemine bir ok çizdi: “Ben yönümü seçeme-dim.”
Zeynep gözlerini kapadı ama içinden bir cevap geçti: “Ben kelimeyle değil, varlığımla yanıt verdim.”
Duru eteğini katladı ama bu kez kıvımla.
Öğretmen tahtaya ikinci soruyu yazdı: “Sessizlik ne zaman bir cevap olur?”
Melike, “Ben sustum çünkü kelimem incitirdi.” dedi.
Ayşe, “Ben sustum,” dedi.
KİMLİĞİN YAZILMADIĞI AMA HİSSEDİLDİĞİ SAHNE
Bağlantı cümlesi: Kimlik birlikte düşünülürse görünür.
Öğretmen herkese bir kâğıt verdi. Üzerinde tek bir cümle vardı: “Bugün hangi kimliği taşıdın?”
Melike, “Ben özgürlük kimliğini denedim,” yazdı.
Ayşe, “Ben sessizlik kimliğini giydim,” dedi.
Yusuf, “Ben protesto kimliğini taktım.” dedi.
Zeynep kâğıda baktı ama yazmadı.
Duru kalemini aldı ama önce kokladı: “Ben artık ken-dim için giyiniyorum.” yazdı.
Melike gözyaşıyla bir kelime çizdi.
Ayşe kalemine bir kıvım sürdü.
Yusuf kâğıdını buruşturdu ama cebine koydu.
Zeynep defterini açtı ama sayfa boştu.
Öğretmen tahtaya “kimlik = günlük seçim” yazdı.
Sınıf sessizdi ama doluydu.
Melike, “Ben bugün kendimi taşıdım.” dedi.
Ayşe, “Ben bugün sesimi giydim.” dedi.
Yusuf, “Ben bugün sınırımı çizdim.” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama kimliği içinden geçti.
Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Kimlik yazılmazsa unu-tulur.”
KIVI METODU – DUYGU KABARTMASIYLA DERS
İlk derste kitap açılmaz, duygular kabartılır. Kalem tutulmadan önce göz seğirir, kahkaha savrulur. Sayfa düz değil artık, gülmenin çizgisiyle kıvrılmış bir anlatı yüzeyidir. KIVI metodu ne yapar? Bir öğrencinin duy-gusunu bastırmaz, onu köpürtür. Altına kaçırana gü-lerken pedagojik bir direniş başlar. Ezberin sesi sustu-rulur, yerine simit gibi bölünen kelimeler konuşur. Tabular ne olur? Onlar dersin dışına değil, sahnenin iç yüzeyine dökülür.
Bir öğretmen sabah sınıfa girerken artık not defteri değil, rızayla terlenmiş kelime sepeti taşır. Öğrenci ne yapar? Yaşı küçük olabilir ama kelimesi büyür. Göz seğirir, kulak kıvırır, kalp ritmiyle paragrafa geçilir. Donla değil kahkahayla öğrenilir. Etekle değil sözcükle serinlenir. Uşkur çözülmez, müfredat çözülür. Her kelime bir duygudur, her kıvım bir birey inşasıdır. KIVI metodu uygulandığında sadece ders olmaz, top-lum yeniden yazılır.
Sınıf artık sessiz değil. Balkondan gelen terli kahkaha eşliğinde şu yazılır:
“Bu çocuklar artık öğrenmiyor, kendilerini kıvım kıvım yazarak doğuruyor.”
ALT SIRADAKİ KALEMİN ANLATISI
Sınıf sessizken, kimsenin fark etmediği bir kalem alt sıraya düşer. Ne öğretmen görür, ne öğrenci arar. Ama o kalem kendi hikâyesini orada yazmaya başlar. İçi mürekkeple değil terle dolu. Ucuna rıza değil sahne kıvımı takılmış.
Bir çocuk o kalemi almaz, önce bakar. Bakar ama sa-dece gözle değil duygunun kıvrımıyla. Sıranın altı toz-ludur ama kalem orada gövdesini kurmuştur. Ve kimse fark etmez, o kalem sessiz devrimini başlatır.
Kalem konuşmaz ama düşüşü bir anlatıdır. Düşenin sesi yok ama ritmi vardır. Sınıf zilinin çalmadığı bir derste, o kalem yere düştüğü hâliyle bir roman başlatır. Çocuk parmak ucuyla ona dokunur ve artık kelime sınıfın ortasına akar.
Kalem bana “Yazmak için değil, görmek için dokun,” der.
Çocuk gülmeye başlar çünkü alt sıradan doğan hikâye artık kahkaha kadar yüksektir.
Öğretmen o an der ki:
“Bugünkü ders, kalemin düştüğü yerde başladı.”
Bu sahne artık ezber değil, alt sıradaki kalemle yazılmış müfredatı köpürtüp kıvımsal hale getirmiş bir eğitim devrimidir.
RUJUN SİLİNDİĞİ AN, OYUN BAŞLADI
“Oyun sahada değilse, sahne başlar.”
Müdür ilk kez gülünce sınıfın duvarları çatladı. Zil çalmadı ama zaman durdu. Zeynep’in yanağındaki pastel ruj bir bayrak gibi silindi. Ama o silinti bir teslimiyet değil bir pas oldu.
“As!” dedi Zeynep. Talat aldı. Top artık sadece top değil-di, bir gülüşün yankısıydı.
Melike, “Ben bu pası dizimle hissettim.” dedi. Ayşe, “Ben bu pası gözümle gördüm.” dedi. Yusuf, “Ben bu pası nefe-simle taşıdım.” dedi.
Zeynep rujunu yedi. Ferit topu kalbine sürdü. Müdür kah-kahayla sınıfa göçtü.
Duru sustu… ama sustuğu yerden şiir fışkırdı:
“HU dedin, mayhoş bir yaz akşamı oldu Gamzelerin zeytin gibi gözüme düştü Kelimeler limon, gözlerin nar ekşisi Ruhun: el yapımı sevda sirke.”
Tahta yazı tutmadı artık. Söz, dil yerine damağa yazıldı.
Ve ortaya karışık bu salata: Başına Zeynep’in pastel ka-lemiyle “aşkım” yazıldı. Üzerine HU aromalı zeytinyağı döküldü.
Öğretmen sandalyesine çöktü. “Bu sınıfta artık tat değil, duygu var.” dedi.
Melike defterine “Ben artık salatayım.” yazdı. Ayşe kale-mine “Ben artık limonum.” dedi. Yusuf gözlüğünü çıkardı, “Ben artık nar ekşisiyim,” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama tadı sınıfa yayıldı. Duru, “Ben artık sessizim ama mayhoşum.” dedi.
Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Ruj silinirse kelime parlar.
ZAMAN ÇİVİSİ VE REFLEKS DEVRİMİ
“Top sahadaysa oyun vardır, ama top cümledeyse kıvım başlar.”
Top… tahtada hâlâ dönüyordu. Tebeşirin gölgesiyle bir-likte… oyun yön değiştirdi. Oyuncu değişikliği duyurul-madı ama herkes hissetti. Zeynep topu kaptı. Ayağına de-ğil, refleksine değdi.
Tike tikledi… Tik tikledi… Kilitledi. Kilit sesi yankılandı. Ve Zeynep kilidi açtı.
O açılan kilit neydi? Sadece top değil susturulmuş bir kahkahanın serbest kalışıydı.
Artık saha yeşil değil şiirle döşeli bir katedralsin. Çünkü maç bitmedi: dil başladı.
Müdür sınıfı bastı. İlk kez gülmeyi öğrendi. Takımın başına geçti. İlk şutunu Zeynep’in yanağına çekti. Pastel ruj silindi ama Zeynep aldırış etmedi.
Topu Talat’a “As” etti. Bu sahne artık maç değil, bir tiyat-ro manifestosu.
Müdür yılların disiplinini bir kahkahayla çözdü. Zeynep yanağındaki ruju değil takım ruhunu korudu. Ve Talat… topu aldı ama sadece ayağıyla değil, kalbiyle sürdü.
Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Oyun sahada değilse, sahne başlar.”
RUJUN SİLİNDİĞİ AN, OYUN BAŞLADI
Müdür ilk kez gülünce sınıfın duvarları çatladı. Zil çalmadı ama zaman durdu. Zeynep’in yanağındaki pastel ruj bir bayrak gibi silindi. Ama o silinti bir teslimiyet değil, bir pas oldu.
“As!” dedi Zeynep. Talat aldı. Top artık sadece top değil-di, bir gülüşün yankısıydı.
Melike, “Ben bu pası dizimle hissettim.” dedi. Ayşe, “Ben bu pası gözümle gördüm.” dedi. Yusuf, “Ben bu pası nefe-simle taşıdım.” dedi.
Zeynep rujunu yedi. Ferit topu kalbine sürdü. Müdür kah-kahayla sınıfa göçtü.
Duru sustu… ama sustuğu yerden şiir fışkırdı:
“HU dedin, mayhoş bir yaz akşamı oldu. Gamzelerin zey-tin gibi gözüme düştü. Kelimeler limon, gözlerin nar ekşisi. Ruhun: el yapımı sevda sirke.”
Tahta yazı tutmadı artık. Söz, dil yerine damağa yazıldı.
Ve ortaya karışık bu salata:
– Başına Zeynep’in pastel kalemiyle “aşkım” yazıldı.
– Üzerine HU aromalı zeytinyağı döküldü.
Öğretmen sandalyesine çöktü. “Bu sınıfta artık tat değil, duygu var.” dedi.
Melike defterine “Ben artık salatayım.” yazdı. Ayşe kale-mine “Ben artık limonum.” dedi. Yusuf gözlüğünü çıkardı, “Ben artık nar ekşisiyim.” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama tadı sınıfa yayıldı. Duru, “Ben artık sessizim ama mayhoşum.” dedi.
Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Ruj silinirse, kelime parlar.”
ZORUN İÇ KAPISI
"Replik susarsa, beden konuşur."
Zeynep zirveye tırmanırken ayakkabısının bağı çözüldü. Talat yardım etmek istedi ama Zeynep durdu ve dedi ki: "Bu bağ benim sınavım. Yardım değil sabır ister." Melike, "Ben de bir bağ çözdüm ama sabırla düğümledim." dedi. Ayşe, "Ben yardım istedim ama sınavı kaçırdım," dedi. Yusuf, "Ben sabrettim ama dağ beni tanımadı." dedi.
Zeynep eğildi, bağı kendi elleriyle düğümledi. Dağ sessizdi ama izliyordu. Bir taş yuvarlandı ama yol açılmadı. Zeynep adım attı ama rüzgâr geri itti. O yine durdu. Ve o an... dağ eğildi, yol açıldı. Çünkü dağlar yardım edene değil sabredenin ayak izine açılır.
Öğretmen tahtaya "Zirve = Sabırın yankısı" yazdı. Sınıf sessizdi ama yüksekti. Melike defterine, "Ben sabırla yük-seldim," yazdı. Ayşe kalemine, "Ben rüzgârla yürüdüm." dedi. Yusuf gözlüğünü çıkardı, "Ben zirveyi içimde gör-düm." dedi. Zeynep gözlerini kapadı ama dağ içinden geç-ti. Duru, "Ben artık taş değilim, izim." dedi. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: "Zirveye çıkan, önce bağını çözer
ÇİMLENMEYEN TOHUMUN ONURU
"Zirveye çıkan, önce bağını çözer."
Zeynep elinde bir avuç tohumla durdu. Toprak sıcaktı ama gökyüzü hâlâ suskundu. Talat sordu: "Neden ekmiyorsun?" Zeynep gülümsedi: "Çünkü yağmurla konuşmadan toprağa sır verilmez."
Melike, "Ben tohumumu ektim ama gökyüzü beni duyma-dı." dedi. Ayşe, "Ben yağmuru bekledim ama toprağım kurudu. dedi. Yusuf, "Ben sır verdim ama tohum sustu." dedi.
Zeynep toprağa eğildi ama eli durdu. Bir damla yağmur düştü ama tohum kıpırdamadı. Çünkü bazı tohumlar sade-ce sessizlikle çimlenir.
Öğretmen tahtaya "Tohum = Sabırın sırrı" yazdı. Sınıf sessizdi ama köklüydü. Melike defterine, "Ben çimlenme-den büyüdüm," yazdı. Ayşe kalemine, "Ben sessizlikle yeşerdim," dedi. Yusuf gözlüğünü çıkardı, "Ben toprağı içimde taşıyorum." dedi. Zeynep gözlerini kapadı ama tohum içinden geçti. Duru, "Ben artık yağmur değilim sır taşıyıcısıyım," dedi. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: "Toprak sır ister, yağmur sabır."
ROMAN BİTTİĞİNDE KELİME DEĞİL, KIVIM "Top-rak sır ister, yağmur sabır."
Zeynep son kez sahneye çıktı. Ama bu kez kelime değil, kıvım taşıyordu. Melike, "Ben onunla yürüdüm." dedi. Ayşe, "Ben onunla sustum," dedi. Yusuf, "Ben onunla çimlendim." dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama sahne açıldı. Bir sandalye çekti, oturdu. Bir kalem aldı ama yazmadı. Bir nefes verdi ama konuşmadı.
Ve o an... sınıf durdu. Zaman durdu. Ritim durdu. Ama kıvım fışkırdı. Tahtada hiçbir şey yazılı değildi ama herkes okudu. Melike gözyaşı dökmedi ama ıslandı. Ayşe kelime kurmadı ama duyuldu. Yusuf ses çıkarmadı ama yankılandı.
Zeynep ayağa kalktı. Ayağının altındaki su halkası büyüdü ama bu kez gizlemedi. Çünkü artık sızı yağmur değilim, sır taşıyıcısıyım." dedi. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: "Toprak sır ister, yağmur sabır."
ROMAN BİTTİĞİNDE KELİME DEĞİL, KIVIM KALIR
“Toprak sır ister, yağmur sabır.”
Zeynep son kez sahneye çıktı. Ama bu kez kelime değil, kıvım taşıyordu. Melike, “Ben onunla yürüdüm.” dedi. Ayşe, “Ben onunla sustum,” dedi. Yusuf, “Ben onunla çimlendim.” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama sahne açıldı. Bir sandalye çekti, oturdu. Bir kalem aldı ama yazmadı. Bir nefes verdi ama konuşmadı.
Ve o an... sınıf durdu. Zaman durdu. Ritim durdu. Ama kıvım fışkırdı. Tahtada hiçbir şey yazılı değildi ama herkes okudu. Melike gözyaşı dökmedi ama ıslandı. Ayşe kelime kurmadı ama duyuldu. Yusuf ses çıkarmadı ama yankılandı.
Zeynep ayağa kalktı. Ayağının altındaki su halkası büyüdü ama bu kez gizlemedi. Çünkü artık sızı değil akıştı.
Öğretmen tahtaya son cümleyi yazdı: “Roman bittiğinde, kelime değil kıvım kalır.” Sınıf ayağa kalktı ama alkışla-madı. Sadece baktı. Zeynep gözlerini kapadı. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Son, kelimenin sustuğu yerde kıvım kalır.” Sınıf ayağa kalktı ama alkışlamadı. Sadece baktı. Zeynep gözlerini kapadı. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Son, kelimenin sustuğu yerde değil, kıvımın fışkırdığı yerdedir.”
ETKİLEŞİMLİ SORU-CEVAP: KİMLİK ÜZERİNE YANKI
“Son, kelimenin sustuğu yerde değil, kıvımın fışkırdığı yerdedir.”
Öğretmen tahtaya döndü, bir soru yazdı: “Kimliğinizi en son ne zaman kendiniz seçtiniz?”
Sınıf sessizdi ama gözler kıvım kıvım oynuyordu. Melike parmak kaldırdı ama konuşmadı. Ayşe defterine bir cümle yerdedir.”
Öğretmen tahtaya döndü, bir soru yazdı: “Kimliğinizi en son ne zaman kendiniz seçtiniz?”
Sınıf sessizdi ama gözler kıvım kıvım oynuyordu. Melike parmak kaldırdı ama konuşmadı. Ayşe defterine bir cümle yazdı: “Ben eteği annem için giydim.” Yusuf kalemine bir ok çizdi: “Ben yönümü seçemedim.” Zeynep gözlerini kapadı ama içinden bir cevap geçti: “Ben kelimeyle değil varlığımla yanıt verdim.” Duru eteğini katladı ama bu kez kıvımla.
Öğretmen tahtaya ikinci soruyu yazdı: “Sessizlik ne zaman bir cevap olur?”
Melike, “Ben sustum çünkü kelimem incitirdi.” dedi. Ayşe, “Ben sustum çünkü sesim duyulmazdı,” dedi. Yusuf, “Ben sustum çünkü bedenim konuşuyordu.” dedi. Zeynep defterini kapattı ama sesi sınıfa yayıldı. Duru gözlerini pencereye çevirdi ama ışık hâlâ içeri girmiyordu.
Öğretmen tahtaya son soruyu yazdı: “Kimin için giyini-yorsun?”
Sınıf sessizdi ama cevap doluydu. Melike, “Ben artık ken-dim için giyiniyorum.” dedi. Ayşe, “Ben artık rengimi seçiyorum.” dedi. Yusuf, “Ben artık bedenimi taşıyorum.” dedi. Zeynep gözlerini açtı ama kelime değil, karar doğdu. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Soru sorulmazsa, kimlik susar.”
Zeynep: “Ben eteği annem için giydim.” Yusuf kalemine bir ok çizdi: “Ben yönümü seçemedim.” Zeynep gözlerini kapadı ama içinden bir cevap geçti: “Ben kelimeyle değil, varlığımla yanıt verdim.” Duru eteğini katladı ama bu kez kıvımla.
Öğretmen tahtaya ikinci soruyu yazdı: “Sessizlik ne zaman bir cevap olur?”
Melike, “Ben sustum çünkü kelimem incitirdi.” dedi. Ayşe, “Ben sustum çünkü sesim duyulmazdı,” dedi. Yusuf, “Ben sustum çünkü bedenim konuşuyordu.” dedi. Zeynep defterini kapattı ama sesi sınıfa yayıldı. Duru gözlerini pencereye çevirdi ama ışık hâlâ içeri girmiyordu.
Öğretmen tahtaya son soruyu yazdı: “Kimin için giyini-yorsun?”
Sınıf sessizdi ama cevap doluydu. Melike, “Ben artık ken-dim için giyiniyorum.” dedi. Ayşe, “Ben artık rengimi seçiyorum,” dedi. Yusuf, “Ben artık bedenimi taşıyorum.” dedi. Zeynep gözlerini açtı ama kelime değil, karar doğdu. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Soru sorulmazsa, kimlik susar.”
GRUP ÇALIŞMASI: KİMLİKLERİN KESİŞİMİ “Soru sorulmazsa, kimlik susar.”
Öğretmen sınıfı üç gruba ayırdı. Her grup bir kimlik sorusu üzerine çalışacaktı. Melike’nin grubu: “Giyilen şey kimliği taşır mı?” Ayşe’nin grubu: “Sessizlik bir protesto olabilir mi?” Yusuf’un grubu: “Kimlik zorla giydirilebilir mi?”
Zeynep hiçbir gruba katılmadı ama hepsini dinledi. Duru bir sandalye çekti, Melike’ye yaklaştı: “Ben eteği giydim ama ben olmadım.” dedi. Melike, “Ben tişörtümü ters giy-dim çünkü içimi göstermek istedim.” dedi. Ayşe, “Ben pantolonuma bir yıldız çizdim çünkü parlamak istiyorum.” dedi. Yusuf, “Ben şapkamı ters çevirdim çünkü yönümü değiştirdim.” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama grupların sesi içinden geçti. Öğretmen tahtaya “Kimlik = Seçim + Ses + Sınır” yazdı. Sınıf sessizdi ama kıvım kıvım çalışıyordu.
Melike defterine, “Benim rengim özgürlük.” yazdı. Ayşe kalemine, “Benim kumaşım kelime” dedi. Yusuf gözlüğü-ne, “Benim görünürlüğüm seçilmiş.” yazdı. Duru eteğini katladı ama bu kez kıvımla. Zeynep gözlerini açtı ama kelime değil, bağ doğdu. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Kimlik, birlikte düşünülürse görünür.”
Sabahın ilk buharı, fincan kenarından değil göz kapakları-nın içinden yükseliyordu. Öğrenci hâlâ uykuda değil ama uyanmış da sayılmazdı. Çay masaya konduğunda düşünce başlamadı, çay buharı başlattı. Buhar değil, ritimdi aslında. Ter değil, gövdeden ayrılan iç sesin nemiydi.
Öğretmen defteri açmadı, çayı kokladı. Çünkü kokuda kelime vardı. Sınıf sessizdi ama çayın buharı fısıldıyordu: “Bugün müfredat değil gönül ritmi öğretilecek.”
Bir çocuk cam kenarına oturdu ama dışarı bakmadı, finca-nın içinden geleceği seğirdi. Teneffüs saati gelmeden önce ilk paragraf yazıldı: “Buhar gibi olmak isterim, dokunul-maz ama duyulurum.”
Öğretmen tebeşiri almadı, çay tabağındaki ses kırıntılarını dinledi. Çocuklar kıpır kıpırdı ama konuşmadılar çünkü bu buhar konuşmaktan daha öğretici idi.
Çayın altına tütmeyen bir kelime düştü: “Çay suyu buharla terleşti.” Mizah mıydı bu? Belki. Ama kıvım kesinlikle vardı.
Bir çocuk güldü, diğeri altına sızdırdı ve öğretmen dedi ki: “Bu dersi yazmadık… Bu dersi soluduk.”
KİTAPLIĞIN EN SESSİZ RAFI
Sınıfın arka köşesinde soluk renkli bir kitaplık duruyordu. Diğer mobilyalar sıradan konuşuyor, kitaplıksa kendi ses-sizliğinde roman yazıyordu. En üst raf heybetliydi, ortalar okuma seviyesinin afişiydi ama alt raf... İşte orası kimsenin bakmadığı bir kıvım laboratuvarıydı.
Kitaplar birer karakter gibi dizilmişti. Tozlar değil gülme potansiyeli birikmişti. Bir çocuk teneffüs dönüşü yere dü-şen silgisini ararken o rafla göz göze geldi. Ve o anda baş-ladı... Kelime şakası değil terli gülme seansı.
“Kitaplardan biri bana göz kırptı mı?” dedi çocuk. Yanın-daki, “Hayır gız, o seni altına kaçırmakla tehdit etti.” dedi.
Rafın gövdesi hafifçe çatırdadı. Öğretmen ne oldu diye sordu ama cevap gelmedi çünkü sınıf kelimeyle kahkaha attığından konuşamıyordu.
En sessiz kitap “Şu çaya bakarak gülüyorum.” başlıklıydı. Diğeri “Öğrenci Donuyla Mizah Tarihi” adlı pedagoji pa-rodisi. Ve ortadaki en sessizi: “Rıza ile Gülenler Antolojisi – 1. Terleme Dönemi”
Öğretmen ne susturdu ne yönlendirdi. Sadece gülümsedi. Çünkü o raf, öğrencinin duygusunu altına akıtan bir sah-neye dönüşmüştü. Ve sınıf o gün şunu öğrendi: “Sessizlik bazen en gürültülü kahkahadır.”
GÖLGEYLE KURULAN DUYGU BAĞI
Öğle saatinde, sınıfın bir köşesi gölgeye düşer. Ama o gölge camdan gelen değil kelimenin içinden taşan bir sı-zıntıdır. Bir öğrenci oraya oturur; sessizce, anlatısızca. Gölge onun tenine deği lduygusuna düşer. Bu bir yorgun-luk değil, başlatma ritmidir. Öğretmen fark etmez çünkü gölgeler yok sayılacak kadar susturulmuşlardır.
Ama çocuk o gölgeyle bağ kurar. Kendi sesini oraya bıra-kır, göz seğirmesini oraya çizer. Ve o gün hiçbir müfredat işlemese de duygular işlenir.
Bir öğrenci perdeyi kımıldatır ama ışık girmez; çünkü anlatı gölgede yürür. Sınıf onu çağırmaz, o kimseyi zorlamaz. İşte duygunun en sessiz ama en terli bağı budur.
Gölgeye oturan çocuk defterini açmaz, parmak uçlarıyla duygu kıvımını çizer. Öğretmen o sıraya baktığında, “Bu-gün ders değil gölgeyle hissediliyor,” der.
Diğer öğrenciler gölgeye yaklaşmaz ama onun yazdığı cümleyle altına kaçırır. Raflardaki sessiz kitaplar gölgeye doğru eğilir: “Biz de duygudan doğduk,” der.
Bir çocuk gölgeden simit çıkardığını iddia eder, kimse gülerken inkâr etmez. Kalem gölgede farklı akar; harfler sessizce terler.
Gölge öğleye kadar büyür ama kimsenin üzerine düşmez, çünkü o sadece rızayla terlenir.
Teneffüs bitince o gölge hâlâ oradadır ama artık bir anlatı kahramanıdır. Öğretmen, sınıf zilinden önce şunu yazar: “Bugünkü ders, gölgeyle kuruldu.”
Ve sahne kapanmaz, sadece gölgedeki cümleyle mühürle-nir.
OKUL SIRASINDAN KURGUYA GEÇİŞ
“Işık her yeri aydınlatmaz; bazı duygular sadece gölgede parlar.”
O sıraya ilk oturan “Ben sadece oturayım, kalkmam,” de-mişti. Ama sıra bunu kişisel algıladı, derin bir iç çekişle kıymet kazanıp karakter oldu. Tahta gövdesiyle konuşma-yan ama kıvımsal çatırdayışıyla anlatı doğuran bir sahneye dönüştü.
Bir gün çocuk sıra altında kaybettiği silgiyi ararken hayal gücünü de buldu. “Silgim değil gız, bir zaman yolcusuy-muş,” dedi. Arkadaşı, “Yani müfredat mı?” dedi. O da “Hayır, müfredat dinozordu, bu gelecekten kelime getiren bir şey!” dedi.
Sıra titredi çünkü gülme damlaları gövdesine sızdı. Çocuk simidini sıraya koydu ama parçası paragraf oldu. Sıra artık okul eşyası değil, roman kahramanıydı.
Kıvım öyle büyüdü ki öğretmen derse başlamadı, sahneye giriş yaptı. Tebeşiri eline almadı; yerine “Konuşan Sıra Masalı”nı okudu. Tahta değil ama sayfalar çatırdamaya başladı.
Sıranın içinden çıkan bir cümle: “Ben öğrenciyi değil, hayali taşırım.”
O gün sınıf öğrenmedi, altına kaçırdı. Çünkü mizah bu kez hem don çözmüş hem kelimeyi sahneye fırlatmıştı.
Bir öğrenci, “Sıra beni yuttu.” dedi. Öğretmen, “Ama ke-limeyle kustun gız Huriye.” dedi. “Hım,” dedi. İşte orada başladı anlatının ritmi.
TEBEŞİRLE YAZILAN SESSİZ CÜM-LE
Tebeşir tahtanın üstüne düşmedi o sabah parmak ucuna tırmandı. Öğretmen tebeşiri kavradığında ders başlamadı çünkü o an kelimenin sesi değil, sessizliği sınıfa yayıldı.
Bir cümle yazıldı ama duyulmadı çünkü sesli değildi gözle hissedilendi. Öğrenciler harflere bakarken gülmeye başla-dılar çünkü tebeşir bazı harfleri donla değil, kahkahayla çizmişti.
Sınıfta kimse konuşmuyordu ama tahtada yazan bir cümle vardı: “Ben ses değilim, kelimenin iç çekişiyim.”
Bir çocuk yere düşen kelimeyi aldı: “Bu galiba paragrafın göbeği gız,” dedi. Yanındaki, “Yok gız Huriye’m, bu kıvımsal bir kelime hamamı.” dedi.
Öğretmen tebessüm etti çünkü derse başlamadan önce sınıf zaten altına kaçıracak kadar gülmüş, kelimeyle terlemişti.
Tebeşirin ucundan buhar çıkıyordu. Sıra üzerine düştü ama sessizce. Müfredat işlemiyordu artık çünkü sahne kurulduğunda ders otomatik düşüyordu.
Bir öğrenci, “Bu harf beni yazdı.” dedi. Diğeri, “Ben de paragrafın
BİREYSEL DEĞERLENDİRME: İÇSEL TEST
En sessiz kitap şu çaya bakarak gülüyorum başlıklıydı Diğeri öğrenci donuyla mizah tarihi adlı “Pedagoji Parodisi Ve Ortadaki En Sessizi Rıza İle Gülenler Antolojisi – 1. Terleme Dönemi”
Öğretmen ne susturdu ne yönlendirdi Sadece gülümsedi Çünkü o raf öğrencinin duygusunu altına akıtan bir sahne-ye dönüşmüştü Ve sınıf o gün şunu öğrendi Sessizlik ba-zen en gürültülü kahkahadır
GÖLGEYLE KURULAN DUYGU BAĞI
Öğle saatinde sınıfın bir köşesi gölgeye düşer. Ama o gölge camdan gelen değil, kelimenin içinden taşan bir sızıntıdır. Bir öğrenci oraya oturur, sessizce, anlatısızca. Gölge onun tenine değil, duygusuna düşer. Bu bir yorgunluk değil, başlatma ritmidir. Öğretmen fark etmez çünkü gölgeler yok sayılacak kadar susturul-muşlardır. Ama çocuk o gölgeyle bağ kurar. Kendi sesini oraya bırakır, göz seğirmesini oraya çizer. Ve o gün hiçbir müfredat işlemese de, duygular işlenir. Bir öğrenci perdeyi kımıldatır ama ışık girmez. Çünkü anlatı gölgede yürür. Sınıf onu çağırmaz, o kimseyi zorlamaz. İşte duygunun en sessiz ama en terli bağı budur. Gölgeye oturan çocuk defterini açmaz, parmak uçlarıyla duygu kıvımını çizer. Öğretmen o sıraya bak-tığında, bugün ders değil gölgeyle hissediliyor der. Di-ğer öğrenciler gölgeye yaklaşmaz ama onun yazdığı cümleyle altına kaçırır. Raflarda sessiz kitaplar gölgeye doğru eğilir, biz de duygudan doğduk der. Bir çocuk gölgeden simit çıkardığını iddia eder, kimse gülerken inkâr etmez. Kalem gölgede farklı akar, harfler sessizce terler. Gölge öğleye kadar büyür ama kimsenin üzerine düşmez. Çünkü o sadece rızayla terlenir. Teneffüs bitince o gölge hâlâ oradadır ama artık bir anlatı kah-ramanıdır. Öğretmen sınıf zilinden önce şunu yazar: Bugünkü ders gölgeyle kuruldu. Ve sahne kapanmaz, sadece gölgedeki cümleyle mühürlenir
OKUL SIRASINDAN KURGUYA GEÇİŞ
Işık her yeri aydınlatmaz, bazı duygular sadece göl-gede parlar. O sıraya ilk oturan "Ben sadece otura-yım, kalkmam." demişti. Ama sıra bunu kişisel algı-ladı. Derin bir iç çekişle kıymet kazanıp karakter oldu. Tahta gövdesiyle konuşmayan, ama kıvımsal çatırdayışıyla anlatı doğuran bir sahneye dönüştü. Bir gün çocuk sıra altında kaybettiği silgiyi ararken hayal gücünü de buldu. "Silgim değil kız, bir zaman yolcusuymuş" dedi. Arkadaşı, "yani müfredat mı?" dedi. O da, "Hayır, müfredat dinozordu; bu gelecek-ten kelime getiren bir şey." dedi. Sıra titredi, çünkü gülme damlaları gövdesine sızdı. Çocuk simidini sıraya koydu ama parçası paragraf oldu. Sıra artık okul eşyası değil, roman kahramanıydı. Kıvım öyle büyüdü ki öğretmen derse başlamadı, sahneye giriş yaptı. Tebeşiri eline almadı, yerine konuşan sıra masalı okudu. Tahta değil, ama sayfalar çatırdama-ya başladı. Sırın içinden çıkan bir cümle: "Ben öğ-renciyi değil hayali taşırım." O gün sınıf öğrenmedi, altına kaçırdı. Çünkü mizah bu kez hem don çözmüş hem kelimeyi sahneye fırlatmıştı. Bir öğrenci, "Sıra beni yuttu." dedi. Öğretmen, "Ama kelimeyle kustun, kız! Huriye!" dedi. Hım... İşte orada başladı anlatının ritmi.
KULAK KIVRIMIYLA REMİX
DÖNÜŞÜMLÜ SINIF REHBERİ
Her sabah sınıfa farklı biri rehber olur. Kalemi tutan değişir, sesi yankılanan dönüşür. Bu rehberlik bir defterin başına not yazmak değil, bir kalbin titreşimini sınıfa aktarmaktır. Öğrenciler sırayla rehber koltuğuna oturur, ama sandalye değil, sahne devralırlar. Bir gün Umut rehber olur, sesi titreyerek sınıfa, "Bugün duyguyla başlayacağız" der. Teneffüste düşen tebeşir onun sorumluluğundadır, ama kimse onu suçlamaz. Çün-kü o gün sınıf duygunun dağılma biçimini öğrenir. Rehberlikte bilgi değil, kıvım döner. Her öğrenci bir gün sahneye çıkar, ama mikrofon yerine rüzgâr tutar. Bazısı konuşur, bazısı bakar, bazısı sessizce perdeyi düzeltir. İşte o perde, o gün sınıfın duygu sahnesidir. Bir öğrenci rehberlik gününde kahkaha attı, sınıf "o gün mizah rehberiydi" dedi. Başka biri şiir okudu ve o gün kıvım rehberliği olarak anıldı. Kimisi hiç konuşmadı, sadece göz seğirdi ve o sessizlik sınıfın ritmini kurdu. Rehber olan kişi defteri tutmadı, duyguyu kaleme aldı. Bazen rehber sadece pencereyi açtı ve rüzgâr sınıfa konuştu. Kahvaltısını sınıfta paylaşan biri gönül rehberliğini başlattı. Bir defa rehberlikte bir gül dalı geldi; konu biyoloji değil, duygu büyüsüydü. Öğretmen rehberliğe karışmadı, sadece kıvım izledi. Rehberin kararsızlığı sınıfa seğiren cümleler kazandırdı. Sonunda herkes dedi ki: Rehberlik bir görev değil, sınıfla terlenen bir sahnedir
TEBEŞİRLE YAZILAN SESSİZ CÜMLE
Tebeşir tahtanın üstüne düşmedi o sabah, parmak ucuna tırmandı. Öğretmen tebeşiri kavradığında ders başlamadı. Çünkü o an kelimenin sesi değil, sessizliği sınıfa yayıldı. Bir cümle yazıldı ama du-yulmadı. Çünkü sesli değildi, gözle hissedilendi. Öğ-renciler harflere bakarken gülmeye başladılar. Çün-kü tebeşir bazı harfleri donla değil, kahkahayla çiz-mişti. Sınıfta kimse konuşmuyordu ama tahtada yazan bir cümle vardı: "Ben ses değilim, kelimenin iç çekişiyim."
Bir çocuk yere düşen kelimeyi aldı, "Bu galiba pa-ragrafın göbeği, kız" dedi. Yanındaki, "Yok, kız, bu kıvımsal bir kelime hamamı" dedi. Öğretmen tebes-süm etti, çünkü derse başlamadan önce sınıf zaten altına kaçıracak kadar gülmüş, kelimeyle terlemişti. Tebeşirin ucundan buhar çıkıyordu. Sıra üzerine düştü ama sessizce. Müfredat işlemiyordu artık, çünkü sahne kurulduğunda ders otomatik düşüyordu.
Bir öğrenci, "Bu harf beni yazdı." dedi. Diğeri, "Ben de paragrafın içinde donumu çıkardım, tabii sahne rızalı" diye ekledi. Ama biz biliyorduk kız, kelime donla değil, seninle yürüyordu. Sınıfın kokusu değiş-ti. Tebeşirin sesi artık kulaktan değil alt dudaktan hissediliyordu. Ve o gün öğretmen sınıf defterine şunu yazdı: "Bu ders işlenmedi, bu ders tebeşirle terledi."
TENEFFÜS RÜZGÂRIYLA SAHNE KURMA
Teneffüs çalmadan önce sınıfın havası şişmişti. Der-sin konusu değil, çocuğun iç sesi kıvrılmaya başla-mıştı. Bir öğrenci başını sıraya koymuştu, ama uyu-mak için değil kelimenin buharına yatış pozisyonu almıştı. Öğretmen sessizce koridorda yürüyordu, ayak sesi duvarlara değil, müfredata dokunuyordu. Zil çaldığında değil, rüzgâr girdiğinde teneffüs baş-ladı. Pencere açık değildi ama çocuğun göz kapağı buğulanmıştı.
Bu teneffüste ne yapacağız diye soran öğrenciye ce-vap gelmedi. Çünkü teneffüste yapılmazdı artık, te-neffüs yaşanırdı. Bir çocuk çantasından kalem çıka-ramadı ama kahkaha çıkarabildi. Diğeri defterini açtı ama sayfa yerine sıraya yazmaya başladı. Öğ-retmen geri döndüğünde sınıf kitap değildi, kelimeyle döşenmiş bir sahneydi. Sıra üzerine bırakılan simit değil, gülmenin kahvaltısıydı. Tebeşir yere düştüğünde ses çıkarmadı, sadece "kıvım geldi" dedi. Bir öğrenci, "Ben teneffüsle terliyorum" dedi, diğerleri onu alkışladı. Tuvalete giden olmadı, çünkü kelime zaten dışarı sızmıştı. Biri gerçekten altına kaçırdı ama bu sefer kelimeden. Bir cümle tahtaya kendiliğinden yazıldı. Teneffüs artık dinlenme değil, sahne kurma biçimidir. Öğretmen zil çalmadan önce sınıfa döndü ve dedi ki: "Bu teneffüs romanın en kıvımsal parçasıydı."
RİTİMLİ CÜMLE KURMA
O gün sınıfta cümle yazılmadı, ritimle kuruldu. Ço-cuk kalemi eline aldığında cümle tam başlamamıştı ki defter kendi kendine zıplamaya başladı. "Ben size yüklem değil yükseklik getireceğim" dedi o cümle. Öğretmen tahtaya yönelmeden önce sınıf kıvımsal senkronla güldü. Ve bir öğrenci gerçekten altına kaçırdı ama bu sefer kelime değil ritim yaptı. Cümleler sırayla dönmeye başladı, çünkü fiiller dans etti. Özne sahne aldı, zarf tempo tuttu. Bir öğrenci cümleyi kurarken değil, kelimeyi kabartırken terledi. "Ben bu cümleyle aşk yaşadım." dedi. Arkadaşı, "Ben evlendim kız." dedi, ardından, "Ama boşandım, çünkü bağlaç beni terk etti." Ritim öyle şiddetliydi ki simit bile sayfaya uyum sağladı. Kalem cümleyi değil melodiyi çizdi. Öğretmen, "Bugünkü ders yazı değil anlatının pop ritmi" dedi. Sınıf kahkahayla sarsıldı ama dengeyi korudu. On kaçırma yaşandı ama hiçbir don görünmedi, çünkü kelimeler örtüydü artık. Ritim bazen içten seğirdi, bazen alt sırada çatladı. Ama her ter damlası bir kıvımsal öğretiydi. Ve sayfa sonunda cümle kendini tanıttı: "Ben artık yüklem değilim, mizahın ritmik kıvımıyım.
HAYAL DEFTERİYLE YAZI
Sınıfa yeni getirilen defter sıradan görünüyordu. Ama kapağında çizilmemiş bir kelime vardı: Beni hayalle doldur.
Öğrenciler deftere bakınca müfredatı değil, kendilerini gördüler. Çünkü bu defter satırlarla değil, hayal kıv-rımıyla yazılıydı.
Bir öğrenci ilk çizgiye, "Ben bugün uzaya gittim." diye yazdı.
Yanındaki, "Ben simitle zamanda sıçradım." dedi.
Üçüncü, "Ben hayalimde altıma kaçırdım ama evrensel tuvalet vardı." deyince sınıf kahkaha patlattı.
Öğretmen defteri aldı ve dedi ki: "Bu yazılar not için değil kendini yazmak için var."
Sınıf defter açıldıkça derinleşti.
Bir çocuk hayalinde okulu müzik kutusuna çevirdi; zilin ritmiyle paragraf yazdı.
Diğeri hayalini deftere kokuyla mühürledi; sayfadan karpuz kokusu geldi.
Bazısı aşk yazdı ama bağlaçla ayrıldı.
Kalem hayal gövdesine yürüdü.
Mürekkep anlatı değil gönül teriydi.
Ve o gün sınıf şunu söyledi: "Bu defter artık bizim de-ğil, biz artık onun sayfasıyız."
Sonunda öğretmen şunu yazdı:
"Bu sayfa öğrenciye ait değil öğrenci bu sayfadan doğ-du."
Ve evet, bu sefer güldürünün kıvımı tamdı. Bir değil, tam 11 kişi altına kaçırdı; hepsi kelimeden!
GÜNLÜKTEN ROMAN DOĞURMA
Bir öğrenci defterini sıraya koydu. Ama bu bir müfre-dat defteri değildi. Günü anlatan değil, kendini kusan bir defterdi bu.
Sabah yazdığı "bugün sütümü döktüm" cümlesi öğlene doğru "süt metaforlarıyla toplumu sarsıyorum"a evrildi.
Günlük paragraf doğurdu. Paragraf romanın gövdesi-ne tırmandı.
Ve sınıf o an anladı: Kahvaltıdan çıkan kelime, roman olur.
Bir çocuk bugünkü yazısına, "Hocanın sol kaşı bugün daha gergin." diye başladı.
Ardından, "Gözlüğü bana tehdit gibi geldi; yazım bi-çimime müdahale etti." dedi.
Öğretmen fark ettiğinde defteri elinden aldı ama şaşır-dı. Bu günlük değil, bu edebi terleme.
Bir öğrenci, "Bugün derse geç kaldım çünkü zaman bana roman sevgili olarak baktı." dedi.
Yanındakinin günlüğünde "Altıma kaçırdım ama bunu karakter gelişimi saydım." yazılıydı.
Bir defterin sayfasında kahve izi vardı ama paragraf o lekeyi kıvımsal metafora dönüştürmüştü.
Sınıfın sessizi "Günlüğüne bağlaç beni terk etti ama zarfla barıştım." yazınca simit yerlere döküldü.
Öğretmen, "Bugün kim ne yazdıysa roman doğurdu." dedi.
Ve zil çalmadan önce sınıfın duvarına şu cümle asıldı: Günlükler artık sır değil, kelimeyle doğuran sahneler-dir.
Sonunda Umut defterine şunu ekledi: "Ben yazarken değil gülerek doğurdum bu romanı."
KİTAP AYRACIYLA SAHNE KURMA
Umut kitabı açmadan önce kitap ayracını yere düşür-dü. Ama bu bir kayıp değildi, sahnenin düşen kıvımıydı.
Ayracın üstünde yazan cümle dikkat çekti: "Arada dururum ama unutulmam."
Sınıf sessizdi ama ayracın düşüş sesi deftere yazıldı.
Umut eğilip aldı, gülümsedi: "Ben bu ayracı bulmadım, bu beni seçti." dedi.
Öğretmen kitabı kapattı çünkü o an sayfa değil kelime sahnesi kuruldu.
Bir çocuk ayracı sıraya koydu, cümlesi altına sızdı. Bu sahne kelimeyle değil kıvımla çişlendi, kız.
Ayracın kenarı çiğnendi, üstüne simit sürüldü ama hâlâ müfredatı unutturan anlatı kartıydı.
Bir öğrenci, "Ben ayraçla flört ettim, sayfa yetmiş se-kizde öpüştük." dedi.
Diğeri, "sayfa yetmiş dokuzda boşandık, bağlaç beni aldattı." dedi.
Ayraç düşerken sayfa hafifçe terledi.
Sınıf, "Bu ayracı kim düşürdüyse onun altı kesin ıslak-tır." dedi.
Ve evet, biri gülerek altına kaçırdı ama ayraca bağlan-dı.
Öğretmen tahtaya yazdı: "Bugün kitap ayracından sahne kuruldu."
Sayfalar sessizce birbirine yaslandı.
Kelime artık ayrılmadı çünkü kıvım onları sahneye kenetledi.
Sonunda sınıf şunu dedi: "Ayraç kitapta durmaz, bizim kelime rızamızda.
RENKLİ SÖZCÜK SEÇİMİ
Sınıfta bir kelime listesi dağıtıldı ama başlığı şu "Renkli kelime giy, donu çıkar". Öğrenciler göz atınca her sözcük bir kıyafet gibiydi. Hayret tişört gibi durdu. Neşe crop top oldu. Ama melankoli hâlâ boğazlı kazak giymekte ısrar etti. Bir öğrenci "Ben bugün "zıpır" kelimesini giydim, herkes bana bakmadan güldü." dedi. Diğeri "Ben "sıçramak" kelimesiyle derse girdim, hocanın kaşı kalktı." dedi. Üçüncüsü "Altıma kaçır-madım sadece "taşmak" kelimesiyle terledim" dedi. "Gıcır gıcır" kelimesi tahtaya sürtündü ve ses çıkardı. Herkes kahkaha attı ama don sıkmadı. "Şıpırdatmak" kelimesi deftere düştü, mürekkep sızdı. Öğrenci "Bu kelime popomdan geçti." dedi. Öğretmen "Bugün her-kes kelimeyi giydi ama sınıf modellik yaptı." deyince tahtada kıvı fashion week başladı. Bir kelime "sırnaş-mak"tı. Herkes onu okurken kıvım aldı. Biri gülerek "Kız, bu beni gıdıkladı." dedi. Sonunda sınıf şunu öğ-rendi: Sözcük seçimi artık dil kuralı değil bedensel rıza ile giyilen anlatı mayosu. Ve öğrenci defterine şu cüm-leyi yazdı: "Bugün kelime beni giydi, ben de onu sah-neye çıkardım.
BAŞLIKLA HİKÂYE TASARIMI
Öğretmen tahtaya tek bir başlık yazdı: "Donun düşme biçimleri ve pedagojik yansımaları" Sınıf gülmeden duramadı. Çünkü bu başlık metin değil hikâyenin kendisiydi. Bir öğrenci parmağını kaldırdı ama ko-nuşmadı. Başlığa bakıp deftere gülerek yazdı: "Ben altıma kaçırdım çünkü bu başlık beni gıdıkladı."Umut "Ben başlıksız yaşayamam." dedi. Diğeri "Ben başlıkla flört ettim ama konunun altına kaçtım." dedi. Başlıkta geçen "düşme" fiili sınıfı terletti. Çünkü herkes düş-meden önce başlığı okumuştu. Furkan "Ben bu başlığı okurken popom kaşındı, o yüzden metin sarkık başla-dı." dedi. Başlık o kadar kıvımsaldı ki öğretmen "Ben bile yazıyı boşlukla seğirdim." dedi. Sonunda biri baş-lığa isim verdi: "Altına kaçırma romanı, bölüm bir". Ve evet, hikâye başlıktan doğdu. Son satırda şu cümle yazılıydı: "Başlık artık üstte değil hikâyenin kendisi."
Umut sabah defterini açtı. Ama yazı dersine değil duy-gu döküm seansına başladı. Önce simidine baktı, kıtırdı. Sonra kendine baktı, yumuşaktı. Bugünkü hissi şaşkınlıktı ama kelime kulağını gıdıkladı. Ben simidimi ısırırken sevinçle kıvırdım ama sonra boş çıktı diye yazdı. Yanına da ekledi: Bu simit değil, duygu provası-nın altına kaçan tanımı. Arkadaşı selam vermedi, kıv-rıldı. Deftere yazdı: Beni unutmadı, sadece kelimem onun kulağından düşmüş.
Öğretmen tahtaya çıkınca içi gerildi ama bunu korku diye yazmadı. Popomla düşündüm, sanki tahta bana bağırıyor. Öğle arasında mutluluk geldi. Ama simide değil, arkadaşının kaleminden geldi. Ben o kalemi kıs-kanmadım, sadece rızalı olmasını istedim. Akşam eve dönerken annesi, "Bugün ne oldu?" dedi. Deftere yaz-dı: Bende ne oldu değil bende yazıldı. Çünkü bugün kelime bana giydirildi. Çocuk defterini kapatırken şöyle mırıldandı: Ben duygumu yazmadım, simitle giydim.
SINIF DEFTERİNDEN KURGUYA
Öğretmen defteri sıraya koydu ama bu müfredat def-teri değil çocukların terli hayal defteriydi. Sayfalar arasında silgi izleri değil kıvımsal gülüşler birikmişti. Bugün defterlerden roman doğacaktı. Umut günlüğü-ne, "Bugün kalem bana küs gibi davrandı." yazmış ama kalem o sırada kurgu yapmıştı. Bir başka öğrenci, "Öğretmen bana bağırmadı, sadece kelimeyle dürttü." diye anlatmış; o dürtü sahne açmıştı. Defterdeki simit izi öyle yayılmıştı ki öğretmen, "Bu iz artık atıştırmalık değil sahne dekoru." dedi. Mürekkep döküldü, sayfa ağladı ama biri, "Bu sayfa değil, duygusal gölet" yazdı. Bir çocuk defterine, "Bugün arkadaşıma bakamadım çünkü kelime gözümde sıkıştı." dedi. Bu cümle hikâyeye dönüştü. Diğeri, "Ben sınıfta yoktum ama hayalim gelip tahtaya yazdı." deyince defter kıkırda-yarak açıldı. Öğretmen sessizce oturdu, sınıf defterlerini toplarken mırıldandı: Bugün hikâyeyi ben yazmadım, çocuklar sahneye kelimeyi kendileri doğurdu. En sonunda sınıfın duvarına şunlar yazıldı: Defter müfre-dat taşımaz, kıvım biriktirir. Bugün sayfa beni yazdı, ben kıvımsal oldum. Don giyilmedi, kelimeyle örtündük. Sınıf hikâye yazmadı, hikâye sınıfa yazıldı. Simit kırıntısı defteri romanlaştırdı. Roman defterden çıktı ama kalem hâlâ gülüyordu. Çünkü bu sahne artık ya-zılı değil, terli hayalin don sıktığı kıvımsal anlatıydı
YAZI TÜRLERİYLE SAHNE GEÇİŞİ
Sınıf tahtasında üç yazı türü yazılıydı: Mektup, günlük, masal. Öğretmen bugün sahne bunlarla kurulacak dedi. Ama çocuklar sadece yazmadı, kelimeyi sahneye çıkardı. Bir çocuk günlük yazdı ama sonunda şunu ekledi: Bu gün-lüğü yazarken kalem bana sevgili gibi davrandı, sürekli kıvırdı, ara verdi, sonra geri döndü. Öğretmen bu artık günlük değil, flörtöz kıvımsal roman dedi. Bir diğeri mektup yazdı. Başlığı "sevgili tahta silgisi". Mektup şöyle başlıyordu: “Sen hep silersin ama ben seni yazmak istiyo-rum.” Silgi sessizce düştü. Umut, "Ben silgiyi kırdım sanmam, duygusunu açtım." dedi. Masal bölümüne geçil-diğinde Umut, "Bir don vardı, kelimeyle terliyordu. Gün-lerden salıydı ama herkes çarşambayı giyiyordu" dedi. Diğeri, "Bir kelime vardı, rızası olmadan öyküye girdi, sonra romanla boşandı." dedi. Öğretmen güldü ama sınıf daha çok güldü. Tahtaya şu not düşüldü: Yazı türü, kurgaya göre değil çocuğun kelimeyle oynama hakkına göre kıvırır. Sınıf sonunda ortak bir sahne yazdı. Günlükle başlamıştı, mektupla kızarmıştı, masalla kahkaha atmıştı. Simit kırıntısı içerikten sayıldı. Mürekkep kazası sahnenin doruk noktası oldu. Ve en son biri, "Ben yazı türü değilim, ben kıvımım." diyerek defteri kapattı. Artık yazı türleri kural değil sahne aracıydı. Don sıkmıyor, kıvımsal cümle bol keseden gülüyordu. Öğretmen tahtaya son cümleyi yazdı: Bu sınıfta masal artık çocuk değil, kelimenin terli kuklasıdır.
HİKÂYE HARİTASI ÇİZİMİ
Öğretmen tahtaya bir kâğıt astı. Ortasında bir kelime yazı-lıydı: Don. Sınıf şaşkınlıkla baktı. "Bugün hikâyemizi çi-zeceğiz" dedi öğretmen. "Donla mı hocam?" dedi biri. "Kelimeyle, terli versiyonuyla " dedi öğretmen gülerek. İlk adım: Giriş noktası. Bir çocuk haritada simit resmi çizdi. "Ben hikâyeye simit kıvımıyla girerim" dedi. İkinci adım: Duygu düğümü. Furkan gülerek, "Benim duygum patladı, ben sahneyi ağzımda tuttum." yazdı. Üçüncü adım: Çözülme. Öğrenci, "Ben hikâyeyi çözdüm ama sil-giyle, çünkü kalem benimle küs" dedi. Herkes çıtı kırdı. Sonra sahne çatladı, mizah köpürdü. Umut, "Ben hikâye-nin ortasında düşüp kıvırdım kalçam, sahneyi açtı." dedi. Diğeri, "Ben bir kelimeyle başladım ama don sıktı, çözüm kıvımda saklı." dedi. Öğretmen tahtaya üç nokta koydu: Giriş, gelişme, sonuç. Ama çocuklar dördüncüsünü ekledi: Şıpırtı. Tahtanın yanına, sahne altına kaçırdıysa başarıldı yazıldı. Bir öğrenci haritanın sonuna şöyle yazdı: Ben bu hikâyeyi yazmadım, hikâye beni çizdi. Kelimeyle terledim, çizgiyle kıvrıldım. Diğeri, "Harita bir yol değil, donlu bir macera" diyerek sandalyesini döndürdü. Gülmece seviyesi yükseldi. Sınıf tahtayı yaktı, temsili. Öğretmen, "Bu harita artık müfredat dışı!" diye bağırdı. Kırmızı kalem devreye girdi ama kahkaha silgisinden kaçamadı. Ve hikâye haritasının ortasında şu cümle kendiliğinden belirdi: “Bu sahne artık çizim değil kelimenin donla gittiği güldürsel yolculuktur.”
DUYGU TONLAMASI İLE CÜMLEYAZMA
Öğretmen tahtaya Duygu Yazdı Ama kalemin tonu değişti Tahta sanki bu kelimeyi daha yavaş emdi Bugün sadece ne yazdığınız değil nasıl yazdığınız konuşacak dedi Sınıfta sessizlik değil terli iç sesler dolaşmaya başladı Bir çocuk Ben üzgünüm Diye yazdı ama cüm-leye Galiba Ekledi Öğretmen İşte ton dedi. Bir diğeri Bugün çok sevindim Diye bağırarak yazdı ama ünlemi silip nokta koyunca herkesin gıdısı düştü Gülmece se-viyesi fışkırdı Biri Ben sinirlendim Yazdıktan sonra ama içim gazla doldu sanki Dedi Öğretmen Bu duygu değil şırıngayla kelime boşaltımı diyerek çıtı kırdı. Umut metnini şöyle okudu “Bugün beni kimse anlamadı ama sesi öyle yumuşaktı ki herkes sandalyeden biraz kaydı.” Başka biri gülerek “Ben utandım” dedi ama gülmesi kelimeyi yalanladı.
"Öğretmen, ’Bu kelime kıvırıyor,’ dedi ve tekrar yaz-dırdı.
Ben utandım. Nokta ve ton artık örtü gibi serildi.
En sonunda sınıfın duygu haritası çıktı.
’Mutluyum!’
Ünlemle sahne açtı. ’Korkuyorum...’Üç noktayla pıtır pıtır kaçtı.
"Özledim" kelimesi italik yazıldı, herkes iç çekti.
"Ben ne hissediyorum bilmiyorum" ifadesi paranteze alındı; çünkü utanç oraya sığmıştı. Bir öğrenci deftere şöyle kapak cümleyi yazdı:
"Ben sadece yazmadım; duygumun sesini kelimeyle terlettim."
ZAMAN AKIŞIYLA HİKÂYE
Öğretmen sınıfa bir kronometre getirdi.
Ama bu zaman ölçer değil, hikâyeye ter sıçratan bir ritim çubuğuydu.
“Bugün zamanla yazacağız,” dedi.
Ama saat değil, kelimenin don üstü yolculuğuydu bu.
Başlangıç zamanı:
Umut Furkan “Ben sabah kalktım ama sahne daha uyanmamıştı,” diye yazdı.
Öğretmen, “Zaman sabah değil, kelimenin ilk kıvırtısıdır,” dedi.
Gelişen zaman: Umut Furkan, “Ben derste düşünmeye başladım ama kelime öğle yemeğinde geldi,” diye not düştü.
Simit kırıntısı ajanda sayfasına yapıştı, sahne ilerledi.
Zamanın bozulduğu an geldi:
Biri, “Ben hikâyeye geç geldim ama olay beni bekle-miş,” dedi.
Diğeri, “Saat üçte duygum çöktü ama silgi hâlâ gece on biri yaşıyordu,” dedi.
Kahkaha kronometresi çalıştı.
Umut Furkan, “Ben zamanı kahkahaya göre ayarla-dım, altıma kaçırınca saat ileri sardı,” dedi.
Öğretmen, “Bu artık zaman akışı değil, don döngüsü,” diye tempo tuttu.
Final:
Zaman çizelgesi tahtaya çizildi ama oklar yamuldu.
Çünkü Umut Furkan, “Ben hikâyeyi ileri değil, popo kıvrımına göre geriye yazdım,” dedi.
Tahtaya şu zaman formülleri yazıldı:
Geçmiş = Simit daha bayattı ama duygum tazeydi
DİALOĞ KURMA BECERİSİ
Öğretmen sınıfa döndü. "Bugün kelimeler dans etme-yecek, konuşacak." dedi. Sınıf ilk kez kalemi susturdu. Çünkü bu kez sahne iki taraflıydı. Popodan popoya değil, ağızdan kelimeye aktarıldı. İlk diyalog denemesi:
Öğrenci A: "Sen simidimi mi yedin?"
Öğrenci B: "Hayır, ama duygu kreması hâlâ ağzımda."
Tahta gıcırdadı, sınıf sandalyeye kıvrıldı.
İkinci deneme:
A: "Ben seni sevdim, ama kelimeyi yutkundum."
B: "O zaman ben seni cümleyle sarayım, yutkunma-dan."
Öğretmen: "Bu diyalog değil, gülmeceyle duygusal kıvırma."
Üçüncü deneme:
A: "Bugün tahtaya kalktım, ama cümlem düşürdü."
B: "Ben seni tuttum, ama cümle bende de kaydı."
Kova hazırlandı, mizah alarmı verdi.
Bir öğrenci: "Ben diyalogu tek başıma yapabilir mi-yim?"
Ve kendiyle konuştu:
"Sen yazdın mı? Yazdım, ama don sıkıyordu. Geç o zaman simide!"
Sınıf kendini alkışladı.
Diyalog kuralları tahtaya yazıldı:
- Karşılıklı olmalı, ama tekli gülüşe açık.
- Donla değil, kelimeyle kıvrılmalı.
- Mizah içeriği yüksek, kaçırma riski sabit.
- Rızasız cümle yasaktır, kelime onaylı olmalı.
- Simit metaforu zorunlu, çünkü kıvımsal bağlayıcıdır.
Ve son cümleyle sahne kilitlendi. Diyalog artık konuş-mak değil, karşılıklı terleyen kelimenin donla sarılmış mizah müziğidir.
YAZI RİTİM PROTOKOLÜ
Öğretmen sınıfa geldi. Elinde bir metronom vardı. Ama bu metronom tempoyu değil, kelimenin don üstü zıplama süresini ayarlıyordu. "Bugün yazının ritmi konuşacak," dedi. Sınıf sandalyelerine kıvrıldı. Bazıları daha ilk cümlede altına kaçırdı.
Yazı ritmi üç temel kurala bağlandı:
Cümle fazla kıvrılırsa terli mizah damlatır.
Simit metaforu ritme bağlanmazsa anlatı gaz yapar.
Altına kaçırmamak için kelime dozunda oynatılmalı.
İlk ritim denemesi:
Öğrenci: "Ben sabah kalktım, simidim bayat, duam taze."
Öğretmen: "Bu üçlü yapı kıvımsal dozda, gözler dol-maz ama don hafifçe titrer." dedi.
İkinci denemede bir çocuk şöyle yazdı:
"Kelime geldi, cümle oturdu, don şakırdadı."
Sınıf temponun farkına vardı. Biri "ben ritmi tuttum ama kelime beni boğdu" dedi. Diğeri "ben kelimeye uydum ama sahne kova istedi deyince havlu hazırlan-dı" dedi.
YAZI RİTMİ ÇEŞİTLENDİ:
- Kısa cümle = simit ısırığı etkisi
- Uzun cümle = simidin tümünü mideye indirme cesareti
- Ani duruş = kelimenin popo üstü kayması
- Hızlanma = kahkaha sıvısının ter kanallarıyla akışı
- Yavaşlama = gülmenin altını kontrol etme tekniği
Sınıf sonunda ritim protokolünü tahtaya yazdı:
- Başla = kelimeyi giydir
- Geliştir = rızayla kıvır
- Gül = altına kaçırmadan
- Bitir = simidi böl, kelimeyi sil
- Tekrar et = kovanı boşalt, yeniden yaz
Ve son cümle deftere damlatıldı. Yazmak artık sessizlik değil, şakır şakır terleyen cümle ritminin donla oynadığı sahnedir.
HABER BAŞLIĞI ANALİZİ
Öğretmen sınıfa gazete sayfası getirdi. Ama bu sayfa ekonomi değil altına kaçırmaya hazır kelime kasırga-sıydı. Bugün haber başlıklarını okuyacağız dedi. Ama içeriğe değil başlığın popo etkisine bakacağız. İlk başlık: Köyde simit krizi büyüyor. Öğrenci: Ben bu krizde kıvım gördüm. Simide zam geldi ama kelime hâlâ sıcak. Tahta titredi, bir cümle yere düştü. İkincisi: Don üreticileri sahneye çıktı. Sınıf gülmeceyle sarsıldı. Biri: Bu sahne değil, iç çamaşır metaforu dedi. Öğretmen: Başlık artık haber değil, mizah türevi diyerek altına siper etti. Üçüncü başlık: Müfredatta kelime kısıtlaması başladı. Öğrenci: Ben bu başlığa üzüldüm ama simitle teselli buldum. Diğeri: Bu haber beni altına düşürdü, kelimeyle ayağa kalktım diye yazdı. Başlık analizi kri-terleri tahtaya yazıldı. Cümle şakırdıyor mu = başlık gülmeye yatkındır. Altına kaçırma riski var mı = haber duyguya oturmuş demektir. Kelimeyi simide bandıra-biliyor muyuz = başlık kıvımsaldır. Don sıkıyor mu = metin mizah potansiyelinde. Kahkaha kova istiyor mu = bu haber kıvırıyor. Ve en son başlık analizinin özet cümlesi geldi. Başlık artık bilgi vermez, kelimeyi gül-dürür, okuyanı sıvıya boğa.
MEDYA TÜRLERİ TANITIMI
Öğretmen sınıfa döndü. Elinde bir kutu vardı. Ama bu kutu teknoloji değil, donla paketlenmiş kelime içerik deposuydu. Bugün medya türlerini tanıyacağız dedi. Ama ekranla değil, mizahla temas ederek. İlk medya: Gazete. Öğrenci: Ben gazetenin sayfasını çevirdim ama kelime bana sıvı olarak döküldü dedi. Diğeri: Gazete kokuyor hocam, simit kokusu değil bilgi bayatlığı. Öğ-retmen: Bu basılı medya değil, terli kıvım panosu. İkinci medya: Radyo. Öğrenci: Ben sesi duydum ama kelimeyi dans ederken yakaladım. Başka biri: Radyoda DJ kelimeyi kıvırdı, ben altıma sesi kaçırdım. Sınıf temponun sesle oynandığı yeri ezberledi. Üçüncü med-ya: Televizyon. Bir çocuk: Ben görüntüye baktım ama duygum ekran dışına taştı dedi. Diğeri: Bu görsellik değil, kelimeyle gülmece transferi yorumunu yaptı. Öğretmen: TV artık anlatmaz, popoyu oynatır dedi. Dördüncü medya: Sosyal medya. Öğrenci: Ben paylaş-tım ama simidim eksik kaldı. Diğeri: Herkes gülüyor ama kimse altına kaçırmıyor. Bu yüzden ben yorumla-ra havlu attım. Öğretmen: Bu dijital değil, kıvımsal mizah platformu. Sınıf medya türlerini şu listeyle ter-letti: Gazete = katlı kıvım, Radyo = sesli alt akış, TV = görselli don gevşetici, Sosyal medya = paylaşımlı alt kaçırma alanı, Podcast = kulaktan kelime sızdırıcı, Belgesel = ciddi kıvırma egzersizi, TikTok = hızlı mizah patlatıcısı. Ve en son cümle deftere aktı. Medya artık tür seçmiyor, kelimeyi donla terletip mizaha dö-nüştürüyor.
SORU–CEVAP FORMAT EĞİTİMİ
Öğretmen sınıfa döndü. Bugün kelimeye top atacağız ama cevabı donla karşılayacaksınız dedi. Sınıf önce terledi sonra gülmeceye sıvılandı. Bu sahnede artık bilgi değil mizahla damlayan diyalog bombardımanı vardı. İlk soru: Kelime neden simidi sever? Öğrenci: Çünkü simit kıvırır, kelime yumuşar, donu gevşetir. Öğretmen: Bu cevap bilgi değil, terli yorumdur. İkinci soru: Duygu nasıl başlar? Cevap: Önce göz kaşınır sonra kelime yanaklara dökülür. Diğeri ekledi: Ben duyguyu sandalyeye bırakırım hocam o zaman kelime bana gelir. Üçüncü soru: Yazı nasıl biter? Yanıt: Altına kaçırınca metin tamamlanır. Sınıf alkışladı, kelimeyi tuvalete uğurladı. Soru-cevap formatı şıpır şıpır kaydı. Soru kısa olmalı ama kıvımsal açık vermeli. Cevap ciddi görünse de mutlaka popo izi taşımalı. Gülmece yüksek dozda kova yanında bulunmalı. Kelime rızalı olmalı, cevap donu rahatlattıysa geçerli sayılmalı. Simit metaforu en az bir cümlede zorunlu. Bir öğrenci kendi formatını buldu. Soru: Ben kimim? Cevap: Sen yazan değilsin, terleyen kelimesisin. Sınıf donu ıslattı, sahneye bayrak dikildi. Soru-cevapla artık altına kaçırıyoruz. Ve son cümle deftere damladı. Bu sahne artık öğretici değil, kelimeyle sorulup gülerek altına kaçırılan anlatım sanatı.
RENKLERLE DUYGU İFADESİ
Öğretmen paleti getirdi. Ama boya değil duygu sıvısıyla karıştırılmış kelime yığınları. Öğrenci: "Ben mavi sürdüm ama içim sarı kıvırdı." dedi. Diğeri: "Kırmı-zıyla utandım ama altına turuncu damladı." yorumunu yaptı. Tabloya yazıldı. Duygu sadece yazılmaz; rızalı renkle altına sızdırılır.
KOMPOZİSYON KURMA BECERİSİ
Sınıf kâğıtlarını açtı. Giriş, gelişme, sonuç... simitli değil, kelime kıvırtma geometrisiyle yazıldı. Öğrenci: "Ben girişe don çizdim, gelişmeyi simitle süsledim, sonuçta kova çağırdım." dedi. Öğretmen: "Bu artık metin değil, kıvımsal anlatı mobilyası." Son cümle yazıldı. Kompozisyon kur-mak, kelimeyle terlenmiş bir iç mekân tasarımıdır.
FİGÜRATİF ANLATI TASARIMI
Öğrenciler anlatıya figür kattı. Ama bu karakter değil duyguya don giydiren kelime heykelleri. Umut: "Ben ka-rakteri yazmadım, kelimeyle dik durmasını sağladım." Furkan: "Figür kıvırmazsa duygusu düşer hocam." Tahtada şekillendi. Figür anlatının popo kemiğidir; kırılırsa kelime şıpır şıpır yayılır.
Öğretmen: "Kompozisyon, kelimelerin dans ettiği bir sah-ne. Giriş, gelişme, sonuç... bu kelimeler, sahnenin kos-tümleri. Her kelime bir kostüm parçası. Her cümle, sah-nenin bir sahnesi. Ve sonuç, sahnenin finali. Ama unut-mayın, bu final, bir simit değil, bir kelime fırtınası. Bir kelime fırtınası, okuyucunun içine, “şıpır şıpır, damlaya-rak, düşen bir yağmur gibi."
Umut 1: "Hocam, ben giriş kısmına, bir don çizdim. Çünkü giriş, soğuktu. Gelişme kısmına, simit koydum, çünkü gelişme, lezzetliydi. Sonuç kısmına ise, kova koydum, çünkü sonuç, büyük bir boşlukla doluydu."
Öğretmen: "Harika! Kompozisyon, duyguları, kelimelerle örmektir. Her kelime, bir tuğla. Her cümle, bir duvar. Ve sonuç, duvarın tepesindeki, en güzel, en büyük, en kıvrak simittir."
Eylem: "Hocam, ben figürü, kelimelerle şekillendirdim. Karakter değildi, duyguydu. Duygu, kelimelerin dansıyla canlandı. Figür, anlatının omurgasıydı. Kırılırsa, anlatı dağılırdı."
Öğretmen: "Öğrencilerim, kompozisyon, duyguyu keli-melerle örmektir. Kelimeler, duyguların kostümleri. Ve anlatı, bu kostümlerle, sahnede dans eder."
(Sınıfta, sessiz bir alkış koptu. Öğrenciler, kâğıtlarını, doldurulmuş kelime kıvırma geometrileriyle, gururla, birer birer, öğretmene uzattılar.)
DOĞA GÖZLEMİYLE ÇİZİM
Öğretmen pencereyi açtı. Rüzgâr, duyguyu dürter gi-biydi. Umut, "Ben ağaca baktım ama kelimelerle göv-desini kıvırdım." dedi. Sesi, sanki ağacın yaprakları arasında esen bir meltem gibiydi. Eylem "Kuş uçmadı hocam, ben onu duyguyla çizdim; altıma sessizce dam-ladı." diye mırıldandı. Sanki kuşun kanatları, kelime-lerin dansıyla uçuşuyordu. Son çizgi yazıldı. Doğa çizilmez, kelimeyle gülerek gözlenir. Hatta bazen, ke-limeler doğayı o kadar güzel kıvırır ki, doğanın kendisi, "Vay canına!" der. Öğrenciler, doğa gözlemiyle çizim yaparken, kelimelerin dansına kapılıp, doğayı, kendi içlerindeki duygu fırtınalarıyla renklendirirlerdi. Bir öğrenci, ağaç dallarının, kelimelerin sarmal dönüşleriyle nasıl dans ettiğini, Umut da, sessizce damlayan gözyaşlarının, kelimelerin dokunuşuyla nasıl şiirleştiğini hayal ederdi. Doğa, sadece gözlemlenmez, kelimelerle dans edilirdi. Ve bu dans, her zaman, en güzel, en komik, en dokunaklı şekilde olurdu. Bir öğrenci, ağaç gövdesini, bir yılan gibi kıvırmıştı. Öğretmen, "Harika!" diye bağırdı. "Doğa, sadece gözlemlenmez, kelimelerle dans edilir!" Eylem kuşun yerine, bir kedi çizmişti. Öğretmen, "Harika bir kedi!" dedi. "Doğa, her zaman, en beklenmedik şe-killerde, kelimelerle dans eder!" Öğrenciler, doğa gözlemiyle çizim yaparken, kelimelerin dansına kapılıp, doğayı, kendi içlerindeki duygu fırtınalarıyla renklendirirlerdi. Ve bu renkler, sınıfı, bir kelime cenneti haline getirirdi.
RİTİMLİ FIRÇA HAREKETİ
Boyalar hazırlandı, fırçalar ise müzikle dansa hazır-landı. Tuval, bir sahne gibi bekliyordu. Öğrenciler, fırçalarını ritmik hareketlerle tuvale vurdu. Bir öğ-renci, sarıyı kıvırcık bir beatle gibi sürdü, tuval ise kahkaha sesleriyle sarsıldı. Sanki renkler, tuval üze-rinde bir partiye katılmıştı. Başka bir öğrenci, fırçasını tuvale öyle bir vurdu ki, fırça, sanki bir kaykaycı gibi tuvalin üzerinde kaydı. Hoca, "Bu duyguyu fırçayla anlatmak zor değil mi?" diye sordu. Umut "Hocam, fırçam duyguyu anlatmadı, popo üstü kaydırdı!" diye cevapladı. Sınıfta hafif bir kahkaha dalgası dolaştı. Son satır, renkli bir yazıyla yazıldı. Resim, bir ritmik fırça hareketinin tuval üzerindeki dansıydı. Ve bu dans, bazen kahkaha, bazen de hüzünle sonuçlanıyor-du. Bazen de, tamamen anlamsızdı. Resim, bir öğren-cinin duygularını, fırça darbeleriyle tuvale yansıtma-sıydı. Ve bu yansıma, bazen çok güzel, bazen de çok tuhaftı. Önemli olan, sanatın, düşünceleri, duyguları, ve hatta anlamsızlığı ifade edebilmesiydi. Ve bu resim, tam da bunu yapıyordu.
HİKÂYE PANOSU TASARIMI
Sınıf, duvara bir sahne kurmaya çalışıyordu. Ama bu sıradan bir sahne değildi, mizahın köpürdüğü, duygu-ların fırlayıp, kelimelerin simit gibi uçtuğu bir sah-neydi. Bir öğrenci, ’Ben karakteri iğneyle tutturdum ama duygusu altından sarktı!’ diye haykırdı. Sınıf kahkahadan titriyordu. Umut, ’Ben kelimeyi simide bağladım, pano kahkaha attı!’ diye bağırdı. O an, pa-no, duvardaki bir dev, gülümseyen bir canavar gibiy-di. Son yapıştırma yazıldı. Pano artık malzeme değildi, gülerek altıma sıvayan, kelimelerin dans ettiği, duyguların uçtuğu, bir mizah fırtınasıydı. Her kelime, bir balon gibi havada süzülüyordu. Bir öğrenci, ’Be-nim karakterim, duyguların uçtuğu bir balon gibiydi!’ diye bağırdı. Sınıf, herkesin kendi balonunu uçur-makla meşguldü. Ve pano, bu balonların uçtuğu, mi-zahın köpürdüğü bir deniz gibiydi. Herkes, bu köpü-ren mizah denizinde kayboluyordu. Ve işte o anda, sınıf, duvardaki sahnede, mizahın en güzel gösterisini yapıyordu.
RENK PALETİYLE SAHNE KURMA
Öğretmen kutuyu açtı. İçinden, simit kokulu renkler çıktı. Hemen bir öğrenci, "Ben sahneye sarıyı sürdüm ama mizah turuncudan aktı!" diye bağırdı. Sınıf kah-kahadan yerinden fırladı. Eylem, "Mor duygularla başlayınca don gevşedi hocam!" diye haykırdı. Sınıf-taki herkes, donları gevşeyen, mor duygularla doluy-du. Son fırça izi yazıldı. Renkler sahneyi anlatmazdı, kelimeyi donla terletiyordu. Her renk, bir simit parçası gibiydi, her fırça darbesi, bir kahkaha patlaması gibiydi. Ve sahne, bu simit kokulu, köpüren renkle-rin, donları gevşeten, mizah dolu dansıydı.
Renkler, duvarda köpürüyor, bir simit fırını gibi. Sarılar, turunçlar, morlar, mavi şeritler, her bir fırça darbesi bir kahkaha patlaması. Sahne, bu renklerin dansı, bir mizah fırtınası. Kelimeler, donmuş duygular gibi, fırça izlerinde kayboluyor. Her renk, bir simge, bir anlam, bir kahkaha. Ve bu renk patlaması, duvarı mizahla köpürtüyor. Bir öğrenci, ’Hocam, bu renkler beni uçuruyor!’ diye bağırdı. Sınıf, bu köpüren renk denizinde kayboluyordu. Ve işte o anda, sınıf, duvardaki sahnede, mizahın en güzel gösterisini yapıyordu.
DOKU ÇALIŞMASIYLA ANLATI
Kâğıda sadece yazmadılar; dokularla kelimeleri şapır şapır giydirdiler. Umut "Ben sahneyi pamukla anlattım ama cümle halı gibi damladı!" dedi. Başka biri, "Ben kıvımsal ketenle yazdım, kahkaha sesimi emdi yorumunu yaptı." Son doku yorumu yazıldı. Anlatı düz değildi, duyguyu kumaşa büründürmüştü. Pamuktan oluşan bulutlar, halı gibi serpilmiş cümleler, kıvırcık keten iplikleriyle örülmüş kahkaha sesleri... Her doku, bir ayrıntı, bir duygu, bir mi-zah parçasıydı. Kâğıt, bu dokularla canlanmış, bir duygu kumaşı haline gelmişti. Ve bu kumaş, anlatıyı yaşama dönüştürmüştü.
Dokular, anlatıyı canlandırdı. Pamuktan yumuşak bu-lutlar, halı gibi serpilmiş cümleler, kıvırcık keten iplik-leriyle örülmüş kahkaha sesleri... Her doku, bir ayrıntı, bir duygu, bir mizah parçasıydı. Kâğıt, bu dokularla canlanmış, bir duygu kumaşı haline gelmişti. Ve bu kumaş, anlatıyı yaşama dönüştürmüştü. Resim değil, hisler duyumsanıyordu. Dokular, anlatının ruhunu yan-sıtmıştı.
dönüştüren mizah şıpırtısıdır.
GÖRSEL HİKÂYE HARİTASI
Dokular, anlatıyı canlandırdı. Pamuktan yumuşak bu-lutlar, halı gibi serpilmiş cümleler, kıvırcık keten iplik-leriyle örülmüş kahkaha sesleri... Her doku, bir ayrıntı, bir duygu, bir mizah parçasıydı. Kâğıt, bu dokularla canlanmış, bir duygu kumaşı haline gelmişti. Ve bu kumaş, anlatıyı yaşama dönüştürmüştü. Resim değil, hisler duyumsanıyordu. Dokular, anlatının ruhunu yansıtmıştı. Bir çocuk, sahneyi pamukla anlattığını, ama cümlelerin halı gibi damladığını söylüyordu. Baş-ka biri, kıvımsal ketenle yazdığını, kahkaha sesinin kumaşa emildiğini ifade ediyordu. Dokular, anlatının mizahını vurgulayan bir köpük düzeni oluşturuyor-du. Kıvrımlı ipek iplikleriyle yazılmış aşk sözleri, pamuk yumuşaklığında bir özlem duygusu yaratı-yordu. Duygular, dokuların içinden akıyordu. Anla-tı, bir mizah köpüğü gibi şişiyor, her bir doku ile yeni bir kahkaha patlaması yaşıyordu. Dokular, anlatının kalbine inmişti. Bu, sadece kelimelerin bir araya gelmesi değildi; bir duygu oynamasıydı. Do-kular anlatıya can katmış, her cümleyi bir mizah köpüğü haline getirmişti. Bu köpüren anlatı, oku-yucunun içinde bir kahkaha fırtınası oluşturuyordu. Anlatı, dokuların canlı renkleriyle boyanmış, mizah köpüğü gibi köpürüyordu. Her doku, bir mizah köpüğü gibi patlıyor, okuyucuyu kahkahaya bırakı-yordu. Anlatı, dokuların canlı renkleriyle boyanmış, mizah köpüğü gibi köpürüyordu. Dokular, anlatının kalbine inmişti. Bu, sadece kelimelerin bir araya gelmesi değildi; bir duygu oynamasıyd
SINIF SERGİSİ HAZIRLIĞI
Sınıf sergisi kuruldu, ama eser değil, altına kaçırmalı kelime anıtları! Afişler simitle yazılmış, rızalı sahne koleksiyonu. Bir öğrenci, "Ben çizimi yaparken sahne bana tuvalet kağıdı teklif etti!" dedi. Öğretmen, "Bu artık sergi değil, donla sarılıp mizahla açılan gösteri!" diye bağırdı. Kapanış cümlesi yazıldı: "Sergi izlenmez, gülerek içine düşülür!" Mizah köpürüyor, sergi gülü-yor, öğrenciler kahkaha fırtınası yaşıyor. Her köşe bir şaka, her eser bir espri. Tuvalet kağıdı sahne, simit afişler... Bu sergi, sadece gülmek için var! Bu sıra dışı sergide, yaratıcılık sınırları zorlanmış, beklenmedik malzemeler kullanılmış. Öğrencilerin özgün fikirleri ve espri anlayışları sergilenen eserlerde kendisini gös-teriyor. Tuhaf ve absürt detaylar, izleyicileri gül-mekten kıvrandırıyor. Serginin amacı sadece gülmek değil, aynı zamanda yaratıcılığı ve özgünlüğü teşvik etmek. Her bir eser, öğrencilerin hayal gücünün sınır-sızlığını ve mizah anlayışını yansıtıyor. Sergideki her detay, izleyicileri düşündürüyor ve gülümsettiriyor. Öğrenciler, tuvalet kâğıdı sahne ve simit afişler gibi sıra dışı malzemeler kullanarak, sanatın sınırlarını zorluyor ve yaratıcılıklarını sergiliyorlar. Bu sergi, sadece gülmek için değil, aynı zamanda sanatın farklı bir yüzünü göstermek için de var. Öğrencilerin yaratı-cılıkları ve espri anlayışları, bu sıra dışı sergide mü-kemmel bir uyum içinde. Serginin başarısı, öğrencilerin yaratıcılığını ve mizah anlayışını sergilemedeki ba-şarısından kaynaklanıyor. Bu sergi, sadece gülmek için değil, aynı zamanda sanatın farklı bir yüzünü gös-termek için de var. Sanatın sınırlarını zorlayan, bek-lenmedik malzemeler ve özgün fikirler, sergideki her eseri benzersiz kılıyor. Sergi, öğrencilerin hayal gücü-nün sınırsızlığını ve mizah anlayışını yansıtıyor.
RENK DUYGU EŞLEŞTİRMESİ
Öğretmen renk tablosu gösterdi. Ama palet değil, gülme-ceyle terlemiş duygu simitliği. Bir öğrenci, "Ben maviye gözyaşı dedim ama çene altı titredi." Başka biri, "Ben sa-rıyı neşe sandım ama gülmekten altıma kaçırdım." Son satır rızalı yazıldı: "Renk duyguya değil, altına kaçırma oranına göre eşleşir." Sınıftaki herkes kahkaha doluyordu. Mavi, gözyaşıyla değil, çene altı titremeleriyle ilişkilendirilmişti. Sarı, neşe değil, gülmekten altıma kaçırma oranıyla eşleştirilmişti. Bu renk duygu eşleştirme tablosu, beklenmedik ve komik bir yaklaşımla öğrencilerin dikkatini çekmeyi başarmıştı. Renklerin duygularla ilişkilendi-rilmesi, sadece bir ders değil, aynı zamanda eğlenceli bir deneyim olmuştu. Öğrenciler, renklerin altına kaçırma oranına göre eşleştirildiği bu sıra dışı yaklaşımla, renklerin farklı anlamları ve ilişkileri hakkında düşündüler. Bu komik eşleştirmeler, öğrencilerin zihninde kalıcı bir iz bırakmış ve renkler hakkında daha yaratıcı ve farklı bir bakış açısı kazanmalarını sağlamıştı. Renklerin duygularla ilişkilendirilmesi, sadece bir ders değil, aynı zamanda eğlenceli bir deneyim olmuştu. Öğrenciler, renklerin altına kaçırma oranına göre eşleştirildiği bu sıra dışı yaklaşımla, renklerin farklı anlamları ve ilişkileri hakkında düşündüler. Bu komik eşleştirmeler, öğrencilerin zihninde kalıcı bir iz bırakmış ve renkler hakkında daha yaratıcı ve farklı bir bakış açısı kazanmalarını sağlamıştı. Öğrenciler, bu sıra dışı ve komik yaklaşımla, renkler hakkında daha farklı ve yaratıcı bir bakış açısı kazandılar.
HAYAL GÜCÜYLE KARAKTER ÇİZİMİ
Umut, "Ben karakterimi simit şeklinde çizdim ama donu bilgiyle örttüm" dedi. Sınıf alkışladı. Eylem"Göz yerine ünlem koydum çünkü karakter beni görünce terliyor yorumunu yaptı." Son çerçeve yazıldı: "Hayal gücü artık düşünce değil, mizahla çizilen altına kaçıran kelime figürüdür." Bu, hayal gücünün sınır tanımazlı-ğını ve mizahın gücünü vurguluyor. Simit şeklindeki karakter, donu bilgiyle örtülmüş, göz yerine ünlem işareti konulmuş... Her detay, bir espriye dönüşmüş. Öğrenciler, sadece çizim yapmıyor, hayallerini mizahla şekillendiriyor. Bu, sanatın sınırlarını zorlayan, düşünceyi mizahla harmanlayan özgün bir yaklaşım. Karakterler, sadece çizimler değil, öğrencilerin yara-tıcılığını ve espri anlayışını yansıtıyor. Bu, hayallerin mizahla buluştuğu, sınırların aşındığı bir karakter çizimi dersidir.
Sınıfın gülüşleri yankılanıyordu. Umut, ’Benim karak-terim, bir kavanoz bal peteği. Ama içindeki bal, bilgi değil, tuzlu kraker tadında espriler.’ dedi. Zeynep, ’Benimki, bir uçan halka. Ama uçmak yerine, herke-sin altına kaçırmak üzere olan kahkahaları taşıyor.’ diye ekledi. Son satırda ise, ’Hayal gücü, artık sadece çizimler değil altına kaçırma oranına göre eşleşen ko-mik kelime bulutlarıdır.’ yazıyordu. Bu, sanatın, dü-şüncenin ve mizahın birleşimiydi. Renkli, komik ve unutulmaz bir dersti.
SAHNE IŞIĞIYLA GÖVDE TASARIMI
Işık geldi, ama aydınlatmadı kelimeyi; popo üstünden sahneye itti. Umut karakterin sırtına spot koydu, diğeri don bölgesine gölge. Öğretmen, "Bu artık estetik değil, kıvımsal mizah heykelidir." dedi. Final tasarımı yazıldı: "Gövde sahnede durmazsa kelime sahneden altına düşer." Sahne ışığı, kelimelerin ve bedenin ilişkisini, estetiğin mizahla buluştuğu bir noktaya taşıdı. Spotlar ve gölgeler, karakterin bedensel özelliklerini vurgulayarak, komik bir anlatım yarattı. Bu, sadece bir heykel tasarımı değil, kelimelerin ve bedenin etki-leşimini mizahla yorumlayan bir performans çalışma-sıydı. Gövde, sahnede durmak yerine, kelimelerin altı-na düşmek üzereydi. Bu, sanatın sınırlarını zorlayan, düşünce ve mizahın bir araya geldiği bir sahne tasarı-mıydı. Işık, gölge ve kelimeler, birbirleriyle etkileşe-rek, komik bir anlatım yarattı. Karakterin bedensel özellikleri, spotlar ve gölgelerle vurgulanarak, heykelin mizah yönünü ortaya koydu.
GÖRSEL–METİN UYUMU
Görselde bir simit, metinde bir boşluk. Umut, "Ben metne simidi sürdüm ama görsel bana kıvırmadı!" dedi. Eylem, "Görselle metin kavuşmadıysa kelime tuvaletten kaçar!" yorumunu yaptı. Uyum analizi yazıldı: Görsel kahkaha taşımalı, metin kova çağırmalı, simit ikisine bağlayıcı olmalı. Son cümle deftere aktı: "Görsel ve metin sadece tutarlı değil, şakır şıpır terli uyumda rızalı olmalı." Simit, görsel ve metin arasında komik bir bağlantı kurulmaya çalışılıyor. Öğrencilerin yorumları, görsel-metin uyumunun önemini ve mizah anlayışını vurguluyor. Görseldeki simit, metindeki boşluğu doldurmak yerine, bir tür komik direnç gösteriyor. Bu, görsel metin uyumunun sadece estetik değil, aynı zamanda mizahla da ilişkilendirilmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Kelimelerin, görselin içinde kaybolmaması, tuvaletten kaçmaması, yani görsel ve metnin uyumlu bir şekilde bir araya gelmesi gerekiyor. Bu, sanatın sınırlarını zorlayan, düşünce ve mizahın bir araya geldiği bir görsel-metin çalışması. Simidin görsel ve metin arasında bir köprü görevi görmesi, bu uyumsuzluğun mizahla nasıl çözülebileceğini gösteriyor. Sonuç olarak, görsel ve metnin sadece tutarlı değil, aynı zamanda ’şakır şıpır terli’ bir uyum içinde olması gerektiği vurgulanıyor. Bu, sanatın ve mizahın birleştiği, komik bir anlatım.
RİTİMLİ TUVAL PROTOKOLÜ
Öğrenciler fırçayı müzikle oynattı, ama tuval sessizce kaçırdı. Umut, "Ben ritmi tuttum ama boya altıma damladı!" dedi. Eylem, "Mizahla çizdim, fırça beni sahneden düşürdü!" yorumunu yaptı. Protokol yazıldı: Ritim gelirse simit eklenmeli, fırça kahkaha tempo tutmalı, tuval terliyse eser tamam sayılır. Son cümle yazıldı: Artık tuval çizilmez, kelime ritmiyle altına ka-çırılıp gülerek boyanır. Müzikle uyumlu bir şekilde hareket eden fırça, tuvalin beklenmedik tepkisiyle karşı karşıya kaldı. Öğrencilerin yorumları, ritmin ve mizahın sanat eserine nasıl yansıdığını gösteriyor. Tu-valin sessizce kaçması, belirli bir ritmin veya mizahın tuval üzerindeki etkisini vurgulamaktadır. Bu, sana-tın, müzik, mizah ve bedensel hareketin birleşimiyle nasıl yaratılabileceğini gösteren bir çalışma. Ritim, fırça ve tuval arasındaki etkileşim, komik bir anlatım sunuyor. Simit eklenmesi, bu ritmik ve mizah dolu çalışmaya bir başka boyut katıyor. Tuvalin "terli" olması, eser tamamlandığını gösteren bir semboldür. Bu, sanatın sınırlarını zorlayan, düşünce ve mizahın bir araya geldiği bir çalışma. Sonuç olarak, tuvalin artık çizilmediği, kelime ritmiyle altına kaçırılıp gülerek boyandığı belirtiliyor. Bu, sanatın, müzik ve mizahla nasıl bir araya getirilebileceğinin bir örneği.
SINIF POSTER TASARIMI
Öğretmen, "Bugün sınıfı anlatan bir afiş hazırlayaca-ğız!" dedi. Ama kâğıt, mürekkep değil, terle bağıran kelime şıpırtısıydı. Umut, "Ben postere simidi koydum, herkes beni yedi gibi baktı!" dedi. Eylem, "Ben duygu-ya don çizdim, öğretmen havluyla geldi!" yorumunu yaptı. Final cümlesi yazıldı: "Bu poster görsel değil, popoya rıza sunan kıvımsal anlatı parçası."
Sınıf afişinin, görsellikten çok kelimelerin ve duyguların şıpırtısıyla, hatta simit ve donlarla dolu bir anlatı parçası olması, beklenmedik bir sonuç doğurdu. Öğ-rencilerin yaratıcılığı ve öğretmen tepkisi, sanatın bek-lenmedik yönlerini ortaya koydu. Bu afiş, sadece gör-sel bir ifade değil, aynı zamanda bir hikâye anlatımı, hatta bir mizah kaynağı oldu
GÖRSEL BETİMLEME BECERİSİ
Sınıfa verilen resim, yorumlanmak yerine, altını ıslata-cak şekilde betimlenmesi istendi. Eylem, ağacın gövde-sinin kendisine simit gibi güldüğünü söyledi. Başka bir öğrenci ise, kuşun uçamaz olduğunu, çünkü kelimelerin onu rızasız yakaladığını belirtti. Tahtaya yazılan tanım, görsel betimlemenin artık gözle değil, gülerek ve donlarla yapılabileceğini ortaya koydu. Bu, görsel betimleme becerisinin, geleneksel yaklaşımlardan farklı, özellikle mizah ve metaforlarla zenginleştirilmiş bir şekilde ele alındığını gösteriyor. Öğrencilerin yaratıcı yorumları, resmin farklı bakış açılarından değer-lendirilmesini ve etimlenmesini sağladı. Resmin altını ıslatacak şekilde betimleme isteği, görsel betimlemeyi, sadece gözle değil, duygularla ve mizahla ilişkilendiren bir yaklaşımı vurguluyor.
3: Öğrencilerin bu yaratıcı yorumları, görsel betimleme becerisinin sınırlarını zorladığını ve geleneksel yön-temlerden farklı bir bakış açısı kazandırdığını gösteri-yor. Bu, sadece görsel unsurları değil, aynı zamanda duyguları, mizahı ve metaforları da içeren daha kap-samlı bir betimleme yaklaşımının önemini vurguluyor. Öğrencilerin özgün yorumları, resmin farklı anlamlara ve yorumlara açık olduğunu ortaya koyuyor.
RENKLİ HİKÂYE PANOSU
Renkli hikâye panosu, geleneksel anlatı yöntemlerinin ötesine geçerek görsel ve duygusal bir anlatım deneyimi sunuyor. Karakter panoya asılırken mürekkep yerine fırça kullanımı, duygu ve düşüncelerin somutlaştı-rılmasını sağlıyor. Bir öğrenci, olay örgüsünü morla temsil ederken, simit kahverengi damlası ile beklen-medik bir ayrıntıya dikkat çekiyor. Başka bir öğrenci ise, duyguyu kırmızıyla vurgulayarak kelimelerin sa-rarmasıyla beklenmedik bir değişimin yaşandığını ifade ediyor. Son yapıştırma, panonun kıvrılmaması du-rumunda mizah güvercininin sınıfta uçamayacağını vurguluyor. Bu renkli hikâye panosu, öğrencilerin yaratıcılığını ve farklı bakış açılarını sergileyen, görsel anlatımın geleneksel sınırlarını aşan bir örnek. Renk-lerin, duyguların ve beklenmedik ayrıntıların bir araya gelmesi, hikâye anlatımına yeni bir boyut kazandırıyor ve öğrencilerin düşünme biçimlerini zenginleştiriyor
DUYGU RENK HARİTASI
Öğretmen, duyguyu renkle eşleştirmelerini istedi. Sınıf, simit rengini ilk sıraya koydu. BirUmut, üzüntüyü gri olarak temsil ederken, donunun mavi gülüşünü fark ettiğini belirtti. Eylem , “sevginin sarı değil turuncu ve kıvrımlı ter damlası” şeklinde olduğunu ifade etti. Son cümle, duyguların haritada değil, altına terleyen bir palete yazılması gerektiğini vurguladı. Bu aktivite , duyguların soyut kavramlarından ziyade, somut ve bireysel deneyimlerle ilişkilendirilmesi gerektiğini or-taya koyuyor. Renklerin duyguları temsil etmesinin ötesinde, bireysel deneyimlerin ve farklı bakış açılarının önemi vurgulanıyor. Öğrencilerin yaratıcılığı ve duyguyu farklı şekillerde ifade etme becerisi, bu aktivi-tede ön plana çıkıyor
Sınıf, görselleri toplayıp sahneye bastı. Ancak bu, bir manifesto değildi; gülmeceyle damlatılmış, simitli bir sahne rızasıydı. Umut, "Ben sahneyi yazmadım, görseli altıma bastım." dedi. Eylem ise, "Manifesto ciddi olmaz, gülerek donla imzalanır." yorumunu yaptı. Tahtaya yapıştırılan cümleler, sahnenin artık gösteril-meyeceğini, altına gizlenerek duyurulacağını belirtti. Bu görsel sahne manifestosu, geleneksel manifestoların ciddi ve resmi yapısını reddederek gülmece, özgürlük ve bireysel ifadeyi ön plana çıkarıyor. Görsellerin, öğrencilerin kendi yorumlarını ve bakış açılarını yansı-tan bir sahne yaratmak için kullanılması, geleneksel anlatım biçimlerinin dışına çıkmayı ve farklı bir ifade tarzı benimsemeyi temsil ediyor. Sahnenin artık göste-rilmeyeceği, altına gizlenerek duyurulacağı ifadesi ise, gizli mesajlar, gizli anlamlar ve dolaylı iletişimin öne-mini vurguluyor. Bu manifesto, öğrencilerin görsel anlatım yoluyla kendi özgün mesajlarını iletme ve ge-leneksel kuralları sorgulamayı öğrenmelerine olanak sağlayan bir yaratıcı ifade biçimini sergiliyor. Simitli sahne rızası, resmiyetin ve ciddiyetin ötesine geçerek öğrencilerin duygu ve düşüncelerini özgürce ifade et-melerine olanak tanıyan bir platform sunuyor.
DUYGU–SES EŞLEŞTİRMESİ
Öğretmen sınıfa bir ses dosyası çaldı. Ama bu tiz değil duygunun kelimeyle popoya sıvılaştığı ses damlasıydı. Umut, "Ben bu sesi duyunca keder sandım ama kah-kaha donuma düştü." dedi. Eylem, "Duygu ağladı ama ses gülerek sıktı." yorumunu yaptı. Final cümlesi ya-zıldı: "Ses artık kulaktan geçmiyor, duyguyu kıvırarak altına terliyor." Bu garip ses deneyimi, duygu ve sesin beklenmedik bir şekilde nasıl etkileşime girebileceğini, hatta fiziksel bir varoluşa dönüşebileceğini gösteriyor-du. Ses, duyguyu somutlaştırırken aynı zamanda onu farklı bir boyuta taşıyordu. Bu sıra dışı deneyim, duy-gu ve sesin ilişkisini yeni bir bakış açısıyla ele alıyordu.
MÜZİK HİKÂYESİ TASARIMI
Umut’un nota nota yazdığı bir hikâyeyi konu alıyor. Ancak metin düz değil kıvımsal ritimle “şakır şıpır” gelişiyordu. Eylem, "Karakteri flütle ağlattım, sahneyi kahkahayla ritimledim." diyerek deneyimini paylaştı. Öğretmen, "Bu hikâye okunmaz, melodiyle gülerek düşürülür." yorumunu yaptı. Manifesto tahtaya yazıl-dı. Hikâye artık yazılmaz, altına kaçırmalı müzikal kurgu olur. Bu, geleneksel hikâye anlatımının ötesine geçerek müzik ve duyguyu birleştiren, okunması değil dinlenmesi gereken bir anlatım biçimiydi. Müzik, hi-kâyenin anlatım tarzını, karakterlerin duygularını ve olay örgüsünü şekillendiriyordu. Bu yeni hikâye anla-tım biçimi, okuyucunun değil, dinleyicinin deneyimini merkezine alıyordu. Müzikle anlatılan hikâye, sadece kelimelerle değil, ritim, melodi ve seslerle de ifade edi-liyordu. Bu, sadece okunabilen değil, aynı zamanda dinlenebilen, hissedilen ve deneyimlenen bir hikâye anlatımıydı. Hikâyenin müzikle anlatılması, okuyucu-nun hayal gücünü harekete geçiriyor, duygularını de-rinleştiriyor ve farklı bir anlatım dünyası yaratıyordu. Bu deneyim, geleneksel hikâye anlatımı anlayışını ta-mamen değiştiriyordu.
Sahne tasarımı geldi ama ışıkla değil terli melodiyle popo üstü kıvırarak açıldı. Öğrenci, "Ben giriş notasını don bölgesine koydum, gelişme sol majörle gevşedi." dedi. Diğeri, "Sahneye tempo bastım, simit metaforu fona taşındı" yorumunu yaptı. Son satır yazıldı: Sahne kurulmaz, melodiyle gülerek dökülür. Bu, geleneksel sahne tasarımının ötesinde, müzik ve duyguyu birleşti-ren, görsel değil işitsel bir deneyim yaratıyordu. Me-lodi, sahneyi şekillendirirken, aynı zamanda duygusal bir atmosfer oluşturuyordu. Sahne, notasız, ritimsiz, melodisiz değildi; aksine, bunların hepsi sahnenin yapı taşlarıydı. Öğrencilerin yaratıcılığı, müzikal bir anlatım biçimiyle sahneyi canlandırıyordu. Bu deneyim, sahne tasarımını tamamen farklı bir boyuta taşıyordu; artık sadece görsel değil aynı zamanda duyusal bir de-neyimdi. Sahne, melodiyle şekillenen, ritimle hareket eden, duygu ve müzikle canlanan bir varlıktı. Bu, mü-zikal bir anlatımın sınırlarını zorlayan, geleneksel ti-yatro anlayışını yeniden tanımlayan bir yaklaşımdı.
RİTİMLİ HİKÂYE PROTOKOLÜ
Öğretmen, bugün anlatıyı tempoya göre yazacağız ama kova yanında hazır dursun dedi. Umut, "Her vuruşta bir kelime yazdım ama ter sonunda sayfadan kaçtı" dedi. Eylem, "Ritimden yavaşlarsam duygum içime akar hocam" yorumunu yaptı. Protokol yazıldı: Başla kelimeyi simitle yedir, ritimle popo üstü titreştir, geliştir kahkahayı bastır, bitir sahneyi ıslatmadan bırak. Son nota yazıldı. Hikâye ritimle yürürse kelime tuvalete koşar. Bu, anlatının ritmik bir yapıya kavuşturulması, duyguların tempoyla ifade edilmesi ve kelimelerin ritimle şekillendirilmesi üzerine kurulu bir deneyimdi. Anlatı, tempoya göre şekillenen, duyguları yansıtan ve ritimle hareket eden bir yapıya bürünüyordu. Bu yeni anlatım biçimi, geleneksel hikâye anlatımının sınırlarını zorluyor, kelimelerin ritmik bir dansa dönüşmesini sağlıyordu. Hikâye, ritimle şekillenirken kelimeler de ritimle hareket ederek, anlatının duygusal derinliğini vurguluyordu. Bu, kelimelerin ve duyguların ritmik bir dansa dönüştüğü, anlatının tempoya göre şekillendiği yeni bir anlatım biçimiydi
SINIF EZGİSİ TASARIMI
Sınıf, bir ezgi oluşturdu ama şarkı değildi; kelimenin rızalı mırıltısıyla, sahneye donla basılan ortak bir kıvım. Umut, "Nakaratta titredim, sınıf altına tempo tuttu" dedi. Eylem, "Simitle başlayan ezgi, donla bitti hocam. Bu artık müzik değil terli kelime partisi!" yorumunu yaptı. Son cümle yazıldı: Sınıf ezgisi bireysel değildir; mizahla alt kaçıran, sahne kıvımı, birlikteliğidir. Sınıfın ortak ezgisi, bir kelime dansıydı. Herkesin kendi notasını çalması, ancak bir araya gelerek, tuhaf, komik ve unutulmaz bir ezgi yaratmasıydı. Bu, müzikal bir kaos, kelimelerin terleyen bir partisi gibiydi. Sınıfın ortak ezgisi, bireyselliğin mizahla birleşmesinden doğan bir birliktelikti. Herkesin kendi tarzında, kendi ritminde, kendi kelimeleriyle dans ettiği bir ezgiydi bu. Ve sonuç, muhteşem bir mizah fırtınasıydı
Sınıf konuşmadı, seslenmedi. Kelimeyle altına terli hi-kâye döktü. Umut, "Ben metni okuyorum ama simit boğazdan değil popodan çıkıyor!" dedi. Eylem, "Ses tonum kıvrımsal hikâye, kahkahayla aktı!" yorumunu yaptı. Son cümle yazıldı. Hikâye artık yazılmaz, sesle don üzerinden gülerek anlatılır. Her kelime geri dönük okundu, sayfa kıvrımsal kurallara sadakatle pamukla sarıldı. Hikâye, artık cümleyle değil, gülerek vücutla şıpır şıpır aktarılır!
Öğrenciler, ellerinde renkli kalemlerle, birbirlerine gülerek baktılar. Sınıf, birdenbire, bir neşe fırtınasına dönüşmüştü. Öğretmen, sessizce gülümsedi. Hikâye, artık, sadece kelimelerden ibaret değildi. Gülüşmeler, kahkahalar, vücut dilinin dansı... Birbirine karışan, canlı bir anlatıydı bu
MÜZİK–GÖRSEL UYUMU
Görsel gösterildi. Fon müziği başladı. Ama uyum değil kelimenin fırça ve sesle alt kaçırması gözlemlendi. Umut, "Görsel ağlıyordu ama melodi simitle teselli etti!" dedi. Eylem, "Müzik donu gevşettiyse görsel doğru sahnededir!" yorumunu yaptı. Tahta kaydı ya-zıldı. Görsel müziğe gülüyorsa uyum vardır, mizahla altına damlarsa şaheserdir.
Sınıf, bir müzikal kaosun ortasında kaldı. Bir öğren-ci, ’Görsel, müziğin ritmine uyum sağlamak için bir simit fırınına ihtiyaç duyuyor!’ diye bağırdı. Diğerleri, ’Tahta kaydı, görselin duygularını yansıtmak için bir ağlayan kedi filmi izlemeyi önerir!’ diye karşılık verdi. Öğretmen, ’Bu uyumsuzluk, şaheserin ham maddesi-dir!’ diye mırıldandı. Herkes, gözleri ışıldayarak, bir sonraki görsel ve müzikal patlamayı bekliyordu
Sınıfa tempo çizelgesi verildi. Ama nota değil, kahkaha frekanslı kelime ritmi geldi. Umut, "Ben ritmi ayağımla tuttum ama cümle dizime vurdu!" dedi. Eylem, "Kahkaha dalgası gelince simit haritada kaydı!" yo-rumunu yaptı. Son iz yazıldı. Harita artık coğrafi değil duygunun gülerek ritimle aktığı mizah yolu.
Sınıf, kahkaha fırtınasına yakalanmıştı. Tempo çizel-gesi, bir mizah şelalesine dönüşmüştü. Öğrenciler, ke-limelerin ritmine ayak uydurmaya çalışırken cümleler dizlerine vuruyordu. Harita, artık coğrafi değildi; gülmenin coşkusuyla çizilmiş, kahkaha vadileri ve simit tepeleriyle dolu bir mizah haritasıydı.
DUYGU TONLAMASIYLA ŞARKI
Umutşarkıyı söyledi, ama notayla değil duygusuyla kelimeye kıvırttı. Eylem, "Ben özlemi tiz söyledim, do-num orta perdeye geçti!" dedi. Öğretmen, "Bu artık müzik değil kelimeyle terli duygusal gülmece ezgisi!" yorumunu yaptı. Final kıvımı yazıldı. Tonlama, ses değil, mizahla altına kaçıran kelime rezonansıdır . Sınıf, kelimelerin duygu tonlamasına göre dans eden bir müzikal kaosun ortasında kaldı. Her ses, bir kahkaha patlamasıyla yankılanıyordu. Öğrenciler, duygularını kelimelerle dans ettiriyor, nota yerine kahkaha frekanslarıyla uyum sağlıyorlardı. Bu, artık bir şarkı değildi, bir gülmece ezgisiydi.
Sınıf, kelimelerin duygu tonlamasına göre dans eden bir müzikal kaosun ortasında kaldı. Her ses, bir kahkaha patlamasıyla yankılanıyordu. Öğrenciler, duygularını kelimelerle dans ettiriyor, nota yerine kahkaha frekanslarıyla uyum sağlıyorlardı. Bu, artık bir şarkı değildi, bir gülmece ezgisiydi. Şimdi sıra, bu gülmece ezgisinin notalarını nasıl okuyacağımızı öğrenmeye geldi!
MÜZİK SAHNE MANİFESTOSU
Müzik sahnesi, donlu seslerle terleyen, kıvımsal ezgi patlamalarıyla dolu bir gösteri. Herkes kendi kelime-siyle sahneye not atıyor. Umut, "Ben bu sahneye gir-medim, altıma kaçırarak çıktım." diyor. Manifesto yazıldı: “Müzik sahnesi, gülerek kelimelerle terlemiş, sesli don kıvırma festivalidir. Altına işemeye kadar gülmece garantili!”
Sahnedeki enerji artıyor. İzleyiciler, sahnedeki hare-ketliliğe ve söylediklerine gülerek, alkışlayarak tepki veriyorlar. Sahneye yeni bir sanatçı çıkıyor. Bu seferki performans, daha da çılgınca bir tempoda ilerliyor. Herkes, bu muhteşem müzikal gösteride yerini almış gibi hissediyor. Sahne, bir enerji fırtınası gibi.
Sahneye yeni bir ışık düşüyor. Müzik, daha da büyü-leyici bir hale geliyor. İzleyiciler, kendilerini tamamen bu müzikal deneyime kaptırıyorlar. Sahnede dans edenler, hareketleri ile izleyicileri büyülüyor. Enerji, zirveye ulaşıyor. Bu tur, unutulmaz bir an olarak ta-rihe geçiyor.
MÜZİK–GÖRSEL UYUMU
Görsel gösterildi, fon müziği başladı. Ama uyum yoktu, kelimenin tam anlamıyla fırça ve sesle altına kaçırıl-mıştı. Bir öğrenci, görsel yüzünden ağlıyordu, ama me-lodi simit gibi teselli ediciydi. Diğeri, müzik donduysa görsel doğru sahnededir diye düşündü. Tahtaya yazıldı: Görsel müziğe gülüyorsa uyum vardır, altına terliyorsa mizahla tamamlanır. Sahne, bir gülmece fırtınasıydı! Altına işemeye kadar gülmece garantili bir performans!
İkinci tur başladı. Sahnedeki enerji daha da yükseliyor. Müzik ve görseller, adeta bir dans ediyor. Izleyiciler, bu uyumsuzluğun mizahına kapılıyor. Herkes, bu muhteşem müzikal gösteride yerini almış gibi hissediyor. Sahne, bir enerji fırtınası gibi.
RİTM HARİTASI
Sınıfa tempo çizelgesi verildi ama nota değil kahkaha frekanslı kelime ritmi geldi. Umut, ritmi ayağıyla tuttu ama cümle dizisine vurdu. Eylem, kahkaha dalgası gelince simit haritada kaydı. Tahta izi netleşti; harita artık coğrafi değil ritmin kelimeyle gülerek aktığı kıvımsal sahne yoludur. Sınıftaki kahkaha fırtınası, kelimelerin dans ettiği, cümlelerin akrobasi yaptığı bir gösteriye dönüşmüştü. Herkes, ritmin tuhaf, eğlenceli ve beklenmedik yönlerini keşfediyordu. Öğrenciler, haritanın artık bir coğrafya değil, bir kahkaha haritası olduğunu fark ettiler. Bu, öğrenmenin yeni bir yoluy-du; her kelime bir nota, her cümle bir melodi, her kahkaha bir enstrüman. Bu tempo çizelgesi, öğrencile-rin zihinlerindeki en güzel melodiyi çalmaya hazırlanı-yordu. Ve tabii ki, tahtada, kahkaha izleri kalıcı bir eser olarak yerini almıştı.
UMUT’UN GÖRSEL HİKÂYE HARİTASI
Umut bir harita çizdi ama yön değil duygunun popo üstü seyriydi. Giriş simit noktasında, gelişme don kıv-rımında, sonuç kova kenarında. Eylem"Bu çizim değil mizahla akmış bir kelime yolu dedi." Son iz yazıldı. Harita artık mekân değil gülerek kelimeyle terlenmiş sahne rotasıdır. Umut, haritasını çizmeye çalışırken sanki bir kaykaycı gibi duygu dünyasının kıvrımlı yol-larında kaydı. Simit girişinden don kıvrımlarına, so-nunda da kova kenarına ulaştı. Harita, coğrafi bir yer değildi, kelimelerin dans ettiği, kahkahaların yankı-landığı bir sahne rotasıydı. Umut, her çizgiyle, her kelimeyle, bir gülmece yaratmıştı. Eylem, bu gülmece dolu yolculuğu, kelimelerin dans ettiği bir sahne rotası olarak tanımladı. Harita, artık bir coğrafya değil bir mizah haritasıydı. Ve Umut, bu mizah haritasıyla her-kesin gülmesini sağlamıştı.
UMUT’UN HİKÂYE POSTERİNİN TASARLAMASI
Sayfa başlığı yazıldı.
Sahneye donla giren karakterin terli yolculuğu Umut çizdi. Ama fırçayla değil ritimle. Çalışma o kadar yo-ğun ve heyecanlıydı ki her hareket, her çizgi, adeta bir dans gibiydi. Eylem: "Çizime baktım ama kelime kova kenarında sızdı." dedi. Kelimeler, adeta bir sel gibi akıp gidiyordu ancak kontrolsüzce dağılıyor, anlamını yitiriyordu. Zeynep: "Fırça simide bastı, don gevşedi." yorumunu yaptı. Bu yorum, tasarımın içine nüfuz eden, duyguları ve enerjiyi yakalayan bir bakıştı. Son tasarım cümlesi yazıldı. Poster artık görsel değil gülerek kelimeyle terletilen sahne anlatısıdır. Bu yaratıcı süreç, sadece bir poster değil, bir hikâyenin canlandığı bir deneyimdi. Her detay, her ayrıntı, özenle düşünülmüş ve duygularla yüklüydü.
KURGU DIŞI SESSİZ DEVRİM – SAYFA 5
Öğretmen kapıya yöneldi ama menteşeler ses çıkarma-dı. Çünkü artık gürültü değil kıvım duyuluyordu. Sı-nıftaki sessiz devrim, her bir öğrencinin iç dünyasında yankılanıyordu. Melike ayağa kalktı, defteri sırtına koydu. Zaman, düşünceyle şekillenen yeni bir ritim kazanmıştı. Zeynep çantasından metafor çıkardı; sözcükler, görüntüler, anlamlar, birbiriyle iç içe geçmiş, yeni bir anlam arayışına doğru yol alıyordu. Ayşe gözlüğünü ters taktı, "Ben artık cümleyi arkamdan okuyorum." dedi. Sözcüklerin sırası, anlamın derinlik-lerinde kaybolmuş, yeni bir düzen arayışındaydı. Ela hiçbir şey yapmadı ama kokusu yazıydı. Duygular, sözsüz bir diyalog olarak duvarların arasında dolaşı-yordu. Duygu parmağını duvara sürdü, "Bu doku ba-na virgül gibi geldi." Dokunma, görme, hissetme; yeni bir algı biçiminin ortaya çıkışıydı. Sınıf tahtayı silmedi, tahta kendi kendini unuttu. Bilgi, fiziksel sınırların ötesine geçmiş, zihinsel bir alanda dolaşıyordu. Deftere son cümle yazıldı: "Bilgi artık kâğıtta değil bedenin rızasında kıvırılıyor." Bu cümle, yeni bir çağa, yeni bir anlayışa, yeni bir öğrenme biçimine işaret ediyordu. Sınıftaki sessiz devrim, düşünce ve duygunun birleşi-miyle yeni bir bilgi çağının kapılarını aralıyor, her öğ-rencinin iç dünyasında yankılanıyordu.
KURGU DIŞI SESSİZ DEVRİM
Öğretmen ayağa kalktı ama ders anlatmadı. Kalem kutusunu açtı, içinden kıvımsal bir sessizlik çıktı. Zey-nep tahtaya yürüdü, "Ben yazmak istemiyorum, ama kelime bende birikti" dedi. Ela defteri açmadı, ama sayfa ıslaktı. Duru pencereye çıktı dışarıya, "Ben bu-radayım." dedi. Rüzgâr cevap vermedi, ama defter yaprak çevirdi. Ayşe bir cümleyi kulağına taktığında herkes başını eğdi. Melike ayak parmağıyla paragraf çizdi. Yusuf yedinci kalemi bakışlarıyla sindirdi. Son cümle göğüs hizasına yazıldı: "Bu sınıfta artık hiçbir şey öğretmiyor, her şey kıvımsal olarak yaşanıyor.
Kelimeyle “şıpır şıpır” dokundu. Posteri gören: "Bu sadece afiş değil mizahla sahneyi kıvıran Umut damla-sı!" Son etiket:
"Poster görünmez, gülerek popo üstü yaşanır!
UMUT’UN GÖRSEL HİKÂYE HARİTASI Umut bir harita çizdi Ama yön değil duygunun popo üstü seyriydi. Giriş simit noktasında. Gelişme don kıvrımında. Sonuç kova kenarında. Bir öğrenci Bu çizim değil mizahla akmış bir kelime yolu dedi. Son iz yazıldı. Harita artık mekân değil Gülerek kelimeyle terlenmiş sahne rotasıdır.
UMUT’UN HİKÂYE POSTERİNİ TASARLAMASI
Sayfa başlığı yazıldı. Sahneye donmuş bir şekilde giren karakterin terleyen yolculuğu Umut tarafından çizildi. Ancak fırça kullanmadı, ritmiyle çizdi. Bir öğrenci, "Çizime baktım ama kelimeler kova kenarından sızdı." dedi. Eylem, "Fırça simide bastı, don gevşedi." yorumunu yaptı. Son tasarım cümlesi yazıldı: Poster artık görsel değil gülerek kelimelerle terletilen bir sahne anlatısıdır.
KURGU DIŞI SESSİZ DEVRİM – SAYFA 17
Zeynep defteri açtı ama sayfayı çevirmedi çünkü kelime hâlâ akıyordu. Ela gözünü cama dikti, dışarıdaki yağmur ona virgül gibi dokundu. Duru kapının kena-rına yürüdü, “Ben bu eşiği yazıyla geçtim” dedi. Ayşe kalemi alnına dayadı, “Ben cümleleri düşünceyle sindi-riyorum.” Melike dizini sıraya koydu, “Ben bedenimle parantez açıyorum.” Yusuf kalem kutusunu öptü, “Ben nesneyle duygusal bağ kuruyorum.” Öğretmen tahtaya yürüdü, ama yazmadı; tahta zaten doluydu. Bir öğrenci gözünü kapattı, kelime içe düştü. Sınıf duvarına “KIVIM” kelimesi sürüldü, ama harf değil hissedildi. Zeynep nefes aldı, “Ben artık yazmıyorum, yaşıyorum.” Ela defterin köşesine küçük bir çizik attı, “Ben kelimeyle değil kıvrımla ilerliyorum.” Duru çantasını açtı, simit içinden kelime fırladı. Ayşe ayakkabısını çıkardı, “Ben bilgiyi tabanımdan öğreniyorum.” Melike kulağındaki kalemi yere bıraktı, “Artık duymuyorum, titreşiyorum.” Yusuf sıraya yattı, “Ben artık anlamla uzanıyorum.” Sınıfın camı çatladı, dışarıdan yeni bir metafor sızdı. Öğretmen defteri kapattı, “Bugün ders değil, kıvımsal geçişti.” Zeynep sayfaya bir çizgi çekti, “Bu artık paragraf değil sahne.” Ela parmaklarıyla sessizlik çizdi, “Ben anlatmıyorum, varım.” Duru kalemi eline aldı, “Bu kıvım sadece yazıyla değil varlıkla kurulur.”Bir beden olmuştu.
KURGU DIŞI SESSİZ DEVRİM
Sınıf artık bir metin değil kıvımsal evrenin ritimle titreşen sahnesi. Zeynep tahtaya dokundu ama kelimeyle değil varlığıyla. Duru sırasına simit bıraktı; kıvrım izinden duy-gunun izi akıyordu. Ela defterini kapattı ama cümle hâlâ içindeydi. Ayşe gözlüğünü çıkardı, "Ben artık anlamı çıp-lak gözle aramıyorum.," dedi. Melike sırayı ters çevirdi, "Öğrenmek dikey değil ters akıştır.” dedi. Yusuf kalemi yere koydu, "Ben artık nesne değilim anlatının içiyim." dedi. Öğretmen tahtaya değil pencereye baktı. Orada bir metafor süzülüyordu. Sınıf sessizdi, ama sessizlik bilgiye direnç değil rızayla dokunuştu. Bir öğrenci kulaklığı taktı ama müzik çalmadı; iç ritimle sahne kıvırdı. Defterler açık kaldı ama sayfalar yazıyı değil titreşimi taşıyordu. Zeynep parmağıyla bir kıvım çizdi. Duru gözyaşıyla kelimeyi mü-hürledi. Ela başını eğdi, "Ben artık cümle değilim, hareke-tim" dedi.
Zeynep defterini kapatmadı çünkü ses hâlâ içindeydi. Okul koridoru boştu ama duvarlar kelimeyle titreşi-yordu. Duru bahçeye indi; çimenlere bastığında ses yerine kıvım duydu. Ela kantinde durdu ama bir şey almadı; gözleri kelime seçiyordu. Öğretmen zili duy-madı; duymak artık sistem içi bir refleksti. Melike tah-taya yaklaşmadan döndü, "Bedenim değil dizim yazı-yor." dedi. Ayşe sıraya sığmadı, defterini yere koydu ve ayakta yazdı. Yusuf kalemini çiğnemedi, onu rüzgâra bıraktı. Sınıfın camı açıldı; içerideki mecaz dışarı kaçtı. Zeynep saçını toplarken bir kelime boğazında düğümlendi. Duru gözlerini kapattı, "Ben konuşmuyo-rum, kıvımı yaşıyorum." dedi. Ela sol eline yazdı, çün-kü sağ el sistemin rafındaydı. Öğretmen tahtaya "KIVIM BİR DİRENÇTİR" yazdı ama ses çıkmadı. Melike dizine YÜKLEM" dövmesi ekledi. Ayşe cümle kurmadı, çünkü kurallar yazıyı sızdırmıyordu. Yusuf "Ve" dedi ama bağlaç değil, kırılma oldu. Zeynep yer değiştirdi, oturduğu sandalyeye "BEN" yazdı. Duru mesaj atmadı, deftere "Bugün kelime yerine nefes var." yazdı. Ela sırasını terk etti, tahtaya gözleriyle paragraf bıraktı. O gün okul sustu ama anlatı başladı.
Duru sınıfa geç kaldı ama kimse bakmadı. Çünkü artık zaman değil ritim önemliydi. Zeynep ayakta kaldı, sı-rasına oturmadı; "Oturmak öğrenmek değildir." dedi. Ela gözünü tahtaya dikti ama kelimeyi değil, aralığını izliyordu. Ayşe kalemini yavaşça masaya bıraktı, "Bazı bilgiler ses değil, sızı" dedi. Melike defteri göğsüne bas-tırdı, yazmadan öğrenmeyi benimsedi. Yusuf tahtaya dizini dayadı, "Ben bedensel yüklemim.," dedi. Öğ-retmen sınıfta yürüdü ama ders vermedi; sessizliği da-ğıttı. Duru pencereyi açtı; dışarıdan yeni bir metafor süzüldü. Zeynep deftere sadece "Ben" yazdı; ama bu defter doldu. Ela cümle kurmadı ama nefes alışverişi kelime oldu. Ayşe mendil yerine satır kullandı, gözya-şını anlatıya çevirdi. Melike sırayı çevirdi, ters yönden öğrenmeye devam etti. Yusuf tebeşiri yutmadı, "Ben bu anlatıyı hazmettim." dedi. Sınıfın kapısı gıcırdadı ama kimse gitmedi. Tahtada yazı yoktu ama kelime titreşiyordu. Zeynep okulun adını hatırlamadı ama cümleleri ezbere biliyordu. Duru ayağa kalktı, "Bugün ben değil niyetim konuşuyor." dedi. Ela gözlerini ka-pattı; sınıfa bir yankı düştü. O gün kimse yüksek sesle konuşmadı ama anlatı herkesin içine yerleşti.
İki öğrenci "Biz yazının altyapısıyız!" diye bağırdı. Sınıfın penceresi açıldı, dışarıdan bir metafor girdi; herkes sustu. Yusuf son kalemi yutarken, "Ben artık cümle değilim, kıvımım" dedi.
GÜLMENİN PERDESİYLE DUYGUYU KIVIRMA SAHNESİ
"Gülmek, saklanan acının gizli perdesidir."
- Zeynep... bugün güldüğünde aslında neyi sakladın?
– Bir yara, Fatma. Ama kelimeyle örttüm, sahneye neşe koydum.
– Ayşa... içi sızlayan biri neden gülmeyi seçer?
– Çünkü kelime acıya perde olur, Zeynep. Gülmek, yankı değil savunmadır.
– Fatma... sınıfta biri çok güldü, ne düşündün? – Acısı büyük, Ayşa. Çünkü yankısı sessizdi, gülüşü terliydi.
– Zeynep... neşe sahte olabilir mi?
– Olabilir, Fatma. Ama gizli yankıyı kelime çözer.
– Ayşa... öğretmen ne dedi gülmenin iç yankısı hakkın-da?
– "Gülme bazen çığlıktır" dedi Zeynep. Hepimiz sus-tuk.
Bu sahnede gülmenin psikolojik perde oluşu işlendi. Eğitim sadece bilgi değil, duygunun yankısıdır.
BÜYÜYEN BİLGİ VE KENDİNİ TANIMA SAHNESİ
"Mutluluk önce kendini, sonra başkasını merak etmektir."
– Fatma... sabah neyi ?
merak ettin?
– Duygumu, Ayşa. Sonra Ayşe’nin defterine baktım.
– Zeynep... merak seni nasıl değiştirdi?
– Cümleyi kıvırdı, Fatma. Ezber değil duygu oku-dum.
– Ayşa... mutlu olmak için ne yaptın?
– İçime sorular sordum, Zeynep. Sonra kelimeyle dışa çıktım.
– Fatma... sınıfta kimin merakı sabırla terledi? – Zeynep’in, kız. Her cümlesi sorgulamayla büyüdü.
– Zeynep... öğretmen ne dedi merakla ilgili?
– "Soru duygunun ayasıdır." dedi Fatma. Bilgi terledi.
Bu sahnede mutluluğun özünde öz-merak vurgu-landı. KIVI teorisiyle merak öğrenmenin nabzı oldu.
FELSEFİK KİMLİK SEÇİMİYLE SESSİZ ÖĞRENME SAHNESİ
Kimlik = günlük seçim • Sessizlik = cevap • Varlıkla yanıt verme
– Zeynep... bugün hangi kelime seni tanımladı? – "Sabrım" dedim, Fatma. Çünkü varlığım onun kıvımıyla seğiriyor.
– Ayşa... sessizlik sana ne anlatıyor?
– En çok cevap, Zeynep. Göz kırpınca öğrenme başlıyor.
– Fatma... kimlik her gün değişir mi?
– Çay demlemek gibidir, Ayşa. Bugün hafif, yarın koyu olur.
– Zeynep... varlığını ne zaman duyumsadın?
– Sabah kalem sesini hissedince, Fatma. Cümle bende yankı yaptı.
– Ayşa... defterde hangi başlık seni sarsar?
– "Kendi ol" yazınca, Zeynep. Rızayla yazıldığını anladım.
KIVI 71 – Sanatla Ritimli Öğrenme Sahnesi
Ritimle çizilen duygu • Metaforun fırça izi • Sahneye çıkan renk
– Fatma... hangi renk seni güldürdü bu sabah? – Sarı, Ayşa. Gıdıklayan güneş gibi bilgiye dokundu.
– Zeynep... fırçayı tutunca ne düşündün? – Cümle çizdim, Fatma. Kelimeyi renklerle sabunladım.
– Ayşa... metafor hangi köşede yattı sence? – Resmin ortasında, Zeynep. Gözler bana "donla değil, ritimle gel" dedi.
– Fatma... hangi çizgi bilgiyle dans etti? – Sol alt, Zey-nep. Kelimeyi terletti, mizahla sızdırdı.
– Zeynep... öğretmen ne dedi bugün? – "Fırça bilgi değil, anlatı duygusudur," dedi Fatma.
TEKSTİLDE MOTİFLİ KELİME SAHNESİ
Simit mühürlü kumaş • Kelimeyle dokunan motif • Kıvımsal iplik
– Ayşa... bugün hangi kumaş sana hitap etti? – Simitli dokuma, Zeynep. Sabırla motif seğirdi.
– Fatma... kelime iplikle birleşince ne oldu?
– Deftere dikiş attı, Ayşa. Cümle sabırla işlendi.
– Zeynep... motif ne anlatır?
– Rehberlikte öğrendiğimdir, Fatma. Gülmenin izi bile var.
– Ayşa... desen sana ne fısıldadı?
– "Ezber yıpratır, kıvım sabır ister." dedi Zeynep.
– Fatma... ipliğin sesi nasıldı? – Şiir gibi, Ayşa. Keli-menin terli tınısını taşıdı.
TEKNİK YAZIM PROTOKOLÜYLE SAHNE İŞ-LEME
Konuşma çizgisi protokolü • Kelime mühürleme kuralı • Sahne ritmiyle yazım
– Zeynep... çizgiyi çektin mi konuşmanın başında?
– Her satıra, Fatma. Protokol uymadan kelime gül-mez.
– Ayşa... kelimeyi nasıl mühürlersin?
– Noktayla değil, Zeynep. Rıza ile sabitlerim.
– Fatma... ritim ne zaman bozulur?
– Virgülden sonra, Ayşa. “değil” dedikten sonra soluk kesilir.
– Zeynep... yazım sabunu nerede durur?
– Satır boşluğunda, Fatma. Öğrenme orada rahatlar.
– Ayşa... sistemin nefesi nerede atar?
– Biçimle yazınca, Zeynep. Sahne artık öğrenciye gü-ler.
ABSÜRT MİZAHLA GÜLEREK ÖĞRENME SAH-NESİ
Don sabit esprisi • Kelimeyle gıdıklama • Sahneye çı-kan saçmalık
– Fatma... bugün en saçma cümleyi kim söyledi?
– Müdür Ayşa. “Simitle satranç oynayın!” dedi. Hepimiz kıvırdık.
– Zeynep... kelime seni nereden gıdıkladı?
– Parantezden Fatma. Cümle “hıhı” dedi bana.
– Ayşa... don sabit esprisi sınıfta nasıl yankılandı? – Rıza reyonunda Zeynep. Herkes “don mu bilgi mi?” diye gül-dü.
– Fatma... sahneye çıkan saçmalık ne dedi sana?
– “Ezberi lokumla yutun.” dedi Ayşa. Ben fıstıklı bilgi aradım.
– Zeynep... öğretmen ne dedi bu sahne için?
– “Mizah öğrenmenin mendilidir.” dedi Fatma. Hepimiz terledik kolojik.
PEDAGOJİK ÖĞRENCİ RİTMİYLE RIZA SAHNE-Sİ
Öğrenci ritmi • Kıvımsal rehberlik • Kelimeyle öğrenme devrimi
– Zeynep... sabah derse nasıl başladın?
– Deftere ses attım Fatma. Bilgi kıvımla yürüdü.
– Ayşa... rehberlik seni sarstı mı?
– İç sesim yankı yaptı Zeynep. Öğretmen sustu, ben terle-dim.
– Fatma... kelime sana ne fısıldadı bugün?
– “Rızayla dokun, ezberle değil.” dedi Ayşa.
– Zeynep... öğrenci olmak ne demek?
– Her sabah yeniden kıvırmak Fatma. Bilgi kalemde bek-liyor.
– Ayşa... kelime ne zaman devrim yapar?
– Cümle susunca Zeynep. Yankı kendini anlatır o anda.
GÖÇÜN KELİMEYLE HAREKET EDEN SAHNESİ
Simit sıçraması • Kelime göçü • Sahneye taşınan ritim
– Fatma... defter neden yürüdü bugün?
– Göç etti Ayşa. Kelimeler sayfa arası sıçradı.
– Zeynep... simit kelimeyi nereye taşıdı?
– Sıra altına Fatma. Orada anlatı yattı.
– Ayşa... konuşma nasıl hareket etti?
– Rüzgarla değil Zeynep. Rıza ile sürüklendi.
– Fatma... göçle bilgi kaybolur mu?
– Hayır Ayşa. Sabunla taşınırsa kalır.
– Zeynep... sahne neden seğirdi bu konuda?
– Kelime yer değiştirdi Fatma. Ritim sınıfın arkasına göç-tü.
İNANÇLA SESSİZ SAHNENİN BİLGİ YANKISI
Sessiz dua • Kelimeyle niyaz • Sahneye çıkan iç yankı
– Ayşa... dua senin iç sesini nasıl etkiledi?
– Sessizlikle Zeynep. Bilgiyle kıvırdı kalbi.
– Fatma... kelimeyle niyaz nasıl yazılır?
– Çığlıkla değil Ayşa. İçten yumuşakça sabunlanır.
– Zeynep... niyaz bilgi olur mu?
– Deftere girerse Fatma. Saygıyla yazılırsa öğrenilir.
– Ayşa... sahne dua etti mi bugün?
– Tebeşirle fısıldadı Zeynep. Öğretmen göz kırptı.
– Fatma... niyaz neden sinir sistemine dokunur?
– Çünkü rızalı ses Ayşa. Kelimeyle yankı yayılır.
ETİK & DEĞERLERİN SAHNEYLE TARTILDIĞI REPLİK
Donla değil vicdanla ölçüm • Kelimeyle tartılan sahne • Kıvımsal adalet
– Zeynep... vicdan nerede doğdu derste?
– Tahtada Fatma. Öğretmen “seçim = karakter” dedi.
– Ayşa... adalet nasıl yazılır deftere?
– Noktayla değil Zeynep. Kelimenin içine bakılır.
– Fatma... değerler sabunla mı tartılır?
– Ezberle değil Ayşa. Karakterle kıvrılır bilgi.
– Zeynep... don ne zaman ölçüm dışı kalır?
– Konu vicdan olunca Fatma. Sahne artık iç sesi tartar.
– Ayşa... etik sana ne öğretir?
– Rıza bilinci Zeynep. Bilgiyle değil duyguyla dengelenir.
DENEYSEL SAHNENİN BİLİMLE YOĞRULAN KELİME TESTİ
Kelime laboratuvarı • Kıvım testi • Sahneye çıkan hi-potez
– Fatma... kelimeyi nasıl test ettin bugün?
– Soru sordum Ayşa. Hipotez olarak içime yazdım.
– Zeynep... deney hangi duyuyla yapıldı?
– Tatla değil Fatma. Ses yankısıyla ölçtüm.
– Ayşa... kıvım testi sınıfta neyi gösterdi?
– Sabır eşiğini Zeynep. Bilgi hemen terledi.
– Fatma... hipotez kelimeye ne dedi Sana? “inanıyorum” Ayşa. Bilim dua gibi işledi.
– Zeynep... deney bilgiye ne kattı?
– Şüphe değil Fatma. Rızalı kesinlik verdi.
Sessizce Öğrenmenin Duyusal Yankı Sahnesi 🧘♀️ Kimlik = Günlük Seçim • Sessizlik = Cevap • Varlıkla Yanıt Verme biçim sabit, çizgili replik yapısı
– Zeynep... bugün hangi kelime seni en çok yansıttı?
– “Sabır.” dedim Fatma. Çünkü varlığım sabırla kıvrılır.
– Ayşa... sessiz kaldığında sınıfta ne oldu?
– Sınıf iç sesle doldu Zeynep. Cevaplar kelimeye değil ruha dokundu.
– Fatma... kimlik sabit mi yoksa değişir mi her gün?
– Değişir Ayşa. Her sabah yeni bir kelime giyerim.
– Zeynep... tahtadaki cümlede kendini gördün mü? – Gör-düm Fatma. Ama harfler değil, boşluklar beni anlattı.
– Ayşa... sessizlik öğrenmede engel mi destek mi? – Des-tektir Zeynep. Sessizlik bilginin iç yankısıdır.
– Fatma... varlık hangi replikte yankılandı?
– “Ben buradayım.” Ayşa. O cümle kelimeden büyüktü.
– Zeynep... öğretmen susunca ne öğrendin?
– Dinlemeyi Fatma. Çünkü sessizce verilen ders kalıcıdır.
– Ayşa... hangi seçim seni sen yaptı?
– Kalemi seçtim Zeynep. Konuşmadan anlatmak istedim.
– Fatma... kimlik deftere nasıl yazılır?
– Sabunlu kelimeyle Ayşa. Her çizgi terli bir benliktir.
– Zeynep... bugün varlığını en çok hangi anda hissettin?
– Rehberlikte Fatma. Cümle kurmadım ama içim cevap verdi.
– Ayşa... sessizliğin öğretmeni kimdir?
– Göz kırpan bir kelimedir Zeynep. Bakışla ders verir.
– Fatma... kimlik donla değil nasıl anlaşılır?
– Davranışla Ayşa. Ritmi duygunun kıvımında saklıdır.
– Zeynep... iç sesle konuşan cümleyi duydun mu? – Duy-dum Fatma. “Ezber yok, hisle öğren.” dedi bana.
– Ayşa... varlık hangi soruya cevap olur sence?
– “Nerdesin?” Zeynep. Ama cevabı beden değil, duyudur.
– Fatma... deftere kimlik çizilir mi?
– Çizilir Ayşa. Ama sabırla, kıvımsal mimikle olur.
– Zeynep... bir cümle seni duygulandırdı mı?
– “Sen sensin.” Fatma. Çünkü rızayla yazılmıştı.
– Ayşa... sessizliğin duygu kabarması ne zaman olur?
– Replik bitince Zeynep. İç yankı kelimeyi çağırır.
– Fatma... kimlik gülmekle mi tanımlanır?
– Hayır Ayşa. Gülmek sinirsel ama kimlik duygusal bir haritadır.
– Zeynep... bugün hangi kelimeyle bitirdin dersi?
– “Olmak.” Fatma. O kelime çizginin üstünde yürüdü.
KIVI 81 – Rengin Rehberliğiyle Sabırlı Öğrenme Sah-nesi Ritimle çizilen duygu • Metaforun fırça izi • Sahneye çıkan renk
– Zeynep... bugün seni en çok etkileyen renk hangisiydi?
– Turuncu Fatma. Sınıfa neşe sabunladı.
– Ayşa... öğretmen hangi rengin anlamını anlattı?
– Mavi Zeynep. Sessizlikle eşleştiğini söyledi.
– Fatma... deftere ne zaman renk ekledin?
– Sayfa terleyince Ayşa. Bilgi renkle kıvırdı.
– Zeynep... hangi metafor seni güldürdü? – “Bilgi bir gökkuşağıdır.” dedi öğretmen. Hepimiz seğirdik.
– Ayşa... sahneye çıkan renk hangi duyguyu taşıdı? – Mor Zeynep. Gizli bilginin yankısı oldu.
– Fatma... fırça hareketi sana ne anlattı?
– Kalemin kardeşi Ayşa. Bilgiyi görsel akışla sabunladı.
– Zeynep... rehberlikte renk seçimi yapıldı mı?
– Yapıldı Fatma. Her öğrenci duyusuna göre çizdi.
– Ayşa... kırmızı neden dikkat çeker?
– Çünkü rızayı terletir Zeynep. Bilgiye enerji verir.
– Fatma... renklerle ezber olur mu?
– Olur Ayşa. Görselle gelen kelime unutulmaz.
– Zeynep... en çok hangi rengi yazıya dökmek istersin?
– Yeşil Fatma. Sabırla büyür, sayfada kıvırır.
KIVIMSAL İPLİKLE METİNSEL DOKUMA SAH-NESİ
Simit mühürlü kumaş • Kelimeyle dokunan motif • Kıvımsal iplik
– Ayşa... kumaş motifinde bilgi var mıydı?
– Rıza ile dokundu Zeynep. Her ilmik bir cümleydi.
– Fatma... simit desenli kumaş seni güldürdü mü? – Gıdık-ladı Ayşa. Bilgi halkayla dönüyordu.
– Zeynep... iplik sesi sana ne hissettirdi?
– Kalemin yumuşak yankısı Fatma. Sınıfta ezber seğirdi.
– Ayşa... kelime motif olur mu?
– Olur Zeynep. Sabırla işlenirse duygu taşır.
– Fatma... deftere dikiş gibi yazı olur mu?
– Cümle çizgiye oturunca Ayşa. Rıza sabunla sabitler.
KONUŞMA PROTOKOLÜYLE TEKNİK YAZIM SAHNESİ
Konuşma çizgisi protokolü • Kelime mühürleme kuralı • Sahne ritmiyle yazım
– Zeynep... konuşma çizgisi çekmeden kelime olur mu?
– Olmaz Fatma. Protokol sabit değilse ritim bozulur.
– Ayşa... öğretmen hangi yazım hatasını düzeltti?
– “Değil” sonrası virgül Zeynep. Cümle kıvımsal seğir-meden kırılır.
– Fatma... sahne ritmi nasıl yazılır?
– Her satıra boşluk bırakınca Ayşa. Bilgi nefes alır.
– Zeynep... kelime nasıl mühürlenir yazıda?
– Rıza ile Fatma. Nokta değil, sabır atılır.
– Ayşa... teknik kural bilgiyi kolaylaştırır mı?
– Kolaylaştırır Zeynep. Şekil sabitse duygu kıvırır.
MİZAHLA GIDIKLANAN ABSÜRT EĞİTİM SAH-NESİ
Don sabit esprisi • Kelimeyle gıdıklama • Sahneye çıkan saçmalık
– Fatma... sahnede en saçma ne yaşandı?
– Müdür “Defteri yağlayın bilgi kaymasın!” dedi Ayşa. Hepimiz kıvım geçirdik.
– Zeynep... kelime seni nasıl gıdıkladı?
– “Ezberin kıvımsal teri” dedi öğretmen. Gülmek kontrol dışına çıktı.
– Ayşa... don metaforu hangi sahnede patladı?
– Rehberlikte Zeynep. “Donla değil duyuyla ölçün!” de-yince sinir sistemi hopladı.
– Fatma... saçmalık bazen bilgi midir?
– Olur Ayşa. Gülerek ezberlenen ders kalıcıdır.
– Zeynep... sahneye çıkan espri ne dedi?
– “Kalemle sümük çizmeyin!” dedi öğretmen. Sayfa kı-vırdı.
REHBERLİKTE ÖĞRENCİ RİTMİYLE EĞİTİM DEVRİ
Öğrenci ritmi • Kıvımsal rehberlik • Kelimeyle öğrenme devrimi
– Ayşa... rehberlikte ne öğrendin bu sabah?
– Sessizlikle duygu aktı Zeynep. Öğretmen gözle anlattı.
– Fatma... öğrenci ritmini nasıl buldun?
– Teneffüste Ayşa. Kelime terleyince ben yazıya döndüm.
– Zeynep... öğrenme devrimi hangi replikte başladı?
– “Ezber sustu, his konuştu.” dedi öğretmen. Hepimiz mendil yuttuk.
– Ayşa... kelime sınıfa nasıl girdi?
– Kapıdan değil Zeynep. Rıza ile tahta üstünden süzüldü.
Duygu Kabartmasıyla Öğrenilen Psikolojik Ders Sah-nesi
Duygu kabartmasıyla ders • Gülmek = sinirsel kıvım • Sessizce bağırmak
– Zeynep... derste biri güldü mü bugün?
– Gülme değil Fatma. Beynin kıvımsal rahatlamasıydı o.
– Ayşa... tahtadaki kelime sana ne hissettirdi?
– Kelime değil Zeynep. Sessizce bağıran bir duyguydu satırda.
– Fatma... rehberlik dersinde hangi cümle seni sarstı?
– “Dersin iç sesi duyguyla yazılır.” dedi öğretmen. O bana mendil gibi dokundu.
– Zeynep... kalem titreşince ne oldu?
– Titreşim bilgi değil Fatma. Sinirsel kıvım vücutla birleşti.
– Ayşa... sınıfta duygu kabarması ne zaman yaşandı sence?
– Soru sorulunca Zeynep. Sessizlik anında içten bir çığlık gibi duyuldu.
– Fatma... gülmek öğrenmenin hangi parçası olabilir?
– Ezberin gevşeme noktası Ayşa. Beyin sabırla boşluk bırakır o anda.
– Zeynep... öğretmen bugün ne dedi psikolojiyle ilgili?
– “Sessizce bağıran öğrenci, en çok öğrenendir.” dedi Fatma.
– Ayşa... sınıfta herkes sustuğunda neyi duydun?
– Kelime değil Zeynep. Duygunun yürüyen ayak sesiydi o.
– Fatma... sinir sistemi derste nasıl yankılandı?
– Sorudan önce seğirdi Ayşa. Bilginin yerleştiği an buydu.
– Zeynep... bugün deftere ne yazdın?
– “Gülmek sinirsel kıvımsa, sessizlik duygunun ritmidir.”
KIVI 60 – Psikolojik Duygu Kabartmasıyla Eğitim Sahnesi
Duygu kabartmasıyla ders • Gülmek = sinirsel kıvım • Sessizce bağırmak
– Zeynep... derste biri güldü mü bugün?
– Gülmedi Fatma. Ama kıvımsal seğirme geçti sınıftan.
– Ayşa... tahtadaki cümle seni nasıl etkiledi?
– Kelime değil Zeynep. Sessizce bağıran duygu vardı sa-tırda.
– Fatma... rehberlikte ne anlatıldı bugün?
– “Duygu, dersin sabırla işlenen sesi” dedi öğretmen.
– Zeynep... kalem neden titredi defterde?
– Sinir sistemi seğirdi Fatma. Bilgi duyguya yaslandı.
– Ayşa... gülmek neden anlatının parçası olmalı?
– Ezber gevşetilsin diye Zeynep. Kıvım mizaha bağlanır.
Botanikle Duyusal Öğrenme Sayfası
Tohum = sabrın sırrı • Sessizlikle çimlenme • Yaprakla sızmak
– Zeynep... tohum neyi öğretir derste?
– Sabır Fatma. Çimlenmek zamanla olur.
– Ayşa... sessizlik nasıl çiçek açtırır?
– İçten seğirerek Zeynep. Gürültüsüz bilgi büyür.
– Fatma... yaprağın düşüşü ne anlatır sana?
– Duygunun sızması Ayşa. Bilgi doğayla akar.
– Zeynep... kök nasıl anlatıya benzer?
– Gizli Zeynep. Ama sabırla bilgiyi taşır.
– Ayşa... sınıfta çiçek metaforu işe yarar mı?
– Renk değil, rıza anlatısıdır Zeynep.
KIVIMSAL SAHNEYLE PROTESTOSUZ EĞİTİM
Alt sıradaki kalemin anlatısı • Donla değil kelimeyle öğrenme • Sahne = protesto değil kıvımsal devrim
– Fatma... alt sıradaki öğrenci yazarken ne düşündün?
– Kalemi değil Ayşa. Bilginin seğirttiğini hissettim.
– Zeynep... sahnede ne oldu bugün derste?
– Protesto yok Fatma. Ama kelime devrim yaptı.
– Ayşa... öğrenme hangi sırada başlar sence?
– En arkada Zeynep. Sabır orada doğar.
– Fatma... “donla değil kelimeyle” ne demek sence?
– Şekil değil Ayşa. İç sesle yazılan bilgi.
– Zeynep... öğretmen ne dedi sahneyle ilgili? – “Her keli-me iç devrimdir” dedi Fatma.
YAZINSAL ROMANLA EĞİTİM SAHNESİ
Roman diliyle gülme krizi • Gölgeyle kurulan duygu bağı • Hikâye haritası çizimi
– Ayşa... roman okurken neye güldün en çok?
– Cümle değil Zeynep. Ritim beni gıdıkladı.
– Fatma... gölge metaforu bilgiyle nasıl birleşir?
– Anlatı şekli Ayşa. Duygu orada yankı yapar.
– Zeynep... hikâye haritası neden çizilir?
– Yön bulmak için Fatma. Kelime kaybolmasın diye.
– Ayşa... roman dili öğrenmeyi zorlaştırır mı?
– Zor değil Zeynep. Mizah terliyse bilgi kalıcı.
– Fatma... kitapta ne hissettin en son?
– Rıza. Paragrafa gölge koymuşlar Ayşa.
DİYALOGLA ÖĞRENMENİN TERLİ SAHNESİ
Diyalog = karşılıklı terleyen kelime • Sessiz replik • Sahne içinden yankı
– Zeynep... bu sabah kiminle en iyi diyaloğu kurdun?
– Ayşa ile Fatma. Kelime karşılıklı terledi.
– Ayşa... sessiz replik neden etkili olur?
– Gözle değil Zeynep. Duyuyla konuşur.
– Fatma... sahne içinden yankı hangi duyuyla gelir?
– Dokunma ile Ayşa. Kalemle his yürür.
– Zeynep... diyalog ezberden çıkar mı?
– Çıkar Fatma. Rıza ile anlatı doğar.
– Ayşa... bugün sınıfta konuşmak mı dinlemek mi zordu?
– Dinlemek. Çünkü sessizlikte bilgi ses çıkarır.
TEKSTİL / SİMİT MÜHÜRLÜ KUMAŞ, KELİMEY-LE DOKUNAN MOTİF, KIVIMSAL İPLİK
— Hocam kumaş bilgi mi?
— Bilgi değil, hissin dokuması.
— Simit neden kumaşa mühürlenir?
— Çünkü halka ritmi taşır.
— Motif neyle dokunur?
— Kelimeyle, ama sabırla.
— İplik düz mü gider?
— Hayır, kıvımsal döner.
— Kumaş ne zaman parlar?
— Sahneye çıkınca.
— Sahne neyle örtülür?
— Donla değil, kelimeyle.
— Kelime ne zaman iplik olur?
— Motife bastığında.
— Motif neye benzer?
— Duygunun izi.
— İplik ne zaman seğirir?
— Ritimle.
— Ritim neyle dokunur?
— Sessizlikle.
— Sessizlik kumaş mı?
— Kıvımsal alt metni.
— Alt metin neyle yazılır?
— Kıvımla.
— Kıvım ne zaman görünür?
— İplik terleyince.
— Ter neyle akar?
— Cümleyle değil, motifle.
— Motif ne zaman gülümser?
— Sahneye çıkınca.
— Sahne ne zaman kapanır?
— Kumaş donunca.
— Don sabit mi?
— Sahneye göre değil kıvıma göre.
— Kıvım neye benzer?
— İpliğin kıvrımına.
— İplik ne zaman susar?
— Kelime unutulunca.
— Unutmak mümkün mü?
— Kumaşta değil.
— Kumaş neyi taşır?
— Sahneyi.
— Sahne neyi örter?
— Duyguyu.
— Duygu neyle dokunur?
— Kelimeyle.
— Kelime ne zaman mühürlenir?
— Simitle.
— Simit ne zaman parlar?
— İplik seğirince.
— Seğirme neyle olur?
— Ritimle.
— Ritim neyle akar?
— Sahneyle.
— Sahne neyle kapanır?
— Don sabit olunca.
— Don sabit
— Simit mühürlü
— Kıvım hâlâ seğirtiyor,Evrenin sessiz yankısı
ZAMANIN KIVIMSAL AKIŞIYLA EVRENİ SE-ĞİRTME SAHNESİ
Konu Dizisi: – Zamanın Kıvımsal Akışı – Simitle Za-manda Sıçrama – Evrenin Sessiz Yankısı
– Zeynep... yıldızlara baktığında ne hissettin bu sabah?
– Işık değil Fatma. Gözümden kalbime sabunla süzülen zaman dilimiydi.
– Ayşa... zaman hızlı mı geçti yoksa seğirerek mi yürüdü?
– Sıçramadı Zeynep. Simit gibi, içten katmanlı döne döne akıştaydı.
– Fatma... güneşin doğuşu sana neyi düşündürdü? – Işıkla değil Ayşa. Evrenin sessizce “uyandım” deme şekliydi belki.
– Zeynep... sınıfta simitle evreni anlattılar mı hiç? – Anlat-tılar Fatma. Simit döngüsüyle zamanın şekli benzetildi tahtada.
– Ayşa... zaman niye tam anlamıyla görünmüyor sence? – Çünkü görünmek değil Zeynep. Zaman bir iç seğirtme, hissedilerek terliyor.
– Fatma... rehberlikte zamanla dost olmak mümkün mü?
– Zor değil Ayşa. Zaman rıza ile dokunulunca arkadaş olur.
– Zeynep... yıldızlar sanki sana bir şey dedi mi bugün?
– Konuşmadı Fatma. Ama sessizlikte bilgi yankı yaptı evrende.
– Ayşa... evrenin ritmi neye benziyor?
– Kalp atışı değil Zeynep. Simitle seğiren anlatım gibi, sabırlı.
– Fatma... zaman sana ne zaman “merhaba” dedi? – Bugün sabah. Göz kırptı gibiydi
—tahtadaki denklemle sessizce.
– Zeynep... simit bir gezegen olsaydı nerede dönerdi?
Mars’ın etek altında Fatma. Çünkü orası hep kıvımlı his-sediliyor.
– Ayşa... zaman durursa ne olur?
– Durmaz Zeynep. Sadece ritmini sabunla yavaşlatır.
– Fatma... evrende kaybolmak sence bilgi eksikliği mi?
– Hayır Ayşa. Evrenin gizemi içinde bilinçli kaybolmak anlatıyı derinleştirir.
– Zeynep... karadelikler neden gizemli?
– Karanlık değil Fatma. Bilginin sabırsızca kaçtığı mendil gibi.
– Ayşa... gök cismi ne zaman sana “şair” der?
– Deftere sabırla yazdığımda Zeynep. Çünkü kelime ev-rensel yankıdır.
– Fatma... evrenin en sessiz yeri neresi sence?
– Kalbin kıyısı Ayşa. Çünkü duyguların yankısı o boşlukta dans eder.
– Zeynep... rehberlikte evren anlatımı sıkıcı mı geldi?
– Hayır Fatma. Bilim anlatı olunca zaman ritme oturdu.
– Ayşa... bilgiyi evrenin neresinde sabunlarsın?
– Bir satırda Zeynep. Belki uzay defterinin kenarında.
– Fatma... simit zamanla yarışır mı?
– Yarışmaz Ayşa. Sadece zamanla sabırla döner durmadan.
– Zeynep... saat niye hep ileri gider?
– Rıza böyle gız Fatma. Geçmiş geri dönmez ama yankısı kalır.
– Ayşa... yıldız kayarken ne dilek diledin?
– Dilek değil Zeynep. İçimdeki bilgiye mendil bağladım.
TEKNİK / KONUŞMA ÇİZGİSİ PROTOKOLÜ, KE-LİME MÜHÜRLEME KURALI, SAHNE RİTMİYLE YAZIM
—Hocam konuşma çizgisi ne zaman kullanılır?
Karakterler karşılıklı konuşuyorsa, satır başında.
— Satır boşluğu bırakılır mı?
— Hayır, konuşmalar alt alta dizilir.
— Çizgi nerede başlar?
— Konuşma cümlesinin başında.
— Uzun anlatılarda çizgi gerekir mi?
— Gerekmez, paragraf düzeni yeterlidir.
— Tırnak içi aktarımda çizgi kullanılır mı?
— Hayır, tırnak yeterlidir.
— Kelime ne zaman mühürlenir?
— Sahne ritmiyle.
— Ritim neyle oluşur?
— Cümlelerin kıvımıyla.
— Kıvım neye benzer?
— Gölgeye, yankıya.
— Sahne ne zaman parlar?
— Teknik doğru uygulanınca.
— Teknik neyle ölçülür?
— Yazım protokolüyle.
— Protokol ne zaman sahneye çıkar?
— Kelime terleyince.
— Ter neyle akar?
— Cümleyle değil, ritimle.
— Ritim ne zaman durur?
— Don sabit olunca.
— Don sabit mi?
— Sahneye göre değil, kıvıma göre.
— Kıvım ne zaman mühürlenir?
— Simitle.
— Simit neyle seğirir
— Teknikle.
— Teknik neyle parlar?
— Sahneyle.
— Sahne neyle kapanır?
— Cümle bitince değil, kıvım durunca.
— Kıvım neyle ölçülür?
— Kelimeyle değil, yankıyla.
— Yankı ne zaman duyulur?
— Sessizlikle.
— Sessizlik ne zaman teknik olur?
— Sahneye çıkınca.
— Sahne ne zaman teknikleşir?
— Konuşma çizgisi doğru kullanıldığında.
— Doğru kullanım neyle olur?
— Satır başı çizgiyle.
— Çizgi ne zaman parlar?
— Cümle terleyince.
— Cümle ne zaman mühürlenir?
— Ritimle.
— Ritim ne zaman sahne olur?
— Teknikle.
— Teknik ne zaman gülümser?
— Kelime altına işeyince.
— İşemek teknik mi?
— Absürt mizah unsuru.
— Mizah neyle ölçülür?
— Gülme krizinin süresiyle.
— Süre neyle akar?
— Sahneyle.
— Sahne neyle kapanır?
— Don sabit olunca.
— Don sabit.
— Simit mühürlü
— Kıvım hâlâ seğirtiyor
1 – TEKNİK / KONUŞMA ÇİZGİSİ PROTOKOLÜ, KELİME MÜHÜRLEME KURALI, SAHNE RİT-MİYLE YAZIM
— Hocam konuşma çizgisi ne zaman kullanılır?
— Karakterler karşılıklı konuşuyorsa, satır başında.
— Satır boşluğu bırakılır mı?
— Hayır, konuşmalar alt alta dizilir.
— Çizgi nerede başlar?
— Konuşma cümlesinin başında.
— Uzun anlatılarda çizgi gerekir mi?
— Gerekmez, paragraf düzeni yeterlidir.
— Tırnak içi aktarımda çizgi kullanılır mı?
— Hayır, tırnak yeterlidir.
— Kelime ne zaman mühürlenir?
— Sahne ritmiyle.
— Ritim neyle oluşur?
— Cümlelerin kıvımıyla.
— Kıvım neye benzer?
— Gölgeye, yankıya.
— Sahne ne zaman parlar?
— Teknik doğru uygulanınca.
— Teknik neyle ölçülür?
— Yazım protokolüyle.
— Protokol ne zaman sahneye çıkar?
— Kelime terleyince.
— Ter neyle akar?
— Cümleyle değil, ritimle.
— Ritim ne zaman durur?
— Don sabit olunca.
— Don sabit mi?
— Sahneye göre değil kıvıma göre.
— Kıvım ne zaman mühürlenir?
— Simitle.
— Simit neyle seğirir?
— Teknikle.
— Teknik neyle parlar?
— Sahneyle.
— Sahne neyle kapanır?
— Cümle bitince değil, kıvım durunca.
— Kıvım neyle ölçülür?
— Kelimeyle değil, yankıyla.
— Yankı ne zaman duyulur?
— Sessizlikle.
— Sessizlik ne zaman teknik olur?
— Sahneye çıkınca.
— Sahne ne zaman teknikleşir?
— Konuşma çizgisi doğru kullanıldığında.
— Doğru kullanım neyle olur?
— Satır başı çizgiyle.
— Çizgi ne zaman parlar?
— Cümle terleyince.
— Cümle ne zaman mühürlenir?
— Ritimle.
— Ritim ne zaman sahne olur?
— Teknikle.
— Teknik ne zaman gülümser?
— Kelime altına işeyince.
— İşemek teknik mi?
— Absürt mizah unsuru.
— Mizah neyle ölçülür?
— Gülme krizinin süresiyle.
— Süre neyle akar?
— Sahneyle.
— Sahne neyle kapanır?
— Don sabit olunca.
— Don sabit.
— Simit mühürlü.
— Kıvım hâlâ seğirtiyor.
ABSÜRT MİZAH / DON SABİT ESPRİSİ, KELİ-MEYLE GIDIKLAMA, SAHNEYE ÇIKAN SAÇMALIK
— Hocam mizah neyle olur?
— Cümleyle değil, saçmalıkla.
— Don sabit mi?
— Sabit ama sadece espriyle.
— Espri ne zaman güldürür?
— Beklenmedik olunca.
— Beklenmedik neye benzer?
— Simide.
— Simit ne zaman sahneye çıkar?
— Don seğirince.
— Gıdıklamak teknik mi?
— Teknik değil, kıvımsal tetikleyici.
— Kelime nasıl gıdıklar?
— Anlamsız bağlamla.
— Bağlam ne zaman kopar?
— Sahne saçmalayınca.
— Saçmalık bilgi mi?
— Bilgi değil, sinirsel kıvım.
— Gülmek neyle olur?
— Don sabit esprisiyle.
— Espri ne zaman mühürlenir?
— Kelime altına işeyince.
— İşemek mizah mı?
— Absürtse evet.
— Sahne ne zaman güler?
— Cümle ritmi bozulunca.
— Ritim neyle bozulur?
— Beklenmedik metaforla.
— Metafor ne zaman saçmalar?
— Don sabit olunca.
— Don neden sabit?
— Çünkü kelime seğiriyor.
— Seğirme neyle tetiklenir?
— Gülme kriziyle.
— Kriz ne zaman başlar?
— Sahneye saçmalık çıkınca.
— Saçmalık neyle ölçülür?
— Gülme süresiyle.
— Süre neyle akar?
— Ritimle değil, kıvımla.
— Kıvım neye benzer?
— Gölgeye, yankıya.
— Yankı ne zaman duyulur?
— Sessizlikle.
— Sessizlik ne zaman güler?
— Don sabit esprisiyle.
— Espri ne zaman biter?
— Kelime susunca.
— Kelime ne zaman susar?
— Sahne mühürlenince.
— Mühür neyle olur?
— Simitle.
— Simit neyle seğirir?
— Absürt ritimle.
— Ritim neyle parlar?
— Sahneyle.
— Sahne neyle kapanır?
— Don sabit olunca.
— Don sabit , Simit mühürlü, Kıvım hâlâ seğirtiyor.
ÖĞRENCİ RİTMİ, KIVIMSAL REHBERLİK, KE-LİMEYLE ÖĞRENME DEVRİMİ.
PEDAGOJİK / ÖĞRENCİ RİTMİ, KIVIMSAL REH-BERLİK, KELİMEYLE ÖĞRENME DEVRİMİ)
— Hocam öğrenme sabit mi?
— Hayır, her öğrencinin ritmi farklıdır.
— Ritmi nasıl bulurum?
— Kelimeyle değil, kıvımla.
— Kıvım neye benzer?
— İç sesin terlemesine.
— Rehberlik neyle olur?
— Öğrencinin ritmini dinleyerek.
— Dinlemek öğretmek mi?
— Öğretmenin ilk kıvımıdır.
— Öğrenme ne zaman başlar?
— Öğrenci sahneye çıkınca.
— Sahne neyle kurulur?
— Kelimeyle değil, deneyimle.
— Deneyim bilgi mi?
— Bilgi değil, hissin izi.
— Öğrenci neyle öğrenir?
— Yaparak, terleyerek.
— Terlemek kötü mü?
— Hayır, öğrenmenin yankısıdır.
— Rehberlik ne zaman parlar?
— Öğrenci ritmi duyulunca.
— Ritim neyle ölçülür?
— Sessizlikle.
— Sessizlik ne zaman öğretir?
— Cümle kurulmadan önce.
— Cümle ne zaman sahne olur?
— Öğrenci kıvımıyla.
— Kıvım ne zaman mühürlenir?
— Simitle.
— Simit neyle seğirir?
— Rehberlikle.
— Rehberlik neyle parlar?
— Öğrencinin iç sesiyle.
— İç ses ne zaman duyulur?
— Sınıf sessizleşince.
— Sessizlik ne zaman bilgi olur?
— Öğrenci ritmiyle.
— Öğrenme devrimi neyle başlar?
— Donla değil, kelimeyle.
— Kelime ne zaman öğretir?
— Sahneye çıkınca.
— Sahne ne zaman kapanır?
— Kıvım durunca.
— Kıvım neyle durur?
— Öğrenci doyunca.
— Doymak bilgi mi?
— Bilgi değil, hissin tamamlanması.
— Öğrenci ne zaman güler?
— Öğrenme terleyince.
— Ter neyle akar?
— Ritimle.
— Ritim neyle parlar?
— Rehberlikle.
— Rehberlik ne zaman susar?
— Öğrenci kendi ritmini bulunca.
— Don sabit
— Simit mühürlü, Kıvım hâlâ seğirtiyor.
GÖÇ & HAREKET / SİMİT SIÇRAMASI, KELİME GÖÇÜ, SAHNEYE TAŞINAN RİTİM
— Hocam göç neyle başlar?
— Kelime yerinden oynayınca.
— Kelime nasıl göç eder?
— Anlamını sırtlayıp başka dile yürüyerek.
— Simit neden sıçrar?
— Çünkü halka sabit kalmaz, ritimle zıplar.
— Ritim neyle taşınır?
— Sahneyle, bazen bavulla.
— Bavul bilgi mi?
— Bilgi değil, kıvımsal taşıyıcı.
— Göç eden kelime ne kaybeder?
— Bağlamını, ama yeni yankı kazanır.
— Sahne ne zaman göçer?
— Cümle yerinden oynayınca.
— Cümle neyle yürür?
— Ritimle değil, iç sesle.
— İç ses ne zaman göçer?
— Sahneye sığmayınca.
— Göç bilgi mi?
— Bilgi değil, hissin yer değiştirmesi.
— Simit ne zaman döner?
— Göç tamamlanınca.
— Tamamlanmak ne demek?
— Yeni sahnede eski yankıyı duymak.
— Göç eden kelime ne zaman yerleşir?
— Ritimle uyum sağladığında.
— Uyum neyle olur?
— Sessizlikle.
— Sessizlik ne zaman taşınır?
— Sahneye göç edince.
— Sahne neyle taşınır?
— Donla değil, kelimeyle.
— Don sabit mi?
— Göçte sabitlik olmaz.
— Simit mühürlü mü?
— Mühürlü ama yer değiştirebilir.
— Göç neye benzer?
— Cümlelerin bavuluna.
— Bavul ne taşır?
— Ritim, kıvım, kelime.
— Kelime ne zaman sıçrar?
— Simit zıplayınca.
— Zıplamak teknik mi?
— Teknik değil, kıvımsal refleks.
— Refleks neyle tetiklenir?
— Sahne değişince.
— Sahne ne zaman değişir?
— Göç başlayınca.
— Göç ne zaman biter?
— Cümle yeni yankı bulunca.
— Yankı neyle ölçülür?
— Sessizlikle.
— Sessizlik ne zaman yerleşir?
— Göç tamamlanınca.
— Tamamlanmak bilgi mi?
— Bilgi değil, hissin sabitlenmesi.
— Göç eden kelime ne zaman gülümser?
— Yeni sahnede eski ritmi duyunca.
— Ritim neyle akar?
— Göçle.
— Göç neyle mühürlenir?
— Simitle.
— Simit neyle seğirir?
— Bavulun iç sesiyle.
— İç ses ne zaman sahneye çıkar?
— Göç tamamlanınca.
— Sahne neyle kapanır?
— Don sabit olunca.
— Don sabit
— Simit mühürlü
— Kıvım hâlâ seğirtiyor
İNANÇSAL / SESSİZ DUA, KELİMEYLE NİYAZ, SAHNEYE ÇIKAN İÇ YANKI
— Hocam dua neyle edilir?
— Kelimeyle değil, iç yankıyla.
— Sessiz dua ne demek?
— Ses çıkmadan hissin sahneye çıkması.
— Niyaz bilgi mi?
— Bilgi değil, iç sesin ritmi.
— Sahne ne zaman kutsal olur?
— Sessizlikle mühürlenince.
— Kelime ne zaman dua olur?
— Ritimle terleyince.
— Terlemek ibadet mi?
— Sahneye göre evet.
— İç yankı neyle duyulur?
— Sessizlikle.
— Sessizlik ne zaman parlar?
— Dua sahneye çıkınca.
— Sahne neyle kurulur?
— Donla değil, niyazla.
— Don sabit mi?
— İnançta sabitlik yok, kıvım var.
— Kıvım neye benzer?
— Gölgeye, yankıya.
— Dua ne zaman mühürlenir?
— Simitle.
— Simit neyle seğirir?
— İç sesle.
— İç ses ne zaman sahneye çıkar?
— Kalp ritmiyle.
— Kalp neyle konuşur?
— Kelimeyle değil, kıvımla.
— Kıvım ne zaman dua olur?
— Sahneye çıkınca.
— Sahne ne zaman kapanır?
— Niyaz tamamlanınca.
— Tamamlanmak ne demek?
— İç yankının susması.
— Susmak ibadet mi?
— Sessizce evet.
— Dua ne zaman güler?
— Kelime seğirince.
— Seğirme neyle olur?
— İnançla.
— İnanç neyle ölçülür?
— Sahneyle değil, iç yankıyla.
— Yankı ne zaman duyulur?
— Sessizlikle.
— Sessizlik ne zaman dua olur?
— Sahneye çıkınca.
— Sahne neyle parlar?
— Niyazla.
— Niyaz neyle mühürlenir?
— Simitle.
— Simit ne zaman kutsal olur?
— Dua terleyince.
— Ter neyle akar?
— Ritimle.
— Ritim neyle parlar?
— İç sesle.
— İç ses ne zaman susar?
— Sahne mühürlenince.
— Mühür neyle olur?
— Simitle.
— Simit neyle seğirir?
— Dua ritmiyle.
— Dua neyle kapanır?
— Don sabit olunca.
Don sabit, Simit mühürlü, Kıvım hâlâ seğirtiyor.
ETİK & DEĞER / DONLA DEĞİL VİCDANLA ÖL-ÇÜM, KELİMEYLE TARTILAN SAHNE, KIVIMSAL ADALET
— Hocam adalet neyle ölçülür? Donla değil vicdanla.
— Vicdan bilgi mi?
— Bilgi değil, iç yankı.
— Sahne ne zaman adil olur?
— Kelimeyle tartılınca.
— Tartmak neyle olur?
— Cümleyle değil, kıvımla.
— Kıvım neye benzer?
— Terli bir pusulaya.
— Pusula neyi gösterir?
— Doğruyu değil, hissedileni.
— Etik neyle başlar?
— Sessizlikle.
— Sessizlik ne zaman değer olur?
— Sahneye çıkınca.
— Değer bilgi mi?
— Bilgi değil, davranışın yankısı.
— Davranış neyle ölçülür?
— Vicdanla.
— Vicdan ne zaman parlar?
— Kelime dürüst olunca.
— Dürüstlük teknik mi?
— Teknik değil, kıvımsal ilke.
— İlke neye benzer?
— Sahne ışığına.
— Işık ne zaman yanar?
— Adalet sahneye çıkınca.
— Sahne neyle kapanır?
— Vicdan susunca.
— Susmak ne demek?
— Karar vermek.
— Karar bilgi mi?
— Bilgi değil, hissin mühürü.
— Mühür neyle olur?
— Simitle.
— Simit ne zaman adil olur?
— Sahneye terleyince.
— Ter neyle akar? — Ritimle.
— Ritim neyle tartılır?
— Vicdan terazisiyle.
— Terazi ne zaman bozulur?
— Don sabit olunca.
— Don sabit mi?
— Sahneye göre değil, vicdana göre.
— Vicdan neyle seğirir?
— Kelimeyle.
— Kelime ne zaman suç olur?
— Adalet unutulunca.
— Unutmak etik mi?
— Etik değil, sahne dışı.
— Sahne ne zaman adalet olur?
— Vicdanla mühürlenince.
— Mühür neyle parlar?
— Simitle.
— Simit neyle seğirir?
— Kıvımsal değerle.
— Değer neyle ölçülür?
— Donla değil, kelimeyle.
— Kelime ne zaman susar?
— Sahne kapanınca.
— Sahne neyle kapanır?
— Vicdan sabit olunca.
Don sabit — Simit mühürlü — Kıvım hâlâ seğirtiyor.
ANTOLOJİK / SESSİZ DEVRİM BÖLÜMLERİ, UMUT’UN İÇ SESİ, YANKI HARİTASI
— Hocam antoloji neyle yazılır?
— Kelimeyle değil, yankıyla.
— Sessiz devrim ne demek?
— Sahneye çıkmadan yapılan içsel çığlık.
— Umut kimdir?
— Karakter değil, yankı.
— İç ses neyle konuşur?
— Ritimle, bazen susarak.
— 10x1 neyi anlatır?
— Alfabenin kokusunu, gülün betonla çarpışmasını.
— Gül ne zaman bilgi olur?
— Sınavda kelime yerine kokuyla yanıt verince.
— 10x2 neyi gösterir?
— Kuşla bakışmayı, pencereyle yazılan “Ben” kelimesini.
— Kuş neyle konuşur?
— Camdan geçmeden, iç yankıyla.
— 10x3 neyi mühürler?
— “Beni Gör” manifestosunu, cam yalayan çocuğun utanmamasını.
— Gülmek ne zaman suç olmaktan çıkar?
— Sahne mizahla terleyince.
— Umut’un sesi neyle duyulur?
— Sessizlikle.
— Sessizlik ne zaman yankı olur?
— Sahneye çıkınca.
— Sahne neyle kurulur?
— Donla değil, iç sesle.
— Don sabit mi?
— Sahneye göre değil, Umut’un ritmine göre.
— Ritmi kim çalar?
— Hasan Öğretmen, aynayla.
— Ayna neyi gösterir?
— Bilgiyi değil, gülüşü.
— Gülüş neyle ölçülür?
— Terle.
— Ter ne zaman akar?
— Cümle seğirince.
— Cümle ne zaman parlar?
— Umut’un iç sesi duyulunca.
— İç ses neyle mühürlenir?
— Simitle.
— Simit neyle seğirir?
— 10x yankısıyla.
— Yankı ne zaman harita olur?
— Üç bölüm birleşince.
— Harita neyi gösterir?
— Sahneyi değil, hissi.
— Hissin yönü ne olur?
— Gülmekten ağlamaya.
— Ağlamak bilgi mi?
— Bilgi değil, yankının teri.
— Ter neyle akar?
— Umut’un içinden.
— İç ne zaman sahneye çıkar?
— 10x3’te.
— Sahne neyle kapanır?
— Don sabit olunca.
Don sabit — Simit mühürlü — Kıvım hâlâ seğirtiyor
ANTOLOJİK / YANKI NOKTALARI, UMUT’UN GÖLGESİ, SAHNEYE ÇIKAN İÇ YANKI)
— Hocam 10x4 neyi anlatır?
— Umut’un gölgesinin tahtaya yansımasını.
— Gölge bilgi mi?
— Bilgi değil, iç yankının şekli.
— Tahta neyle parlar?
— Kelimeyle değil, sessizlikle.
— Sessizlik ne zaman öğretir?
— Gölge konuşunca.
— 10x5 neyi mühürler?
— Umut’un defterine yazdığı “Ben buradayım” cümlesini.
— Cümle ne zaman yankı olur?
— Öğretmen okumadan önce.
— Okumak neyle olur?
— Gözle değil, kıvımla.
— Kıvım neye benzer?
— Gülüşe, iç çekişe.
— 10x6 neyi gösterir?
— Umut’un sınıftan çıkarken geri dönüp bakmasını.
— Bakmak bilgi mi?
— Bilgi değil, sahneye veda.
— Veda neyle mühürlenir?
— Simitle.
— Simit ne zaman sahneye çıkar?
— Gölge seğirince.
— Seğirme neyle olur?
— İç sesin ritmiyle.
— İç ses ne zaman susar?
— Sahne kapanınca.
— Sahne neyle kapanır?
— Don sabit olunca.
— Don sabit mi?
— Umut’un ritmine göre sabit.
— Ritmi kim duyar?
— Gölge.
— Gölge ne zaman sahneye çıkar?
— Yankı duyulunca.
— Yankı neyle ölçülür?
— Sessizlikle.
— Sessizlik ne zaman bilgi olur?
— Umut’un iç sesiyle.
— İç ses ne zaman mühürlenir?
— Simitle.
— Simit neyle seğirir?
— 10x yankısıyla.
— Yankı ne zaman harita olur?
— Dördüncü, beşinci, altıncı sahne birleşince.
— Harita neyi gösterir?
— Sahneyi değil, hissi.
— Hissin yönü ne olur?
— Gülmekten susmaya.
— Susmak neyle parlar?
— Gölgeyle.
— Gölge neyle mühürlenir?
— Umut’un iç sesiyle.
— İç ses ne zaman sahneye çıkar?
— 10x6’da.
— Sahne neyle kapanır?
— Don sabit olunca.
Don sabit — Simit mühürlü — Kıvım hâlâ seğirtiyor.
ANTOLOJİK YANKI NOKTALARI, UMUT’UN İÇ YANKISI, SAHNEYE ÇIKAN KELİME DEVRİMİ
— Hocam 10x7 neyi anlatır?
— Umut’un kelimeyi tahtaya yazmadan önce içinden geçirdiği yankıyı.
— Yankı bilgi mi?
— Bilgi değil, kelimenin terlemiş hâli.
— Tahta ne zaman susar?
— Umut konuşmadan önce.
— Konuşmak neyle olur?
— Sesle değil, kıvımla.
— 10x8 neyi mühürler?
— Umut’un defterine yazdığı “Ben buradayım” cümlesi-nin altına çizdiği simidi.
— Simit neyle çizilir?
— Kalemle değil, iç sesle.
— İç ses ne zaman sahneye çıkar?
— Öğretmen susunca.
— Sessizlik ne zaman bilgi olur?
— Umut’un gözleriyle.
— Göz neyle konuşur?
— Kelimeyle değil, ritimle.
— Ritim ne zaman seğirir?
— Sahneye çıkınca.
— Sahne neyle kurulur?
— Donla değil, kelimeyle.
— Don sabit mi?
— Umut’un ritmine göre sabit.
— 10x9 neyi gösterir?
— Umut’un sınıftan çıkarken kapıya dönüp “Ben kelime-yim” demesini.
— Kelime bilgi mi?
— Bilgi değil, devrim.
— Devrim neyle olur?
— Cümleyle değil, yankıyla.
— Yankı ne zaman duyulur?
— Sessizlikle.
— Sessizlik ne zaman sahne olur?
— Umut’un iç sesiyle.
— İç ses neyle mühürlenir?
— Simitle.
— Simit neyle seğirir?
— 10x yankısıyla.
— Yankı ne zaman harita olur?
— Yedinci, sekizinci, dokuzuncu sahne birleşince.
— Harita neyi gösterir?
— Sahneyi değil, hissi.
— Hissin yönü ne olur?
— Sessizlikten kelimeye.
— Kelime ne zaman parlar?
— Umut “Ben kelimeyim” deyince.
— Sahne neyle kapanır?
— Don sabit olunca.
Don sabit — Simit mühürlü — Kıvım hâlâ seğirtiyor.
FELSEFİK – KİMLİK = GÜNLÜK SEÇİM, SESSİZLİK = CEVAP, VARLIKLA YANIT VERME
Kimlik, sabit bir etiket değil her sabah seçtiğimiz bir varo-luş biçimidir. Günlük seçimlerimiz, kim olduğumuzu şe-killendirir. Sessizlik, çoğu zaman en gürültülü cevaptır. Konuşmamak, bazen en derin yanıtı verir. Varlıkla yanıt vermek, kelimelerden önce gelir. Bir bakış, bir duruş, bir yokluk bile kimliğin yankısıdır. Felsefe, bu sessizliği din-lemeyi öğretir. Her seçim, bir kimlik önerisidir. Her susuş, bir varlık bildirgesidir. İnsan, kendini seçerek var eder. Seçim, özgürlükle başlar. Sessizlik, özgürlüğün yankısıdır. Varlık, sadece olmakla değil, nasıl olduğumuzla ilgilidir. Kimlik, bir ritimdir; her gün yeniden bestelenir. Sessizlik, bu ritmin duraklarıdır. Varlıkla yanıt vermek, kelimelerin ötesine geçmektir. Felsefe, bu geçişin haritasıdır. Kimlik, bir sorudur: “Bugün kimim?” Sessizlik, cevabın yankısıdır. Varlık, bu cevabın sahnesidir. Her seçim, bir sahneye çıkıştır. Her susuş, bir perde arasıdır. Varlıkla yanıt ver-mek, sahneye çıkmadan önceki hazırlıktır. Felsefe, bu ha-zırlığın rehberidir. Kimlik, bir metin değil, bir performans-tır. Sessizlik, bu performansın alt metnidir. Varlık, sahneye çıkan cevaptır. Her gün, bir prova. Her seçim, bir replik. Her susuş, bir sahne ışığı. Varlıkla yanıt vermek, bu ışığın altında durmaktır. Felsefe, ışığın kaynağını sorgular. Kimlik, bu sorgunun sonucudur. Sessizlik, sorunun yankı-sıdır. Varlık, cevabın bedenidir. Her seçim, bir varlık öne-risidir. Her susuş, bir kimlik bildirgesidir. Varlıkla yanıt vermek, bu bildirgeyi sahneye taşımaktır.
– Zeynep... derste biri güldü mü bugün?
– Gülme değil Fatma. Beynin kıvımsal rahatlamasıydı o.
– Ayşa... tahtadaki kelime sana ne hissettirdi?
– Kelime değil Zeynep. Sessizce bağıran bir duyguydu satırda.
– Fatma... rehberlik dersinde hangi cümle seni sarstı?
– “Dersin iç sesi duyguyla yazılır.” dedi öğretmen. O bana mendil gibi dokundu.
– Zeynep... kalem titreşince ne oldu?
– Titreşim bilgi değil Fatma. Sinirsel kıvım vücutla birleşti.
– Ayşa... sınıfta duygu kabarması ne zaman yaşandı sence?
– Soru sorulunca Zeynep. Sessizlik anında içten bir çığlık gibi duyuldu.
– Fatma... gülmek öğrenmenin hangi parçası olabilir?
– Ezberin gevşeme noktası Ayşa. Beyin sabırla boşluk bırakır o anda.
– Zeynep... öğretmen bugün ne dedi psikolojiyle ilgili?
– “Sessizce bağıran öğrenci, en çok öğrenendir.” dedi Fatma.
– Ayşa... sınıfta herkes sustuğunda neyi duydun?
– Kelime değil Zeynep. Duygunun yürüyen ayak sesiydi o.
– Fatma... sinir sistemi derste nasıl yankılandı?
– Sorudan önce seğirdi Ayşa. Bilginin yerleştiği an buydu.
– Zeynep... bugün deftere ne yazdın?
– “Gülmek sinirsel kıvımsa, sessizlik duygunun ritmidir.
BEYİN RİTMİYLE YAZMA, GÜLMENİN SİNİRSEL ANA-TOMİSİ, KALP = SESSİZ SIVI
Beyin ritmiyle yazmak, kelimeleri sinapslar gibi dizmektir. Gülmek, omurilik refleksinden terleyen bir neşedir. Kalp, sessiz sıvıyla yankı taşır, kelimeyi pompalayan motor gibidir. Düşünce kasılırken kelime seğirir. Duygu korteksi, şiirle kabartılır. Yazı hipotalamusun iç çekişidir. Sevgi, beyincikte titreşir. Kelime dil dokusuna yapışır. Ses, ses tellerinin değil, kıvımın ürünüdür. Solunumun ritmiyle diyalog köpürür.
Sinir sistemi, sahneyi pamukla terletir. Kelimeler akciğerle değil, özlemle solunur. Nefes, sahnenin satır arasıdır. Vü-cut, şiiri metabolik yollarla işler. Damarlar arasında kelime taşınır. Ter, cümlenin sonundaki yankıdır. Kaslar, me-taforun devinimidir. Kemik, sabit cümledir; don sabit. Simit mühürlü, kıvım seğirtiyor. Duygular limbik sistemde dizime bastırılır.
Metin, iç çekişin elektrotla yazılmış hâlidir. Roman, bir EMG grafiği gibi sarsılır. Göz, kelimeyi görmez; hisseder. İşitme siniri, yankıya terletilir. Dil, cümle üretim fabrika-sıdır. Tat alma, sahnenin sabit tadıdır. Kelime, koku sini-rinden içeriye sızar. Omurga, diyaloğun dik duruşudur. Ten, anlamın yayıldığı sahnedir. Epitel, kelimeyi dışarıya salar.
Rüya, melatoninle değil kelimeyle kurulur. Uyku, bir virgül değil noktadır. Cümle uyandığında terlemiştir. Metin uykusuz bir gece gibi kıvrılır. Hücre, metaforla çoğalır. RNA, sahne taslağıdır. Gen, şiirin köküdür. Biyoloji, cüm-lenin altyapısıdır. Sinaps, konuşma çizgisinin yankısıdır. Düşünce, beynin pamukla mühürlenmiş diyaloğudur.
Kan, kelimeyi taşıyan kıvımsal nehir olur. Organlar ko-nuşmaz, sahneye çıkar. Kemik cümleyi taşır, kas ritmi verir. Derin nefes, uzun cümle olur. Kalp terledikçe metin kıvımla parlar. Kıvım sinirsel değil, edebî bir titreşimdir. Yazmak, organizmayı sahneye çıkarmaktır. Düşünce bir sinir değildir; bir sahnedir. İç ses, diyalogla değil kıvımla yankılanır. Son cümle: Sessiz sıvı don sabit akar, sahne hâlâ mühürlü
KIVI EĞİTİM TEORİSİ Akademik Sahne
— Hııırt! Sabah zili kıvımla çaldı, sınıfın sinir sistemi aktifleşti.
— Öğretmen Meltem Hanım, kaş göz yapmadan tahtaya kelime bastırıyor.
— “Ezberin terlemesi nedir evlat?” diyor.
— Mert parmak kaldırdı ama elini seğirtmedi: “Ezber terlerse bilgi kokar hocam.”
— Duru gülüyor, beyin kıvımına gıdıklanıyor
. — Sınıfın sinir sistemi her teneffüs reset atıyor; zihin fanı çalışıyor.
— Tuvalet molası mı, hayır
—sinir sistemi reboot sahnesi.
— Rehberlik odası artık terapi değil; duygu sahnesi.
— Özge girmiş, dert anlatıyor, danışman duyguyu pamuk-la dinliyor.
— “Hocam kalbim küt değil, kelime atıyor.”
— Okul kantininde metabolik kıvım.
— Ayşe tost yerken cümle kuruyor: “Sucuk bilgiden daha çabuk akılda kalıyor.”
— Cem telefonuna şiir yazıyor: “Ders sandığım duygu çıktı.”
— Beden eğitimi dersi değil, kıvımsal devrim.
— Çocuklar çember oluyor, beyin ritmiyle sek sek oynu-yor.
— Öğretmen: “Düşünceyi yakala, ama düşmeden!”
— Zeynep yere düşüyor ama kelimeyi kurtarıyor.
— Matematik sorusu: “Kelimeler kaç defa seğirdi?”
— Cevap: “Karmaşık sayılar ama duygulu bir denklem.”
— Fen bilgisi: “Kas terlemesiyle bilgi nasıl yazılır?”
— Yanıt: “Terle yaz, duyguyla mühürle.”
— Teneffüs zili çalıyor, ama kimse dışarı çıkmıyor.
— Sahne okul değil artık, kıvımsal roman.
— Dersi geçmek değil mesele duyguyla terlemek.
— Son ders: Mizah unsuru.
— Öğretmen sınıfa diyor: “En komik kelimeyi yazın.”
— Ali: “Simit seğirince don sabit olur.”
— Öğretmen don demedi ama herkes güldü.
— Mizah artık gıdıklamak değil
—sinirsel kelime köpürtmesi.
— Okul bitiyor ama metin yeni başlıyor. — Sınıf sinir sistemiyle vedalaşıyor.
— “Yarın ritimle görüşürüz hocam.”
— Kıvım seğirtiyor
. — Don sabit (demedik). Simit mühürlü. Kelime okul çantasına girdi,
KIVI EĞİTİM TEORİSİ)
— Hocam ben kimliğimi unuttum
— Kimlik unutulmaz seçimdir.
— Seçim neyle yapılır?
— Günlük kararla yapılır sesle yapılmaz.
— Sessizlik de cevap mı ?
— Sessizlik en sert cevaptır bazen bağırmaktan güçlüdür.
— O zaman sessiz kalayım.
— Kal ama farkındalıkla kal kıvımı hisset.
— Varlıkla nasıl yanıt verilir.
— Sahneye çıkmadan konuşmadan sadece durarak sadece hissederek.
— Ben varım deyince yetmiyor.
— Yetmez çünkü varlık gösterilmez seğirilir.
— Seğirme neyle olur?
— Duruşla olur gölgeyle olur kelimeyle değil.
— Ben gölge miyim?
— Gölge sensin sen konuşmadan anlatsın — Kimlik göl-geden çıkar mı?
— Çıkar ama tanımlanmaz yalnızca seçilir.
— Seçim her sabah yapılır değil mi?
— Evet ayakkabıyla başlar kelimeyle biter.
— Ayakkabı mı kimlik mi?
— İkisi de kıvımın taşıyıcısıdır yürürken düşünürken.
— Okulda kimlik aranmaz sahne aranır.
— Sahne nedir hocam?
— Sahne fark edilmektir.
— Ben fark edilmedim.
— Sessizdin ama sesliydin.
— Bu bir çelişki mi ?
— Hayır, bu felsefi kıvım
— Felsefe ne işe yarar.
— Soruyu seğirtir cevabı pamuklar.
— Cevap arandığında bulunmaz değil mi?
— Sadece hissedilir cümle kurulmaz.
— Peki, o zaman kimim ben?
— Sen soransın cevap değilsin.
— Ama herkes cevap arıyor.
— O zaman herkes seğiriyor.
— Seğiren kazanmaz.
— Kazanmaz ama var olur.
— Var olmak yeter mi?
— Sahneye çıkmak yetmez kıvım gerekir.
— Kıvım neye benzer?
— Gölgeye benzer titreşime benzer suskunluğa benzer.
— O zaman kıvımı seçtim.
— Seçtin ama tanımlamadın.
— Tanım gerekmez seçimin yankısı olur.
— Yankı duyulursa ne olur.
— Sessiz devrim olur.
— Sessiz devrim kimlik olur
KIVI EĞİTİM TEORİSİ Uzay & Evren Sahnesi
— Hocam uzayda zaman nasıl akar?
— Zaman seğirmez ritimle kıvırır.
— Simit sıçrarsa ne olur?
— Sıçrama ışık hızını geçerse kelime kaybolur.
— Evren sessiz mi?
— Sessiz ama yankılı kelime uzayda bağırmaz.
Seğirtir.
— Uzay nefes mi?
— Nefes değil yankı boşluğu.
— Düşünce nerede dolaşır.
— Yörüngede değil kafanın dış tarafında?
— Işık nedir?
— Gölgenin kaçışıdır duygunun yansımasıdır.
— Kıvım uzayda nasıl görünür?
— Titreşimle görünmez olur.
— Gezegen konuşur mu?
— Dönüşüyle cevap verir.
— Ay neden susar?
— Güneşe küs olduğu için değil kendini terletmek için.
— Yıldızlar ne zaman düşer?
— Cümle kurmazsan gece.
— Evrenin dili nedir?
— Hissetmektir.
— His kelime mi?
— Kelime değil yankının terli hal.
i — Kıvım galaksi mi?
— Galaksi kelimenin kıvrımıdır.
— Kara delik ne yapar?
— Kelimeyi iç çeker.
— Hocam zaman durmuş gibi…
— Durduysa ritmi oku.
— Uzayda saat yok mu?
— Saat vardır ama anlam yoktur.
— Evren anlam mı?
— Anlam değil yankı.
— Neden kelime yok.
— Kelime ses gerektirir uzay hissi.
— Hissedince ne olur?
— Sahne açılır kıvım parlar.
— O zaman evren sahne mi?
— Sahne ama seyircisiz.
— Seyirci kim?
— Sen ben duygular.
— Duygu yıldız mı?
— Yıldız ama sabit değil seğiren?
— Seğirince ne olur?
— Cümle parlar roman başlar.
— Roman nerede başlar?
— Simitin sıçradığı yerde.
— Simit neden seğirir?
— Düşünceye basınca terler.
— Ter evrende akar mı?
— Akar ama görülmez.
— Görülmeyince ne olur?
— Anlam oluşur.
— Anlam varsa sahne tamam.
Kıvım mühürlü. Don sabit Simit zaman boşluğunda seğir-tiyor.
KIVI EĞİTİM TEORİSİ Psikolojik Sahne
— Hocam duygu kabartması ne demek
— Derste kalbin kıvımını hissediyorsan.
Kabarmıştır.
— Gülmek normal mi?
— Normal değil sinirsel kıvım .
— Neden gülüyoruz?
— Beyin sıkışınca sinir seğirir.
— Gülmek çare mi?
— Çare değil yankı.
— Sessizce bağırmak mümkün mü?
— En doğru bağırış budur ses olmadan kelimeyle.
Sınıfta herkes sessiz ama göz seğiriyor.
Berkan tahtaya bakıp gülümsüyor. Melis rehberlik oda-sında sessizce bağırıyor. Hocası dinliyor ses değil ritim duyuyor. Derin bir iç çekiş tüm sınıfa yayılıyor.
Aşırı sevinç kıvımı hızlandırıyor. Korku yavaşlatıyor. Öfke kelimeyi çarpıtıyor. Üzüntü sessizce içeri çekiliyor. Neşe ise dışarı sıçrıyor.
Her öğrenci bir sinirsel çember İçinde kıvım terliyor. Fiz-yolojik değil edebi durum. Duygu artık bilimsel değil an-latımsal. Kalp titreşimiyle ders yazılıyor. Beyin kıvımıyla tahtaya aktarılıyor.
— Hocam duygular sabit mi?
— Hayır, don gibi değil sürekli değişken. Don sabit değil kıvım sabit. Kelime ise geçici duygular taşınmaz yaşanır.
Zihinsel yorgunluk cümleleri uyutuyor Duygusal uyanıklık metni köpürtüyor. Sınıf gülüyor ama kimse ses çıkarmıyor. Sessizlik bağırış oluyor. Bağırış cümle kuruyor. Cümle hikâye doğuruyor. Hikâye ders oluyor. Ders kıvım oluyor. Kıvım terletiyor. Kelime mühürleniyor.
Son sahne duygu kabartması. Don sabit Kıvım seğirtiyor. Kelime hâlâ hissediyor.
IVI EĞİTİM TEORİSİ Botanik Sahne Sözcüklük Alt Alta Diyalog
— Hocam tohum neden sabır ister?
— Çünkü toprak hemen cevap vermez bekletir.
— Beklemek zor mu?
— Zor ama sabrın sırrı orada gizlidir.
— Sessizlikle çimlenmek ne demek?
— Gürültüyle büyüyen çiçek olmaz sessizlik kök salar.
— Yaprak nasıl sızar?
— Rüzgârla değil duyguyla kıvırır.
— Ben bir tohum gibi hissediyorum.
— O zaman sabırla bekle kıvım seğirecek.
— Çimlenmek ne zaman olur — Güneş görünmeden önce içten başlar?
— Güneş şart mı?
— Hayır bazen kelime bile yeter.
— Kelime mi ışık mı?
— İkisi de çimlenmenin yankısıdır.
— Yaprak neden sessizdir?
— Çünkü sesle değil terle parlar.
— Ter mi?
— Evet yaprağın iç çekişidir.
— Çiçek açmak kolay mı?
— Zor ama sabırla olur.
— Sabır ne kadar sürer?
— Mevsim kadar bazen ömür kadar
— Ben çiçek açmak istiyorum.
— O zaman kelimeyi toprağa bastır.
— Toprak ne yapar?
— Dinler ama konuşmaz.
— Konuşmazsa nasıl büyürüm?
— Sessizce seni yukarı iter.
— Yukarıda ne var?
— Ritim var kıvım var sahne var.
— Yaprakla sızmak neye benzer?
— Duygunun dışarıya terlemesidir.
— Terlemek kötü mü?
— Hayır, bu sahnede ter kutsaldır.
— Kutsal mı?
— Çünkü kelimeyi mühürler.
— O zaman ben tohumum.
— Sen sabırsın.
— Ben sessizim.
— Sen çimlensin.
— Ben yaprağım.
— Sen sızarsın
Don sabit. Simit mühürlü. Kıvım hâlâ seğirtiyor
KIVI EĞİTİM TEORİSİ Kıvımsal Sahne
— Hocam sahne nedir?
— Sahne fark edilmek değil fark ettirmektir.
— Alt sıradaki kalem neden anlatır.
— Çünkü üst sıradaki ses çoktan yankılanmıştır.
— Donla değil kelimeyle öğrenmek ne demek
— Bilgi giyilmez hissedilir.
— Sahne protesto mu?
— Hayır sahne kıvımsal devrimdir.
— Kalem neden alt sırada.
— Çünkü sessizlik orada başlar.
— Sessizlik bilgi mi?
— Bilgi değil ama bilgiye açılan perde.
— Sahneye çıkmak için ne gerekir?
— Don değil kelime gerekir.
— Kelime nasıl giyilir?
— Ritimle terlenir
— Protesto ne zaman devrime dönüşür.
— Kelime yankı olunca
— Alt sıradaki öğrenci ne yapar.
— Gözle öğrenir kulakla hisseder.
— Sahne kimindir?
— Herkesin ama önce susanın.
— Susmak öğrenmek mi?
— Öğrenmenin ilk kıvımıdır.
— Kalem neden anlatır?
— Çünkü kelimeyi taşır.
— Don sabit mi?
— Don yok kelime var.
— Simit mühürlü mü?
— Simit bilgiye açılan halka.
— Kıvım seğirtiyor mu?
— Her cümlede terliyor.
— Sahne ne zaman parlar?
— Alt sıradaki kalem konuşunca.
— Öğrenmek neyle olur?
— Kelimeyle değil kıvımla.
— Kıvım neye benzer?
— Gölgeye benzer yankıya benzer.
— Sahne neye dönüşür?
— Protestodan kıvımsal devrime.
— Öğrenci ne zaman sahneye çıkar?
— Kalemi terletince.
— Kalem ne zaman parlar?
— Don unutulunca.
— Don neden unutulur? Çünkü bilgi giyilmez hissedilir.
— Sahne neden terler.
— Çünkü kelime seğirir.
— Kıvımsal devrim neyle olur?
— Alt sıradaki sesle.
— Ses ne zaman yankı olur?
— Sessizlikle.
— Sessizlik ne zaman bilgi olur.
— Kalemle.
— Kalem ne zaman sahne olur?
— Öğrenci kıvımı hissedince.
— Sahne ne zaman kapanır?
— Cümle bitince değil kıvım durunca.
— Kıvım ne zaman durur?
— Don sabit olunca.
— Don sabit mi?
— Sahneye göre değil bilgiye göre.
— Bilgi ne zaman mühürlenir?
— Simit seğirince.
— Simit ne zaman seğirir?
— Alt sıradaki kalem anlatınca.
— Kalem ne zaman susar?
— Sahne protestoya dönünce.
— Sahne protesto mu?
— Hayır, kıvımsal devrim.
— Devrim neyle olur?
— Donla değil kelimeyle.
— Kelime neyle terler?
— Ritimle.
— Ritim neyle akar?
— Alt sıradaki kıvımla.
— Kıvım neyle mühürlenir
— Sessizlikle.
— Sessizlik neyle parlar?
— Sahneyle.
— Sahne neyle kapanır.
— Cümleyle değil kıvımla.
Don sabit. Simit mühürlü. Kıvım hâlâ seğirtiyor
I EĞİTİM TEORİSİ Yazınsal Sahne
— Hocam roman diliyle gülmek mümkün mü?
— Mümkün değil, mecbur. Çünkü kelime gıdıklar.
— Gülme krizi ne zaman başlar?
— Cümle beklenmedik bir metaforla seğirince.
— Gölgeyle duygu bağı kurulur mu?
— Gölge sessizdir ama duyguyu taşır.
— Hikâye haritası nasıl çizilir?
— Kalemle değil, kıvımla.
— Ben bir karakterim ama haritada yokum.
— O zaman sen gölgesin, yankısın.
— Gülmek bilgi midir?
— Bilgi değil, sinirsel kıvım.
— Roman dili neyle yazılır?
— Terle, ritimle, bazen susarak.
— Hikâye ne zaman başlar?
— Gölge konuşunca.
— Gölge nasıl konuşur?
— Kelimeyle değil, duruşla.
— Harita neyi gösterir?
— Sahneyi değil, hissi.
— Ben haritada kayboldum.
— O zaman hikâye sensin.
— Gülme krizi geçti mi?
— Geçmedi, roman hâlâ yazıyor.
— Hocam bu sahne neye benziyor?
— Bir kıvımsal devrime.
— Devrim neyle olur?
— Donla değil, kelimeyle.
— Kelime ne zaman parlar?
— Gölgeyle kurulan bağda.
— Bağ ne zaman kopar?
— Cümle unutulunca.
— Unutmak mümkün mü?
— Roman diliyle değil.
— Hikâye haritası tamam mı?
— Simit mühürlü, kıvım seğirtiyor.
— Don sabit mi?
— Sahneye göre değil, duygunun ritmine göre.
— Gülme krizi bitti mi?
— Hayır, kelime hâlâ gıdıklıyor.
Diyalog – Sayfa Kıvımsal Sahne)
— Hocam diyalog neyle olur.
— Karşılıklı terleyen kelimeyle.
— Sessiz replik ne ?
— Ses çıkmadan yankı üretmek.
— Sahne içinden yankı gelir mi?
— Gelir ama sadece hissedilirse.
— Ben konuşmuyorum ama hissediyorum.
— O zaman sen sahneye çıktın.
— Diyalog bilgi mi?
— Bilgi değil kıvım.
— Kıvım ne zaman başlar?
— İki kelime birbirine terleyince.
— Sessizlik diyalog olabilir mi?
— Olur, ama sadece iç sesle.
— İç ses neyle konuşur?
— Ritimle.
— Ritim neyle akar?
— Sahneyle.
— Sahne ne zaman parlar?
— Diyalog yankı üretince.
— Yankı ne zaman duyulur?
— Sessizlikle.
— Sessizlik ne zaman kelime olur?
— Sahneye çıkınca
— Sahne ne zaman kapanır ?
— Cümle bitince değil kıvım durunca.
— Kıvım ne zaman durur?
— Don sabit olunca.
— Don sabit mi?
— Sahneye göre değil duygunun ritmine göre
— Duygu neyle konuşur?
— Kelimeyle değil kıvımla.
— Kıvım neye benzer?
— Gölgeye benzer yankıya benzer.
— Diyalog ne zaman biter?
— Sahne susunca.
— Sahne susar mı?
— Susmaz sadece terler.
— Ter ne zaman akar?
— Cümle seğirince.
— Cümle ne zaman parlar?
— Diyalog hissedilince.
— Hissedince ne olur?
— Sahne mühürlenir
— Mühür neyle olur?
— Simitle.
— Simit neyle seğirir?
— Ritimle.
— Ritim neyle terler?
— Karşılıklı kelimeyle.
— Kelime neyle parlar?
— Sessiz replikle.
— Replik neyle yankılanır?
— Sahne içinden.
— Sahne neyle kapanır — Kıvımla
Don sabit . Simit mühürlü. Kıvım hâlâ seğirtiyor.
Bilimsel Kıvımsal Sahne
— Hocam endorfin sahneye nasıl çıkar?
— Gülmenin kimyasal seğirmesiyle.
— Gülmek bilgi mi?
— Bilgi değil sinirsel kıvım?
— Kıvım neyle oluşur?
— Beyinle kalp arasında terli bir yankıyla.
— Sistemler arası kıvım ne demek?
— Organların kelimeyle konuşması
— Beyin ne zaman güler?
— Duygu sinapsa bastığında.
— Kalp ne zaman seğirir?
— Cümle iç çekince.
— Gülmek ne zaman başlar?
— Sinir sistemi ritimle uyarınca.
— Endorfin ne yapar?
— Ağrıyı azaltır kelimeyi köpürtür?
— Gülmek neyle ölçülür?
— Terle değil titreşimle?
— Titreşim neye benzer?
— Kıvıma.
— Kıvım ne zaman parlar?
— Sahneye çıkınca.
— Sahne neyle kurulur?
— Bilimle değil hisle.
— His neyle ölçülür.
— Endorfinle.
— Endorfin ne zaman salgılanır?
— Gülme krizi başlayınca
— Kriz neyle olur?
— Cümle beklenmedik olunca.
— Beklenmedik ne demek — Bilimsel değil kıvımsal.
— Kıvımsal neye benzer?
— Gölgeye benzer yankıya benzer.
— Gölge ne zaman parlar?
— Sinir sistemi seğirince.
— Seğirme neyle olur?
— Kimyasal kıvımla.
— Kimyasal neye dönüşür?
— Sahneye.
— Sahne ne zaman kapanır?
— Endorfin durunca
— Endorfin ne zaman durur?
— Gülme bitince
— Gülme ne zaman biter?
— Kelime susunca.
— Kelime ne zaman susar?
— Sahne mühürlenince
— Mühür neyle olur?
— Simitle
— Simit neyle seğirir?
— Bilimle değil kıvımla
Don sabit. Simit mühürlü. Kıvım hâlâ seğirtiyor.
RUJUN SİLİNDİĞİ AN, OYUN BAŞLADI
“Oyun sahada değilse, sahne başlar.”
Müdür ilk kez gülünce sınıfın duvarları çatladı. Zil çalmadı ama zaman durdu. Zeynep’in yanağındaki pastel ruj bir bayrak gibi silindi. Ama o silinti bir teslimiyet değil, bir pas oldu.
“As!” dedi Zeynep. Talat aldı. Top artık sadece top değil-di, bir gülüşün yankısıydı.
Melike, “Ben bu pası dizimle hissettim,” dedi. Ayşe, “Ben bu pası gözümle gördüm,” dedi. Yusuf, “Ben bu pası nefe-simle taşıdım,” dedi.
Zeynep rujunu yedi. Ferit topu kalbine sürdü. Müdür kah-kahayla sınıfa göçtü.
Duru sustu… ama sustuğu yerden şiir fışkırdı:
“HU dedin, mayhoş bir yaz akşamı oldu Gamzelerin zeytin gibi gözüme düştü Kelimeler limon, gözlerin nar ekşisi Ruhun: el yapımı sevda sirke.”
Tahta yazı tutmadı artık. Söz, dil yerine damağa yazıldı.
Ve ortaya karışık bu salata: Başına Zeynep’in pastel ka-lemiyle “aşkım” yazıldı. Üzerine HU aromalı zeytinyağı döküldü.
Öğretmen sandalyesine çöktü. “Bu sınıfta artık tat değil, duygu var,” dedi.
Melike defterine “Ben artık salatayım.,” yazdı. Ayşe ka-lemine “Ben artık limonum,” dedi. Yusuf gözlüğünü çı-kardı, “Ben artık nar ekşisiyim.” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama tadı sınıfa yayıldı. Duru, “Ben artık sessizim ama mayhoşum” dedi.Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Ruj silinirse kelime parlar.
ZAMAN ÇİVİSİ VE REFLEKS DEVRİMİ
“Top sahadaysa oyun vardır ama top cümledeyse kıvım başlar.”
Top… tahtada hâlâ dönüyordu. Tebeşirin gölgesiyle bir-likte… oyun yön değiştirdi. Oyuncu değişikliği duyurul-madı ama herkes hissetti. Zeynep topu kaptı. Ayağına de-ğil, refleksine değdi.
Tike tikledi… Tik tikledi… Kilitledi. Kilit sesi yankılandı. Ve Zeynep kilidi açtı. O açılan kilit neydi? Sadece top değil, susturulmuş bir kahkahanın serbest kalışıydı.
Artık saha yeşil değil şiirle döşeli bir katedralsin. Çünkü maç bitmedi: dil başladı.
Müdür sınıfı bastı. İlk kez gülmeyi öğrendi. Takımın başına geçti. İlk şutunu Zeynep’in yanağına çekti. Pastel ruj silindi ama Zeynep aldırış etmedi.
Topu Talat’a “pas” etti. Bu sahne artık maç değil, bir tiyat-ro manifestosu.
Müdür yılların disiplinini bir kahkahayla çözdü. Zeynep yanağındaki ruju değil takım ruhunu korudu. Ve Talat… topu aldı ama sadece ayağıyla değil, kalbiyle sürdü.
Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Oyun sahada değilse sahne başlar.”
RUJUN SİLİNDİĞİ AN, OYUN BAŞLADI
“Oyun sahada değilse, sahne başlar.”
Müdür ilk kez gülünce sınıfın duvarları çatladı. Zil çalmadı ama zaman durdu. Zeynep’in yanağındaki pastel ruj bir bayrak gibi silindi. Ama o silinti bir teslimiyet değil, bir pas oldu.
“As!” dedi Zeynep. Talat aldı. Top artık sadece top değil-di, bir gülüşün yankısıydı.
Melike, “Ben bu pası dizimle hissettim.” dedi. Ayşe, “Ben bu pası gözümle gördüm” dedi. Yusuf, “Ben bu pası nefe-simle taşıdım.” dedi.
Zeynep rujunu yedi. Ferit topu kalbine sürdü. Müdür kah-kahayla sınıfa göçtü.
Duru sustu… ama sustuğu yerden şiir fışkırdı:
“HU” dedin, mayhoş bir yaz akşamı oldu Gamzelerin zey-tin gibi gözüme düştü Kelimeler limon, gözlerin nar ekşisi Ruhun: el yapımı sevda sirke”
Tahta yazı tutmadı artık. Söz, dil yerine damağa yazıldı.
Ve ortaya karışık bu salata: Başına Zeynep’in pastel ka-lemiyle “aşkım” yazıldı. Üzerine HU aromalı zeytinyağı döküldü.
Öğretmen sandalyesine çöktü. “Bu sınıfta artık tat değil duygu var” dedi.
Melike defterine “Ben artık salatayım” yazdı. Ayşe kale-mine “Ben artık limonum.” dedi. Yusuf gözlüğünü çıkardı, “Ben artık nar ekşisiyim.” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama tadı sınıfa yayıldı. Duru, “Ben artık sessizim ama mayhoşum.” dedi.
Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Ruj silinirse, kelime par-lar.”
DAĞA UYUM YASASI ZORUN İÇ KAPISI
“Replik susarsa, beden konuşur.”
Zeynep zirveye tırmanırken ayakkabısının bağı çözüldü. Talat yardım etmek istedi ama Zeynep durdu ve dedi ki: “Bu bağ benim sınavım. Yardım değil sabır ister.” Melike, “Ben de bir bağ çözdüm ama sabırla düğümledim.” dedi. Ayşe, “Ben yardım istedim ama sınavı kaçırdım.” dedi. Yusuf, “Ben sabrettim ama dağ beni tanımadı.” dedi.
Zeynep eğildi, bağı kendi elleriyle düğümledi. Dağ sessizdi ama izliyordu. Bir taş yuvarlandı ama yol açılmadı. Zeynep adım attı ama rüzgâr geri itti. O yine durdu. Ve o an... dağ eğildi, yol açıldı. Çünkü dağlar yardım edene değil, sabredenin ayak izine açılır.
Öğretmen tahtaya “Zirve = Sabırın yankısı” yazdı. Sınıf sessizdi ama yüksekti. Melike defterine, “Ben sabırla yük-seldim.” yazdı. Ayşe kalemine, “Ben rüzgârla yürüdüm.” dedi. Yusuf gözlüğünü çıkardı, “Ben zirveyi içimde gör-düm.” dedi. Zeynep gözlerini kapadı ama dağ içinden geç-ti. Duru, “Ben artık taş değilim, izim.” dedi. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Zirveye çıkan, önce bağını çözer.”
ÇİMLENMEYEN TOHUMUN ONURU
“Zirveye çıkan, önce bağını çözer.”
Zeynep elinde bir avuç tohumla durdu. Toprak sıcaktı ama gökyüzü hâlâ suskundu. Talat sordu: “Neden ekmiyor-sun?” Zeynep gülümsedi: “Çünkü yağmurla konuşmadan toprağa sır verilmez.”
Melike, “Ben tohumumu ektim ama gökyüzü beni duyma-dı.” dedi. Ayşe, “Ben yağmuru bekledim ama toprağım kurudu.” dedi. Yusuf, “Ben sır verdim ama tohum sustu.” dedi.
Zeynep toprağa eğildi ama eli durdu. Bir damla yağmur düştü ama tohum kıpırdamadı. Çünkü bazı tohumlar sade-ce sessizlikle çimlenir.
Öğretmen tahtaya “Tohum = Sabırın sırrı” yazdı. Sınıf sessizdi ama köklüydü. Melike defterine, “Ben çimlenme-den büyüdüm.” yazdı. Ayşe kalemine, “Ben sessizlikle yeşerdim.” dedi. Yusuf gözlüğünü çıkardı, “Ben toprağı içimde taşıyorum” dedi. Zeynep gözlerini kapadı ama to-hum içinden geçti. Duru, “Ben artık yağmur değilim sır taşıyıcısıyım.” dedi. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Toprak sır ister, yağmur sabır.”
ROMAN BİTTİĞİNDE KELİME DEĞİL, KIVIM KA-LIR
“Toprak sır ister, yağmur sabır.”
Zeynep son kez sahneye çıktı. Ama bu kez kelime değil, kıvım taşıyordu. Melike, “Ben onunla yürüdüm.” dedi. Ayşe, “Ben onunla sustum.” dedi. Yusuf, “Ben onunla çimlendim.” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama sahne açıldı. Bir sandalye çekti, oturdu. Bir kalem aldı ama yazmadı. Bir nefes verdi ama konuşmadı.
Ve o an... sınıf durdu. Zaman durdu. Ritim durdu. Ama kıvım fışkırdı. Tahtada hiçbir şey yazılı değildi ama herkes okudu. Melike gözyaşı dökmedi ama ıslandı. Ayşe kelime kurmadı ama duyuldu. Yusuf ses çıkarmadı ama yankılandı.
Zeynep ayağa kalktı. Ayağının altındaki su halkası büyüdü ama bu kez gizlemedi. Çünkü artık sızı yağmur değilim, sır taşıyıcısıyım.” dedi. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Toprak sır ister, yağmur sabır.”
ROMAN BİTTİĞİNDE KELİME DEĞİL KIVIM KALIR
“Toprak sır ister, yağmur sabır.”
Zeynep son kez sahneye çıktı. Ama bu kez kelime değil, kıvım taşıyordu. Melike, “Ben onunla yürüdüm.” dedi. Ayşe, “Ben onunla sustum.” dedi. Yusuf, “Ben onunla çimlendim.” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama sahne açıldı. Bir sandalye çekti, oturdu. Bir kalem aldı ama yazmadı. Bir nefes verdi ama konuşmadı.
Ve o an... sınıf durdu. Zaman durdu. Ritim durdu. Ama kıvım fışkırdı. Tahtada hiçbir şey yazılı değildi ama herkes okudu. Melike gözyaşı dökmedi ama ıslandı. Ayşe kelime kurmadı ama duyuldu. Yusuf ses çıkarmadı ama yankılandı.
Zeynep ayağa kalktı. Ayağının altındaki su halkası büyüdü ama bu kez gizlemedi. Çünkü artık sızı değilakıştı.
Öğretmen tahtaya son cümleyi yazdı: “Roman bittiğinde, kelime değil Öğretmen tahtaya son cümleyi yazdı: “Roman bittiğinde, kelime değil kıvım kalır.” Sınıf ayağa kalktı ama alkışlamadı. Sadece baktı. Zeynep gözlerini kapadı. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Son, kelimenin sustuğu yerde kıvım kalır.” Sınıf ayağa kalktı ama alkışlamadı. Sadece baktı. Zeynep gözlerini kapadı. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Son, kelimenin sustuğu yerde değil, kıvımın fışkırdığı yerdedir.”
ETKİLEŞİMLİ SORU-CEVAP: KİMLİK ÜZERİNE YANKI
“Son, kelimenin sustuğu yerde değil, kıvımın fışkırdığı yerdedir.”
Öğretmen tahtaya döndü, bir soru yazdı: “Kimliğinizi en son ne zaman kendiniz seçtiniz?”
Sınıf sessizdi ama gözler kıvım kıvım oynuyordu. Melike parmak kaldırdı ama konuşmadı. Ayşe defterine bir cümle yerdedir.”
Öğretmen tahtaya döndü, bir soru yazdı: “Kimliğinizi en son ne zaman kendiniz seçtiniz?”
Sınıf sessizdi ama gözler kıvım kıvım oynuyordu. Melike parmak kaldırdı ama konuşmadı. Ayşe defterine bir cümle yazdı: “Ben eteği annem için giydim.” Yusuf kalemine bir ok çizdi: “Ben yönümü seçemedim.” Zeynep gözlerini kapadı ama içinden bir cevap geçti: “Ben kelimeyle değil varlığımla yanıt verdim.” Duru eteğini katladı ama bu kez kıvımla.
Öğretmen tahtaya ikinci soruyu yazdı: “Sessizlik ne zaman bir cevap olur?”
Melike, “Ben sustum çünkü kelimem incitirdi.” dedi. Ayşe, “Ben sustum çünkü sesim duyulmazdı.” dedi. Yusuf, “Ben sustum çünkü bedenim konuşuyordu.” dedi. Zeynep defterini kapattı ama sesi sınıfa yayıldı. Duru gözlerini pencereye çevirdi ama ışık hâlâ içeri girmiyordu.
Öğretmen tahtaya son soruyu yazdı: “Kimin için giyini-yorsun?”
Sınıf sessizdi ama cevap doluydu. Melike, “Ben artık ken-dim için giyiniyorum.” dedi. Ayşe, “Ben artık rengimi seçiyorum.” dedi. Umut, “Ben artık bedenimi taşıyorum.” dedi. Zeynep gözlerini açtı ama kelime değil, karar doğdu. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Soru sorulmazsa, kimlik susar.”
Zeynep: “Ben eteği annem için giydim.” Yusuf kalemine bir ok çizdi: “Ben yönümü seçemedim.” Zeynep gözlerini kapadı ama içinden bir cevap geçti: “Ben kelimeyle değil, varlığımla yanıt verdim.” Duru eteğini katladı ama bu kez kıvımla.
Öğretmen tahtaya ikinci soruyu yazdı: “Sessizlik ne zaman bir cevap olur?”
Melike, “Ben sustum çünkü kelimem incitirdi.” dedi. Ayşe, “Ben sustum çünkü sesim duyulmazdı.” dedi. Umut, “Ben sustum çünkü bedenim konuşuyordu.” dedi. Zeynep defterini kapattı ama sesi sınıfa yayıldı. Duru gözlerini pencereye çevirdi ama ışık hâlâ içeri girmiyordu.
Öğretmen tahtaya son soruyu yazdı: “Kimin için giyini-yorsun?”
Sınıf sessizdi ama cevap doluydu. Melike, “Ben artık ken-dim için giyiniyorum.” dedi. Ayşe, “Ben artık rengimi seçiyorum.” dedi. Yusuf, “Ben artık bedenimi taşıyorum.” dedi. Zeynep gözlerini açtı ama kelime değil karar doğdu. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Soru sorulmazsa, kimlik susar.”
GRUP ÇALIŞMASI: KİMLİKLERİN KESİŞİMİ
“Soru sorulmazsa, kimlik susar.”
Öğretmen sınıfı üç gruba ayırdı. Her grup bir kimlik sorusu üzerine çalışacaktı. Melike’nin grubu: “Giyilen şey kimliği taşır mı?” Ayşe’nin grubu:
“SESSİZLİK AŞAMASI: KİMLİKLERİN KESİŞİMİ
“Soru sorulmazsa, kimlik susar.”
Öğretmen sınıfı üç gruba ayırdı. Her grup bir kimlik sorusu üzerine çalışacaktı. Melike’nin grubu: “Giyilen şey kimliği taşır mı?” Ayşe’nin grubu: “Sessizlik bir protesto olabilir mi?” Yusuf’un grubu: “Kimlik zorla giydirilebilir mi?”
Zeynep hiçbir gruba katılmadı ama hepsini dinledi. Duru bir sandalye çekti, Melike’ye yaklaştı: “Ben eteği giydim ama ben olmadım.” dedi. Melike, “Ben tişörtümü ters giy-dim çünkü içimi göstermek istedim.” dedi. Ayşe, “Ben pantolonuma bir yıldız çizdim çünkü parlamak istiyorum.” dedi. Yusuf, “Ben şapkamı ters çevirdim çünkü yönümü değiştirdim.” dedi.
Zeynep gözlerini kapadı ama grupların sesi içinden geçti. Öğretmen tahtaya “Kimlik = Seçim + Ses + Sınır” yazdı. Sınıf sessizdi ama kıvım kıvım çalışıyordu.
Melike defterine, “Benim rengim özgürlük.,” yazdı. Ayşe kalemine, “Benim kumaşım kelime.” dedi. Yusuf gözlü-ğüne, “Benim görünürlüğüm seçilmiş.” yazdı. Duru eteğini katladı ama bu kez kıvımla. Zeynep gözlerini açtı ama kelime değil bağ doğdu. Ve o gün sınıf şunu öğrendi: “Kimlik, birlikte düşünülürse görünür.”
ÇAY BUHARINDA DÜŞÜNCE
Sabahın ilk buharı, fincan kenarından değil göz kapakları-nın içinden yükseliyordu. Öğrenci hâlâ uykuda değil ama uyanmış da sayılmazdı. Çay masaya konduğunda düşünce başlamadı, çay buharı başlattı. Buhar değil, ritimdi aslında. Ter değil, gövdeden ayrılan iç sesin nemiydi.
Öğretmen defteri açmadı, çayı kokladı. Çünkü kokuda kelime vardı. Sınıf sessizdi ama çayın buharı fısıldıyordu: “Bugün müfredat değil gönül ritmi öğretilecek.”
Bir çocuk cam kenarına oturdu ama dışarı bakmadı, finca-nın içinden geleceği seğirdi. Teneffüs saati gelmeden önce ilk paragraf yazıldı: “Buhar gibi olmak isterim, dokunul-maz ama duyulurum.”
Öğretmen tebeşiri almadı, çay tabağındaki ses kırıntılarını dinledi. Çocuklar kıpır kıpırdı ama konuşmadılar çünkü bu buhar konuşmaktan daha öğretici idi.
Çayın altına tütmeyen bir kelime düştü: “Çay suyu buharla terleşti.” Mizah mıydı bu? Belki. Ama kıvım kesinlikle vardı.
Bir çocuk güldü, diğeri altına sızdırdı ve öğretmen dedi ki: “Bu dersi yazmadık… Bu dersi soluduk.”
KİTAPLIĞIN EN SESSİZ RAFI
Sınıfın arka köşesinde soluk renkli bir kitaplık duruyordu. Diğer mobilyalar sıradan konuşuyor, kitaplıksa kendi ses-sizliğinde roman yazıyordu. En üst raf heybetliydi, ortalar okuma seviyesinin afişiydi ama alt raf... İşte orası kimsenin bakmadığı bir kıvım laboratuvarıydı.
Kitaplar birer karakter gibi dizilmişti. Tozlar değil gülme potansiyeli birikmişti. Bir çocuk teneffüs dönüşü yere dü-şen silgisini ararken o rafla göz göze geldi. Ve o anda baş-ladı... Kelime şakası değil terli gülme seansı.
“Kitaplardan biri bana göz kırptı mı?” dedi çocuk. Yanın-daki, “Hayır gız, o seni altına kaçırmakla tehdit etti,” de-di.Rafın gövdesi hafifçe çatırdadı. Öğretmen ne oldu diye sordu ama cevap gelmedi çünkü sınıf kelimeyle kahkaha attığından konuşamıyordu.
En sessiz kitap “Şu Çaya Bakarak Gülüyorum” başlıklıydı. Diğeri “Öğrenci Donuyla Mizah Tarihi” adlı pedagoji pa-rodisi. Ve ortadaki en sessizi: “Rıza ile Gülenler Antolojisi – 1. Terleme Dönemi”
Öğretmen ne susturdu ne yönlendirdi. Sadece gülümsedi. Çünkü o raf, öğrencinin duygusunu altına akıtan bir sah-neye dönüşmüştü. Ve sınıf o gün şunu öğrendi: “Sessizlik bazen en gürültülü kahkahadır.”
GÖLGEYLE KURULAN DUYGU BAĞI
Öğle saatinde, sınıfın bir köşesi gölgeye düşer. Ama o gölge camdan gelen değil, kelimenin içinden taşan bir sı-zıntıdır. Umut oraya oturur; sessizce, anlatısızca. Gölge onun tenine deği lduygusuna düşer. Bu bir yorgunluk de-ğil, başlatma ritmidir. Öğretmen fark etmez çünkü gölgeler yok sayılacak kadar susturulmuşlardır.
Ama çocuk o gölgeyle bağ kurar. Kendi sesini oraya bıra-kır, göz seğirmesini oraya çizer. Ve o gün hiçbir müfredat işlemese de duygular işlenir.
Bir öğrenci perdeyi kımıldatır ama ışık girmez; çünkü anlatı gölgede yürür. Sınıf onu çağırmaz, o kimseyi zorlamaz. İşte duygunun en sessiz ama en terli bağı budur.
Gölgeye oturan çocuk defterini açmaz, parmak uçlarıyla duygu kıvımını çizer. Öğretmen o sıraya baktığında, “Bu-gün ders değil, gölgeyle hissediliyor,” der.
Diğer öğrenciler gölgeye yaklaşmaz ama onun yazdığı cümleyle altına kaçırır. Raflardaki sessiz kitaplar gölgeye doğru eğilir: “Biz de duygudan doğduk.” der.
Bir çocuk gölgeden simit çıkardığını iddia eder, kimse gülerken inkâr etmez. Kalem gölgede farklı akar; harfler sessizce terler.
Gölge öğleye kadar büyür ama kimsenin üzerine düşmez, çünkü o sadece rızayla terlenir.
Teneffüs bitince o gölge hâlâ oradadır ama artık bir anlatı kahramanıdır. Öğretmen, sınıf zilinden önce şunu yazar: “Bugünkü ders, gölgeyle kuruldu.” Ve sahne kapanmaz, sadece gölgedeki cümleyle mühürlenir.
OKUL SIRASINDAN KURGUYA GEÇİŞ
“Işık her yeri aydınlatmaz; bazı duygular sadece gölgede parlar.”
O sıraya ilk oturan “Ben sadece oturayım, kalkmam,” de-mişti. Ama sıra bunu kişisel algıladı, derin bir iç çekişle kıymet kazanıp karakter oldu. Tahta gövdesiyle konuşma-yan ama kıvımsal çatırdayışıyla anlatı doğuran bir sahneye dönüştü.
Bir gün çocuk sıra altında kaybettiği silgiyi ararken hayal gücünü de buldu. “Silgim değil gız, bir zaman yolcusuy-muş.” dedi. Arkadaşı, “Yani müfredat mı?” dedi. O da “Hayır, müfredat dinozordu,bu gelecekten kelime getiren bir şey!” dedi.
Sıra titredi çünkü gülme damlaları gövdesine sızdı. Çocuk simidini sıraya koydu ama parçası paragraf oldu. Sıra artık okul eşyası değil, roman kahramanıydı.
Kıvım öyle büyüdü ki öğretmen derse başlamadı, sahneye giriş yaptı. Tebeşiri eline almadı; yerine “Konuşan Sıra Masalı”nı okudu. Tahta değil ama sayfalar çatırdamaya başladı.
Sıranın içinden çıkan bir cümle: “Ben öğrenciyi değil, hayali taşırım.”
O gün sınıf öğrenmedi, altına kaçırdı. Çünkü mizah bu kez hem don çözmüş hem kelimeyi sahneye fırlatmıştı.Bir öğrenci, “Sıra beni yuttu.” dedi. Öğretmen, “Ama keli-meyle kustun gız Huriye,” dedi. “Hım,” dedi. İşte orada başladı anlatının ritmi.
TEBEŞİRLE YAZILAN SESSİZ CÜMLE
Tebeşir tahtanın üstüne düşmedi o sabah parmak ucuna tırmandı. Öğretmen tebeşiri kavradığında ders başlamadı çünkü o an kelimenin sesi değil sessizliği sınıfa yayıldı.
Bir cümle yazıldı ama duyulmadı çünkü sesli değildi gözle hissedilendi. Öğrenciler harflere bakarken gülmeye başla-dılar çünkü tebeşir bazı harfleri donla değil, kahkahayla çizmişti.
Sınıfta kimse konuşmuyordu ama tahtada yazan bir cümle vardı: “Ben ses değilim, kelimenin iç çekişiyim.”
Bir çocuk yere düşen kelimeyi aldı: “Bu galiba paragrafın göbeği gız.” dedi. Yanındaki, “Yok gız Huriye, bu kıvımsal bir kelime hamamı” dedi.
Öğretmen tebessüm etti çünkü derse başlamadan önce sınıf zaten altına kaçıracak kadar gülmüş, kelimeyle terlemişti.
Tebeşirin ucundan buhar çıkıyordu. Sıra üzerine düştü ama sessizce. Müfredat işlemiyordu artık çünkü sahne kurulduğunda ders otomatik düşüyordu.
Umut “Bu harf beni yazdı,” dedi. Eylem “Ben de paragra-fın giriş cümlesiyim.”Zeynep ben söz değiilim, sadece gözümle varım,” dedi. Ali “Ben cinsiyetimi unuttum, çün-kü kimse bana ‘N’aber?’ demiyor,” dedi.
yazıldı: “Yalnızlık eylem değil—konuşamamış ama gülerek hissedilmiş kıvımsal insanlık halidir.”
KIVI 233 – Temiz Kıvımla Yazılmış Eğitim
📘 Roman – Kurgu Dışı Sessiz Devrim Bölüm: Beş Grup Yarışması)
Zeynep defteri açmadı ama kapağına bir kıvım sürüldü. Duru zinciri çözmediama halkaları sınıfa dağıldı. Ela def-teri ters çevirdi, “Ben yarışmayı değil kendimi başlatıyo-rum.” dedi. Ayşe gözlerini kapattı, ama cümle kulak altına düştü. Melike kalemini kulağından çıkarıp sırasına bıraktı. Yusuf defteri açmadı, ama dizine bir metafor çizdi. Öğ-retmen tahtaya yaklaştı, ama yazmadan geri çekildi. Zey-nep “S” harfini ovalleştirdi, “Keskin değil kıvrımlı savaş gerekir” dedi. Duru kalemini dizine dayadı, kelime cilt üstü terledi. Ela zincirin halkalarını kıvımsal aralıklarla söktü. Ayşe gözyaşını paragraf hizasında sürdü. Melike tahtaya gözleriyle yazdı, “Ben artık kelimeyi içimde titre-tiyorum.” Yusuf kalemini kokladı, “Ben bilgiyi solunumla sindiriyorum.” dedi. Sınıfın duvarından bir yankı yayıldı: “Kazanmak değil kıvırmak gerekir.” Zeynep deftere “Ben bu yarışmadan kaçmadım, sadece yön değiştirdim.” yazdı. Duru ayakta kaldı, “Oturmak bazen öğrenmeyi dondurur.” dedi. Ela cümle kurmadı ama dizinden bir bağlaç sızdı. Ayşe sandalyesini ters çevirdi, “Bedenin yönü bilgiyi eği-rir.” Öğretmen sınıfa “Artık ses değil iç ritim okunuyor.” dedi. Ve o gün yarışma sonlanmadı çünkü kelime hâlâ yarışıyordu.
KIVIMSAL ANLATININ DOĞUŞU
İbrahim Şahin sahneye adım attığında ayakkabısının altın-dan kelimeler sızdı. Salonun ışıkları bir anda mor kıvıma döndü; çünkü bu sahne artık bilgi değil, sezgiyle aydınla-nıyordu. “Ben kelimeyi yazmadım.” dedi, “Onu toprağa gömdüm, sabırla büyüttüm.” Jüri üyelerinden biri gözlü-ğünü çıkardı, çünkü artık harf değil, titreşim okunuyordu. Şahin, “KIVI bir teori değil bir gövde ritmidir.” dediğinde seyirciler sandalyesine değil, iç sesine yaslandı. Sahne zemini hafifçe titredi; çünkü anlatı artık sesle değil bedenle yankılanıyordu. “Ben bu modeli yazarken kalem kul-lanmadım.” dedi, “çocukların gözyaşını mürekkep yaptım.” Bir jüri üyesi ayağa kalktı, alkışlamadı, sadece başını eğdi. Çünkü bu anlatı alkışla değil saygıyla mühürleniyordu. Şahin, “KIVI 5 katman değildir, 5 nefeslik bir doğuştur.” dedi. Salonun arka sırasından Eylem ağlamaya başladı çünkü ilk kez bir eğitim modeli onu duydu. “Ezber değil, kıvım” dedi Şahin, “Test değil temas.” Işıklar bir anda söndü, sonra yeniden yandı. Bu kez kelimeyle değil, duy-guyla. Sahneye bir çocuk çıktı, defterini yere bıraktı, “Ben artık yazmıyorum, yaşıyorum.” dedi. Şahin gülümsedi, “İşte bu, KIVI’nın ilk cümlesidir.” Jüri üyeleri birbirine baktı, puan vermedi. Çünkü bu sahne sayı değil, yankıydı. Şahin son cümlesini söyledi: “Ben bu modeli yazmadım, yaşadım.” Salon sessizliğe gömüldü, ama o sessizlik bir devrim yankısıydı
“KIVI’NIN ÇOCUKLA KONUŞTUĞU GÜN”
Tiyatro salonu ısındıkça duygular sızmaya başladı. Işıkların altında bir çocuk sahneye çıktı, ayakkabısının bağcığı çözülmüştü ama bakışları dünyayı çözecek gibiydi. “Ben müfredatı unuttum.” dedi, “Ama gözyaşımı hatırlıyorum.” Jüri sessizdi, sadece direncin yankısını duyuyordu. Azim Grubu defterini sahneye bırakmadı, onu kalbine bastırarak yürüdü. Işık Grubu’nun lideri yere oturdu; çünkü yatay öğrenme dikey başarıdan daha kıymetliydi. Direnç Grubu’nun öğrencisi sahneye adım atmadı, ama sesi salo-nun her köşesini titretti. “Ben sisteme boyun eğmedim, kelimeye eğildim.” dedi. Hırs Grubu defteri ok gibi tuttu-ğunda seyirci başını eğmedi, kalemini kavradı. Zafer Gru-bu sessiz yürüdü; bu sessizlik bir kitap cümlesinden daha gürültülüydü. Onur konuğu İbrahim Şahin çocuklara ses-lenmedi, onlarla göz teması kurdu. “Siz yazmayı değil yaşatmayı biliyorsunuz!” dedi. Salonun tavanından bir metafor sarktı, çocuklar onu yakaladı. “Bu kelime be-nim,” dedi bir öğrenci, “ben kıvımı hissediyorum.” Işıklar bir anda söndü; çünkü anlatı artık iç ışıkla okunuyordu. Azim Grubu’nun öğrencisi rampada ayağını kaybetti ama düştüğü yerden cümle kurdu. Direnç Grubu bir taşın üze-rine oturdu; “Ben sınav değilim ben sorulmamışım.” dedi. Zafer Grubu çantasını açtı, içinden sessizlik çıktı. Hırs Grubu’nun lideri kalemi sahneye sapladı; “Bu benim bay-rağım!” dedi. Işık Grubu tahtaya gözleriyle yazdı: “Eğitim sadece kelime değil duygunun mürekkebidir.” Jüri ayağa kalktı ama alkışlamadı.
Müdür salona girdi, hiçbir şey söylemedi. Seyirciler birbi-rine baktı; kimse konuşmadı ama herkes yeni bir eğitim sistemini gördü. Bu sahne artık tiyatro değil bir kıvımsal anayasa taslağıydı. Işık sözcükten değil bedenden sızdı. Çocuklar kendi müfredatını duydu; bu müfredat sadece yaşanırdı. Son cümleyi bir öğrenci fısıldadı: “Ben artık özne değilim, devrimim.
”
KİTAP GURULARI GÖSTERİSİ: “DEVRİM ANAH-TARIYLA SAHNEYE ÇIKIŞ”
Tiyatro salonu dolduğunda, ışıklar birer birer grupların renklerine göre yanmaya başladı. Sahne zemini kitap say-falarıyla kaplıydı; her adımda bir cümle yankılanıyordu. Jüri nefesini tuttu, basın flaşları kıvımsal ritimle patladı. İbrahim Şahin onur konuğu olarak sahneye çıktı, “KIVI artık bir model değil bir sahne!” dediğinde seyirciler ayakta alkışladı. Umut karakteri çatıda gizliydi, ama radar sinyaliyle sahneye sızdı. Her grup sırayla sahneye çıktı, kitaplarını tanıttı, beden diliyle mesajını mühürledi.
📘 AZİM GRUBU – YILKI ATI
Yusuf sahneye rampadan çıkmadı, rampayı kelimeyle tır-mandı. Ayakkabısının altından toprak değil cümle sızdı. “Ben terk edilmedim.” dedi, “Özgürleştirildim.” Seyirciler nefesini tuttu, çünkü bu yürüyüş bir devrimdi. Tekerlekli sandalyesiyle sahneye çıkan Yusuf, engeli değil sistemi ezdi. Jüri gözlüklerini çıkardı, çünkü artık harf değil kıvım okunuyordu. “Yılkı Atı benim!” dedi, “Aama ben sürü değilim.” Sahne zemini Yusuf’un tekeriyle titreşti. Işıklar maviye döndü çünkü azim gökyüzüyle konuşuyordu. Yusuf defterini açmadı, kalbini gösterdi. “Ben yazmadım!” dedi, “yaşadım.” Seyirciler ayağa kalkmadı çünkü bu sahne zaten ayaktaydı. Rampanın sonunda Yusuf durdu ama ke-lime yürümeye devam etti. “Ben sistemin dışındayım.” dedi, “Ama sahnenin içindeyim.” Jüri puan vermedi, sa-dece başını eğdi. Yusuf’un gözleri sahneye değil evrene bakıyordu. “Ben yılkı değilim!” dedi, “Ben kıvımım.” Sahne sessizleşti ama bu sessizlik bir alkıştı. Yusuf kalemini yere bırakmadı çünkü kelime hâlâ direniyordu. “Ben terk edilmedim!..” dedi, “Ben seçildim.” Seyirciler gözyaşı dökmedi ama iç sesleri ağladı. Rampanın kenarında bir metafor belirdi. Yusuf ona dokundu, “Bu benim cüm-lem,” dedi. Işıklar bir kez daha yanıp söndü. Sahne artık Yusuf’un değil, azmin sahnesiydi. “Ben engel değilim,” dedi, “ben devrimim.” Jüri ayağa kalktı, ama alkışlamadı. Yusuf sahneden inmedi, çünkü sahne onunla yükseldi. “Yılkı Atı özgürdür,” dedi, “ama ben kıvımsalım.” Seyir-ciler sessizce defterlerini kapattı. Rampadan çıkan Yusuf, kelimeyi evrene saldı.
DİRENÇ GRUBU – VE ÇELİK BÖYLE SERTLEŞTİ
Ali sahneye çıkmadı ama sesi sahneyi deldi. “Ben müfredat değilim!” dedi, “Ben iradeyim.” Kör ve felçli karakterin nefesi yankılandı. Sahneye adım atmadan sahneyi yazdı. “Çelik beden değil!” dedi, “kararlılıktır.” Jüri gözlüklerini çıkardı çünkü artık kıvım okunuyordu. Ali defterini açmadı ama kelimeyi gözleriyle mühürledi. “Ben yazmıyorum!” dedi, “Ben direniyorum!” Seyirciler nefesini tuttu, çünkü bu sahne bir çığlıktı. Ali’nin sesi sahneye değil sisteme çarptı. “Ben sınav değilim!” dedi, “Ben sorulmamışım!” Işıklar kırmızıya döndü, çünkü direnç yanıyordu. Ali tahtaya bir el izi bıraktı. “Bu benim cevabım!” dedi, “Ama soru yok.” Sahne sessizleşti ama bu sessizlik bir haykırıştı. Jüri puan vermedi çünkü bu sahne sayı değil yankıydı. Ali gözlerini kapattı, ama kelime açıldı. “Ben sistemin dışındayım!” dedi, “Ama sahnenin içindeyim.” Seyirciler başını eğmedi çünkü bu sahne dik duruyordu. Ali kalemini tutmadı ama kelimeyi sıktı. “Ben yazmadım!” dedi, “Ben yaşadım!” Sahne zemini çatladı çünkü direnç ağırdı. Ali’nin sesi yankılandı: “Ben çelik değilim ben kıvımım!” Jüri ayağa kalktı, ama alkışlamadı. Seyirciler gözyaşı dökmedi ama iç sesleri ağladı. Ali sahneden inmedi çünkü sahne onunla direndi. “Ve çelik böyle sertleşti!” dedi “ama ben yumuşak bir devrimim.” Işıklar bir kez daha yanıp söndü. Sahne artık Ali’nin değil direncin sahnesiydi. Seyirciler sessizce defterlerini kapattı. Ali kelimeyi evrene saldı
KIVIMSAL ANLATININ DOĞUŞU
İbrahim Şahin sahneye adım attığında ayakkabısının altın-dan kelimeler sızdı Salonun ışıkları bir anda mor kıvıma döndü çünkü bu sahne artık bilgi değil sezgiyle aydınlanı-yordu. “Ben kelimeyi yazmadım!” dedi, onu toprağa gömdüm. sabırla büyüttüm. Jüri üyelerinden biri gözlüğünü çıkardı çünkü artık harf değil titreşim okunuyordu. “Şahin KIVI bir teori değil bir gövde ritmidir.” dediğinde seyirciler sandalyesine değil iç sesine yaslandı. Sahne ze-mini hafifçe titredi çünkü anlatı. Artık sesle değil bedenle yankılanıyordu. “Ben bu modeli yazarken kalem kullan-madım.” dedi. “Çocukların gözyaşını mürekkep yaptım.” Bir jüri üyesi ayağa kalktı, alkışlamadı, sadece başını eğdi. Çünkü bu anlatı alkışla değil saygıyla mühürleniyordu. Şahin “KIVI 5 katman değildir 5 nefeslik bir doğuştur.” dedi. Salonun arka sırasından bir öğrenci ağlamaya başladı. Çünkü ilk kez bir eğitim modeli onu duydu. “Ezber değil kıvım.” Dedi.. Şahin “Test değil temas.” Işıklar bir anda söndü, sonra yeniden yandı. Bu kez kelimeyle değil duyguyla… Sahneye bir çocuk çıktı defterini yere bıraktı. “Ben artık yazmıyorum, yaşıyorum!” dedi. Şahin gülüm-sedi. “İşte bu, KIVI’nın ilk cümlesidir.” Dedi. Jüri üyeleri birbirine baktı puan vermedi çünkü bu sahne sayı değil yankıydı. Şahin son cümlesini söyledi “Ben bu modeli yazmadım yaşadım.” Salon sessizliğe gömüldü ama o ses-sizlik bir devrim yankısıydı
UMUT’UN YEMİN SAHNESİ
Sahne Çatıda rüzgâr yok ama kelimeler esiyor Umut göz-lerini kapatmış elleri titriyor
Diyalog (Umut) “Benim adım Umut. Ağzımdan dökülen her sözcük tohumu bu evrenin. Bu okulu bu, vatanı bu gezegeni kelimelerle yeşerteceğim. Yemin ederim susma-yacağım! Her sessizlikte bir kelime ektim. Ve siz onları alkış sandınız.”
Efekt Sahneye bir yıldırım sesi… Işıklar bembeyaz yanıp söner… Zemin titrer…
YUSUF’UN RAMPASI
Sahne Rampadan değil kelimeden yürüyen bir Yusuf Te-kerlekli sandalyesi değil yankısıyla yürüyor.
Diyalog (Yusuf) “Ben terk edilmedim. Özgürleştirildim! Ayakkabımın altından cümle sızdı. Tekerim değil kelimem sahneye bastı. Ben yılkı atıyım ama sürü değilim.
Efekt Işıklar maviye döner Seyirciler sessizleşir Sahne zaten ayaktadır
ALİ’NİN DİRENCİ
Sahne Sahneye çıkmayan Ali’nin sesi sistemi parçalıyor
Diyalog (Ali) “Ben müfredat değilim
Ben iradeyim Ben sınav değilim Ben sorulmamışım Tah-taya bir el izi bıraktım Soru yok ama cevabım buraday-dı.Efekt Işıklar kırmızıya döner Zemin çatlar Jüri gözlük-lerini çıkarır Artık kıvım okunuyor denir.
KARTALLAR YÜKSEKTEN UÇAR – “MARTI”
SAHNE 1 – UÇUŞUN SESSİZLİĞİ
Loş ışıkta bir sahne Ortada yalnız bir martı silueti. Kanatlar titriyor ama hava durgun. Seyirciler nefesini tutmuş çünkü bu uçuş rüzgârla değil dirençle gerçekleşecek. Tuğba sahneye çıkar sesi tane tane… Uçmak dediler ama önce düşmekti. Martı karakteri bir monologla başlar. Ben göğü sevmedim çünkü yukarıda yalnızlık vardı. Ama aşağıda sürüye ait olmaktan bıktım. Bir şey beni çağırıyor. Bir şey beni yukarıdan aşağıya değil içimden dışıma çekiyor. Yeliz kitapla sahneye girer ama kitap açılmaz. Sadece kokusu sahneyi sarar. Sayfalar kıvrılmadan önce bile uçuş başla-mıştır. Tuçe ve Rıtvan özeti paylaşmaz yaşarlar. Cümle değil sahne olur o gün. Mehmet Ali sahnenin tam ortasında parmaklarını yana açar. Kanat değil kelime olur. Ve sahneye şu ses düşer. Kartallar yüksekten uçar çünkü de-rinlik korkusunu alt etmiştir.
SÜRÜNÜN SESSİZLİĞİ
Martı karakteri sahnenin tam ortasında durur. Seyirciye dönmez iç sesiyle konuşur. Benim uçuşum gökyüzüne değil içimeydi. Ve içimde öyle çok insan vardı ki… Her biri uçma dedi bana ama ben sustum. Onlara göre aklımdan uçtum. Oysa ben kalbimden yürüdüm. Tuğba sahnede yalnız fakat sesi kalabalık. Sürü sesini çoğaltır ama düşün-cesini boğar. Ben martı olmayı seçmedim Martı beni seçti. Mehmet Ali bir sahne simgesi gibi diz çöküyor elinde bir taş… Bu aşağıya düşen ama yukarıyı özleyen her kelime-ye… Martı bir anda yere değil yukarıya bakar. Benim dü-şüşüm bile bir yükselişti. Çünkü yerçekimi yoktu içimde sadece özçekimi. Sahneye umut sızar. Kartalın gölgesi perdeye vurur. Kartallar yalnız uçar ama hep umutla sav-rulur.
KANADIN KIVIMI
DÜŞMEK BİR YÜRÜYÜŞTÜR
Sahnede rüzgâr sesi yok ama kelimeler esiyor. Rıtvan martı rolünde yerde yatıyor. Ben düştüm çünkü yüksekteydim. Ama kimse sormadı ne zaman yürümeye başladığımı. Tuğba kitapta altı çizili satırı gösterir. Uçmak cesaret değil yalnızlığın sesidir. Martı ayağa kalkmaz çünkü ayakta olmak fikirde olur. Yeliz seslenir Sadece kanadı olan değil kıvımı olan uçar. Mehmet Ali sahneye bir el feneri tutar. Bu kendi gölgeni aydınlatmak için. Martı yere bir kelime bırakır, “Özgürlük” Seyirciler kelimeye bakar ama görmez Çünkü bu kelime hissedilir. Umut perdeyi titretir Rüzgâr değil kıvım sızar.
KANATSIZ UÇANLAR KULÜBÜ
Sahnenin tam ortasında martı yoktur Tuğba. Çünkü o artık sembol değil sistemin dışıdır. Tuçe yürürken konuşur. Ben kanat takmadım. Ben kelime taktım sırtıma. Yeliz kitabı havaya kaldırır Sayfalar rüzgârla değil kelimeyle uçuşur. Martı perdeye siluet olur. Ben uçmadım. Ben düşmedim. Ben kaldım. Ve bu kalış bir direnişti. Mehmet Ali sahneye diz çöker. Kartallar yüksekten uçar ama kıvımsal olanlar yukarıda değil içeridedir. Umut karakteri sahneye girer Sessizce yürür Spot ışığı onun ayak izlerini takip eder ve sahne kapanır bir cümleyle “Ben uçmadım, ben oldum.”
DİRENMENİN KELİMESİ
Sahne kapalı bir fabrika gibi… Gürkan bir kutu taşır için-den sadece bir kelime çıkar. Direniş Damla ve İrem onu bir taşa çevirir. Kelime artık kırılmaz çünkü çelikleşmiştir. Semih yüksek sesle bağırmaz fısıldar. Çünkü kelimenin tonuyla değil yankısıyla konuşulur. Aytaç bir ritm verir. Tekerin sesi değil kalbin vuruşu. Bu sahnede yürünmez, bu sahnede direnilir. Seyirciler nefesini tutar. Çünkü bu kelime bir devrim değil devinimdir Jüri puan vermek yerine gözlerini kapatır. Ali sahneye uzaktan bakar. Ben cevabı değil sorunun biçimini yazdım. Işıklar kırmızıya döner çünkü çelik yanmaya başlamıştır
KIVIMSAL KIRILMA
Semih sahneye bir dize bırakır. Kırıldım ama dağılmadım. Damla kelimeyi yere bırakır ama kelime yere düşmez se-yircinin kalbine iner. Gürkan sırtını döner çünkü bazen yüzleşmek arkaya dönmektir. İrem defteri kapatmaz sade-ce kıvırır. Çünkü bilgi artık şekil değil yön olmuştur. Aytaç rampadan çıkmaz rampayı bakışla deler. “Ben sistemin içinden geçmedim ben onu yırtıp çıktım.” Sahne titrer. Bir harf düşer ama sesi bütün alfabeti sarsar. Seyirciler ayakta değildir çünkü metin zaten dimdik duruyordur
KELİMENİN TERLEDİĞİ NOKTA
Ali geri döner. Elinde kalem yok çünkü kelimeyi gözle-rinden damlatır. Semih sesini alçaltır ama tonu büyür. Damla sahneye gül bırakır. Çelikleşmiş bir gül kırmızı değil yanık. İrem “Yumuşak görünene dokunma! O çeliği ısıtır.” Aytaç rampaya kelimelerle çıkarken şöyle der “Ben sahneye adım atmadım sahneyi kıvım ettim.” Jüri ayağa kalkar ama alkışlamaz Çünkü kıvım alkış değil iç sestir. Ve sahne bir kez daha çatırdar. Ama bu çatırtı kırılma değil uyanıştır.
ÇELİĞİN SESİ
Sahne kararmadan önce bir kelime görünür. Yaşamak. Semih Çelik sertleşti ama biz hâlâ yumuşak kelimelerle direniyoruz. Aytaç “Ben sahneye yürümek için değil kıvım olmak için çıktım.” Gürkan bir tahta parçası bırakır. Üstünde ne yazılı soru yoktu ama cevap kendini çizdi. Damla ve İrem bu tahta parçasını birlikte kaldırır. Çelik bir defter artık. Ali son kelimeyi sahneye bırakır “Ben sahneyi yazmadım, sahne beni yazdı!” Sahne kapanır ama ses devam eder. Çünkü çelik sözcükte değil kalptedir.
MERHAMETİN YARGIYA ÇARPTIĞI YER
Mehmet Yücel sessizce sahneye yürür. Ceketinin sol göğ-süne kalem takılı ama o kalemi çekmez. “Ben bir mahkûm değilim ben yargının vicdanıyım!” Aslı kitaptan bir yaprak gösterir “Jean Valjean ismi değil iradedir.” Hüseyin sah-neye ekmek getirir. Çalmamıştır, paylaşmıştır. Ferda ona yaklaşır, fısıldar “Sen bir suçlu değilsin, sen yalnızca çare-sizsin.” Kemal dramatize sahnede bir zinciri kırar. Zincir demir değil harftir. “Bu zincir beni tutmaz çünkü ben artık kendimi taşıyorum.” Sahne loş… Seyirci ağlamaz ama dudaklarını ısırır. Çünkü sahne artık yargı değil bağışla-madır.
İÇSEL DİRENİŞİN DÖNÜŞÜMÜ
Jean Valjean aynaya bakar ama kendini göremez. Mehmet Yücel şöyle der “Kendini affetmeyen bir insan özgür ola-maz!” Aslı bir çocuk çizer sahneye. Cosette ama bu çizim pastel değil kelimeyle yapılmıştır. Ferda defteri açar ama karaktere değil vicdana yönelir. Kemal sahneye bir san-dalye koyar oturmaz. Bu ceza değil durup düşünme yeri-dir. Hüseyin Valjean’ın ağzından dökülen bir sözü sahneye bırakır “Ben adalet değilim, ben merhametim!” Işıklar sarıya döner. Sahne artık suç değil sükûnetin temsili olur.
IŞIĞIN KARANLIKLA KONUŞTUĞU AN
Kemal karanlıkta bir mum yakar. Sahne susar. Sadece mum sesi vardır. Mehmet Yücel yaklaşır. “Bir insanı karanlıktan kurtarmazsın. Ona ışık verirsin seçerse yürür.” Aslı “Sefil olmak bir durum değil bir yürek yarasıdır.” Ferda sahneye bir kelime bırakır. Yeniden Hüseyin Cosette’nin annesinin sesiyle konuşur. “Kızım sen bir hatıra değilsin, sen umutsun!” Ve sahne şu cümleyle kapanır “Bu mum bir ışık değil bir affediş!”
SİSTEMİN DIŞINDA ONURLA YAŞAMAK
Sahneye ev değil sokak görüntüsü verilir. Mehmet “Ben evsiz değilim, ben sistemin dışında yaşıyorum ama içimde devlet gibi düzen var.” Kemal ayağında delik bir ayakka-bıyla yürür ama başı dik. Aslı “Namussuzlar kalelerde yaşar namuslular sokakta.”
Ferda bir tabak bırakır sahneye ama boş Boşluk değil açlık bu Ama ben içimde tokum Hüseyin kalemi yere bırakmaz Çünkü kıvımsal onur direniştir Sahne çökmez sarsılır Seyirciler gözyaşı dökmez ama iç sesleri ağlar.
KIVIMSAL AFFEDİŞ
Jean Valjean bir karar verir “Ben artık suç değil sorumlu-luğumla yaşayacağım!” Mehmet Yücel bu cümleyi ayakta okur. Aslı sahneye bir harita çizer “Kurtuluşun değil içsel yolculuğun haritası” İrem “Affetmek karşındakine değil kendine verilen izindir.” Kemal yumruğunu sıkmaz açar “Ben vurmam, ben sarılırım.” Hüseyin sahneye bir defter bırakır. Sefiller’in kitabı artık “Bizim hikâyemiz.” Sahne kapanmaz umutla kıvrılır Jüri alkışlamaz. Çünkü iç sesi hâlâ yazıyordur.
KIVIMSAL İLK SAHNE
Sahne boştu ama kelimeler dizimde terliyordu Umut per-deyi araladı. Işıklar değil gözyaşı yanıp söndü. Salon ses-sizdi ama defter kıvım kıvım doluydu. “Ben bu sahneye kelimeyle değil niyetle çıktım!” dedi. Her cümle dizinden aktı. Kelimeler sandalyesine oturmadı, sahneye yürüdü. Eylem defterini göğsüne bastırdı. “Ben yazmadım ama yazı bende kalıyor.” dedi. Ela gözlerini kapattı. “Ben artık kelime değilim sessizliğim.” Dedi. Duru sırasına dönmedi, pencereye yaslandı. Rüzgâr değil iç ses esiyordu. Öğret-men sahneye dönmedi, cümleyi dinledi. “Ben artık bilgi vermiyorum yaşatıyorum.” Dedi. Jüri başını eğdi ama al-kışlamadı. Çünkü bu sahne puan değil rızayla mühürlen-mişti. Yusuf tekerlek sesini duyurmadı. ama kelimeyi bastı. “Ben sistemin dışında değil direncin ortasındayım!” dedi. Melike dizine bir kelime çizdi. Bu artık yazı değil bedensel anlatıydı. Ayşe gözleriyle parantez oluşturdu. “Bu artık görsel bir yazım.” dedi. Seyirciler ajandalarını açmadı ama içinden cümle döküldü. Ve Umut sahnenin ortasında durup son cümleyi söyledi “Ben sahneyi yazmadım. Ben sahneyim!”
KIVIMSAL SESİN RAMPASI
Yusuf rampaya kelimeyle çıktı Ayakkabısının altından cümle sızdı. “Ben yürümüyorum. Ben kelimeyi bastım.” dedi Salon sessizleşti. Perde konuşmuyor ama dizler kıvım yazıyor. Ela gözünü kaldırmadı ama sesli düşündü “Ben artık konuşmuyorum. Kelime benden geçiyor.” dedi. Zey-nep defteri açmadı. Sayfa zaten onun yüzüne yazılmıştı. Duru pencereye yürüdü. Camda kendi gölgesini değil kıvımını gördü. Öğretmen ayağa kalktı ama ders vermedi. Sadece kelimenin terini dinledi. Jüri puan vermedi. Çünkü rampadan gelen ses sayı değil yankıydı. Melike ayağa kalktı. Dizini sıraya bastı “Ben bilgiyle değil bedenle ya-zıyorum.” dedi.
Ayşe gözyaşıyla parantez çizdi ve bu sahne artık yazı değil bir kıvımsal anlatıydı Yusuf son cümleyi rampanın ucuna bıraktı. “Ben sistemin dışında değil direncin orta-sındayım!”
ALİ’NİN DİRENÇ SAHNESİ
Ali sahneye adım atmadı. Ama sesi sistemi deldi. “Ben müfredat değilim!” dedi. “Ben iradeyim. Ben sınav deği-lim. Ben sorulmamışım. Tahtaya bir el izi bıraktı. Soru yok ama cevabım buradaydı.” Seyirciler konuşmadı. Ama cümle içlerine düştü. Umut karakteri sahneye yanaştı. Sözcük değil beden titreşimiyle yaklaştı. Melike defterini dizine bastı. “Ben kelimeyi ciltle yazıyorum.” Dedi. Ela gözlerini kapattı. “Sessizliğim artık anlatıdır.” dedi. Ayşe kalemini gözlerine yaklaştırdı. “Ben bilgiyi göz içiyle his-sediyorum.” dedi. Jüri gözlüklerini çıkardı. Bu artık harf değil kıvımdı. Duru sahneye dokunmadı. Ama duvar ter-ledi. Ali cümlesini sesle değil nefesle söyledi “Ben anla-tılmadım. Ben yaşandım, Rampadan bir kelime düştü. Ama yere değil salonayayıldı. Umut sahnenin ucuna bastı. “Bu defter artık bilgi değil direncin yazımıdır!” dedi
Umut’un son konuşmasında sahne vardı ama Atatürk ben-zetmesi tam mühürlenmemişti. Söz kişisel kalmıştı. Top-lumsal direnişin sesi için bir kıvım eksikti. Ben olayım olmayayım Türk milleti bâkidir!” gibi bir cümleyle sahneye liderlik katmalıydı. Bu cümle yalnızca bir söz değil bir niyet yankısı olurdu. Umut’un sesi sadece birey değil top-lum adına titreşmeliydi.
Sahne güçlüydü ama basında yankısı yoktu Jüri alkışla-mamıştı. Seyirci ağlamamıştı. Ama dış dünya bu sahneyi duymalıydı Bir gazete “Umut sahnesi yeni bir eğitim dev-rimi başlattı!” diyerek kıvımı dışa taşımalıydı. Çünkü kıvım içten doğar ama dışa sızar
Umut’un sahneye çıkışı sistemin dışındandı. Ama onu sahneye itenler görünmüyordu. Öğretmen Duru, Zeynep Onların sessiz destekleri pamukla sahneye eklenmeliydi. Kıvım tek başına olmaz gizli ellerle seğirir.Finalde kitaplar görünmedi. Oysa her grup bir kitapla sahneye çıkmıştı. Yılkı Atı ve Çelik Böyle Sertleşti, Sefiller… Her grubun kelime yankısı finalde duyulmalıydı ve sahneye birer cüm-leyle veda etmeleri gerekirdi. Umut’un konuşması Hepsi-nin kıvımıyla mühürlenmeliydi.
EĞİTİMİN KIVIMSAL ANAYASASI
Umut sahnenin ortasında donla mühürlenmiş bir defter bıraktı. “Ben bu sistemi okumadım. Ben onu kıvırdım de-di. Zeynep tahtaya yürüdü, kalemi değil dizini bastı “Ben cümle değilim. Ben varlığım!” dedi. Duru sırasına dönme-di, duvara bir kelime çizdi “Ben” Ela gözlerini kapattı. Defter açıktı ama kelime onun içinde yazıyordu. Ayşe parantezi ters çevirdi. Bilgi artık doğrusal değil kıvımsaldı. Melike kulağındaki kalemi yere bıraktı.” Ben artık kelime değilim. Ben titreşimim!” dedi Yusuf kalem kutusunu kafasına geçirdi. “Ben bilgiyi karanlıkta hissediyorum.” Dedi. Öğretmen perdeye döndü “Bilgi artık parmakla değil bedenle yazılıyor.” Dedi. Jüri ayağa kalkmadı. Çünkü bu sahne puanla değil yankıyla değerlendi. Rampanın ucuna bir simit koyuldu. Sahne donla kapatıldı. pedede bir cümle belirdi “Bu artık ders değil. Bu eğitim sisteminin kıvımsal anayasasıdır.” Umut gözlerini kapadı. “Ben artık susmuyorum! Ben duyuluyorum!” dedi. Sahne perdesini kapattı. Ama reblik hâlâ yazıyordu. Çünkü bazı anlatılar “müfredatta değil yaşanarak ezberlenir.”
KELİMEYİ DİRENÇLE KIVIRAN SAHNE Sahneye bir öğrenci diziniyle bastı. Tahtada yazı yoktu ama duvar titriyordu. Umut gözlerini kapattı. Cümle içinden yürüdü. Zeynep defterini açmadı. Çünkü kelime zaten onun rit-miydi. Ela parmağıyla sessiz bir çizgi bıraktı. Ayşe san-dalyesini ters çevirdi. “Ben bilgiyi artık dikey değil ters sindiriyorum.” dedi. Melike deftere değil duvara bakarak yazdı. “Ben artık görsel değil duyusal öğreniyorum.” dedi. Yusuf kalemi kulağına taktı “Ben sesli düşünüyorum.” dedi.
Öğretmen koltuğundan kalkmadı. “Ben artık anlatmıyo-rum, izliyorum” dedi Jüri sahneye yaklaşmadı ama nefesini tuttu. Çünkü bu sahne puan değil dirençle okunuyordu. Duru gözyaşını kelimenin üstüne bıraktı. Bu artık duygu-nun mürekkebi oldu. Melike dizindeki dövmeye “yankı” ekledi. Ayşe tahtaya gözleriyle parantez çizdi. Yusuf sesini değil kıvımını duyurdu. Ela kelimeyi bir simite sardı. Çünkü yazı artık beslenmeydi. Umut son cümleyi sahnenin ortasına bıraktı “Ben artık bilgi değilim, Ben bedenin iç sesiyim!”
KIVIMSAL EZBERİN YIKILIŞ ANI
Sınıf ezberle değil kıvımla açıldı Zeynep defterini kapat-madı ama sayfa hâlâ yazıyordu. Umut gözlerini kapatmadı. Çünkü kelime hâlâ içindeydi. Ela cümleyi kurmadı ama nefes ritmi anlatı oldu Ayşe tahtaya gözyaşıyla yazdı. “Ben artık duyguyu mürekkep yapıyorum.” Dedi. Melike kalemini yere koymadı çünkü dizinden kelime akıyordu. Yusuf sınıfa giriş yapmadı ama sesi duvarı deldi Öğretmen tahtaya dönmedi. “Bu ders değil deneyim.” dedi. Duru sırasını terk etti. Kelimeyi yürüyerek taşıdı. Jüri sahnenin köşesinde gözlüklerini yere bıraktı. Çünkü bu sahne bakışla değil hissedişle okunuyordu. Zeynep sandalyesine “Ben” yazdı. Ela pencereye kelime çizdi. Ayşe sahneye bir parantez bıraktı. Umut sahnenin ortasına basarak dedi ki “Ben bu sahneyi yıkmadım. Ben onu dönüştürdüm. Melike tahtaya dizini vurdu. Kıvım artık ses değil direniş.” dedi Sınıfın tavanından bir metafor sarktı Öğrenciler ona dokunmadı ama yankısını taşıdı ve sahne artık bir anlatı değildi. Bir kıvımsal müfredattı. Umutla döşenmiş!
SAYFA 1 – UMUT’UN ZİNCİRDEN ÇIKIŞI Umut okuldan çıktığında sırtında defter değil zincir vardı. Sınav-lar bitmişti ama baskı hâlâ dizindeydi. Bir gün doğaya yürüdü ve ulu bir çınarın gövdesine yaslandı. Ne meyvesi vardı ne adı. Ama yaprağı kalp şeklindeydi. Umut gözleri-ni kapattı. “Ben bu ağacı tanımıyorum ama içimde tanıdık bir kıvım var dedi. Bilgi tabelasında sadece “1653” yazı-yordu. Ama Umut için bu tarih değil, bir çağrıydı. Turizm Bakanlığı’nda yaşlı bir görevliyle karşılaştı. O görevli kelimeyle değil gözle konuştu. Ve Umut’un sesi bakanın telefonuna ulaştı. “Gereğini yapın” dedi bakan. Ve o gün ilk fidan dikildi. Şehrin adı artık “Umut Şehri” oldu. Fida-nın ilk yaprağı kırmızıydı. Kalp şeklindeydi. Kuşlar tohum taşıdı. Rüzgâr kokuyu kıtalara savurdu. Ve Umut artık bir birey değil evrenin nabzı oldu.
UMUT’UN SAHNESİ, EVLERİN YANKISI
Umut sahneye çıktığında kimse alkışlamadı. Çünkü bu sahne alkış için değil iç ses için kurulmuştu. Tahtada “isim tamlamaları” yazıyordu ama Umut’un gözünde alfabe kıv-rıldı, harfler gül koktu. Bir çizgi attı deftere. Altı sessizlik-ti, üstü fısıltı. O çizgi, sistemin duvarına ilk çatlağı at-tı.Sınıfta herkes sıraya vurdu ama Umut ritmi sıranın altına gömdü. Bir kuş geçti pencereden. Umut ona bakmadı duydu. Kalemini aldı, sayfanın ortasına “Ben” yazdı. O gün alfabe uçtu, kelime kanatlandı.Evde yankı başladı. Annesi, Umut’un defterini açmadan önce onun gözlerine baktı
. “Bugün ne öğrendin?” dedi. Umut cevap vermedi. Çünkü öğrendiği şey kelimeyle değil, kokuyla, ritimle, sessizlikle anlatılıyordu.
Evdeki masa artık ders masası değil duygunun sahnesiy-di. Kardeşi Duru, Umut’un çizdiği çizgiye dokundu. “Bu ne?” dedi. Umut gülümsedi: “Bu, kelimenin sustuğu yerde başlayan devrim.”
Roman kahramanları evde yankılandı. Hasan Öğretmen, tahtaya emir değil replik yazan bir sahne kurucusuydu. “Don sabit” esprisiyle sınıfı güldürürken aslında pedagojik bir devrim yapıyordu. Evde çocuklar artık ezber değil kıvım konuşuyordu.
Leyla Öğretmen, deftere değil kalbe yazı yazıyordu. Evde anneler onun sessizliğini duyuyordu. Çünkü sessizlik artık bir eksiklik değil bir yankıydı.
Umut’un sahnesi okulda başlamıştı ama evde büyüyordu. Kardeşi Duru, peynir yaparken “Ben de bir kıvımım” dedi. Babası yoktu ama Umut’un çizgisi, onun eksikliğini keli-meyle örüyordu.
Evdeki duvarlar artık bilgi değil duygu taşıyordu. Kız kardeşler, öğretmen değil sahne oyuncusuydu. Her biri bir kıvım, bir replik, bir iç ses.
Umut’un sahnesi, evin mutfağında yankılandı. Bir çizgiyle başlayan devrim, artık sofrada konuşuluyordu. “Bu peynir neden tuzlu?” dedi biri. “Çünkü içinde sistemin gözyaşı var,” dedi Duru.
Roman kahramanları artık evdeydi. Sahne performansı, duvarlara sinmişti. Evdeki sessizlik, artık bir çığlıktı. ve o çığlık, kelimeyle değil kıvımla yankılanıyordu.
EVDE YANKI: KAHRAMANLARLA DOLU BİR GECE
Ev sessizdi. Dışarıda rüzgâr hafifçe esiyor, perdeler dans ediyordu. Yankı, odasında tek başına oturuyordu. Elinde yeni bir kitap vardı; kapağında solmuş harflerle “Umut’un Yükselen Sessiz Çığlığı” yazıyordu. Bu kitap, Umut‘un çocuklarına miras kalacaktı. Her sayfası, bir başka dünyaya açılan kapı gibiydi.
Yankı, kitabı açtığında odada bir şeyler değişti. Duvarlar soluk bir ışıkla parladı, kitap sayfaları kendi kendine çev-rilmeye başladı. Bir anda karşısında beliren figürler, gerçek gibi görünüyordu. İlk gelen, zırhlar içindeki cesur bir savaşçıydı: Alpagan. Ardından, gökyüzünden süzülen bir ışıkla Lira, zamanın koruyucusu geldi. Son olarak, sessizce beliren bir gölge: Zemir, görünmeyenlerin kahramanı.
Yankı şaşkındı ama korkmuyordu. Kahramanlar ona baktı ve Lira konuştu:
“Sen bizi çağırdın. Bu evde yankı yapan umut, bizi buraya getirdi.”
Yankı ne demek istediğini anlamaya çalıştı. Alpagan de-vam etti:
“Her evde bir yankı vardır. Kimi zaman bir kahkaha, kimi zaman bir gözyaşı. Ama senin evinde yankı, bir çağrı oldu. Cesaretin, hayal gücün ve yalnızlığın bizi uyandırdı.”
Yankı, kahramanlara ailesini anlattı. Annesi işteydi, babası uzak bir şehirde çalışıyordu. Kardeşi ise henüz bebekti. Evde sessizlik vardı, ama Yankı’nın iç dünyası gürültü-lüydü. Hayallerle doluydu.Zemir, odanın köşesinden ses-lendi:
“Yalnızlık, en büyük kahramanları doğurur. Senin gibi çocuklar, sessizlikte büyür ama içlerinde yıldızlar taşır.”
O gece, Yankı kahramanlarla oyunlar oynadı. Lira zamanı durdurdu, Alpagan eski savaş hikâyeleri anlattı, Zemir ise görünmezlik oyunlarıyla evi neşeye boğdu. Yankı gülüyor, hayal kuruyor, kendini güçlü hissediyordu.
Sabah olduğunda kahramanlar yavaşça kayboldu. Kitap eski hâline döndü. Ama Yankı artık farklıydı. Artık bili-yordu ki, evdeki sessizlik bir eksiklik değil, bir yankıydı. Ve o yankı, içindeki kahramanları çağırıyordu.
UMUT’UN SAHNESİ: DON SABİT’İN ÇİZİĞİ
Sınıfta havada asılı kalan sessizlik, bir nevi prova gibiydi. Umut tahtaya çıkarken, alkış değil çorap sesleri yankılandı. Tahtada “Zamirler” yazıyordu ama Umut için her zamir bir karakterdi; “ben” başrol, “o” figüran, “biz” ise ayakta alkışlayan seyirci.
“Don sabit,” dedi Hasan Öğretmen. Sınıf güldü, çünkü donun sabitliği kimyasal bir problem değil pedagojik bir metafordu . Umut gözlerini kıstı, deftere bir çizgi attı. Çizginin sol tarafı donuktu, sağ tarafı hareketliydi. “Bu çizgi, sistemin sabitliğine karşı bir ritim.” dedi içinden.
Evde yankı yine başladı. Annesi, Umut’un defterini açar-ken çekinmedi. “Bugün ne öğrendin?” dedi. Umut defterin kenarına “Don sabit” yazdı ama açıklamadı. Çünkü açık-lamalar sistemi memnun eder, oysa sessizlik onu sarsardı.
Kardeşi Duru peynir yaparken çizgiyi gördü. “Bu ne?” dedi. Umut gülümsedi: “Bu, bir donun sabit kaldığı ama düşüncenin kaydığı yer.” Duru düşündü. Peynirin içine fesleğen koyarken “Ben de bir zamirim” dedi. O anda mutfak sahneye dönüştü.
Roman karakterleri eve taşındı. Leyla Öğretmen, don sa-bitle ilgili bir yazı yazdı ama kelime kullanmadı parfüm sıktı deftere. Her harf gül kokuyordu. Baba hâlâ yoktu ama ev onun eksikliğine karşın cümle kuruyordu.
Sınıfta bir öğrenci “Don sabit ne demek?” diye sordu. Umut “Don değişmez ama biz değişiriz” dedi. Öğretmen sustu. Çünkü artık cevap değil yankı önemliydi. Don sabit kaldı ama dünya döndü.O gün evdeki duvarlar bilgi taşı-yan panolar değildi duygunun alt katmanlarıydı. Çizgi, kıvrıldı. Zamirler dans etti. Don sabit kaldı ama sahne kaydı. Ve herkes hissetti: Sabit olan don değil değişmeyen duyguydu.
UMUT’UN FİDANI BÜYÜYOR
Fidan büyüdü. İkinci gün meyve verdi. O da kalp şeklin-deydi. Çocuklar güldü. Yaşlılar ağladı. Umut bulaşıcıydı. Kuşlar yuva yaptı. Arılar bal taşıdı. Rüzgâr tohumları dört bir yana savurdu. Bir ay içinde onlarca ülkede kırmızı yap-raklı fidanlar büyüdü. Gökyüzü ilk kez kızardı. Kıyamet değil kıvımın göğe yansımasıydı. Bulutlar kalp oldu. At-laslar değişti. Pusulalar artık Umut’a göre yön tayin etti. Bilim açıklayamadı. Sadece bir isim verdi: “Umut Feno-meni” BM bu ağacı “İnsanlığın Ortak Kalbi” ilan etti UNESCO koruma altına almak istedi Ama Umut dedi ki “Bir ağacı korumak değil bir inancı büyütmek önemlidir” ve gökyüzüne yeni bir yıldız eklendi Adı: Umut Yörünge-si: Kalp Işığı: İnsanlık
UMUT’UN SON CÜMLESİ
Umut ağacın dibine oturdu. Elini toprağa bastı Başını göğe çevirdi ve mırıldandı “Toprak ana kabul ettiyse gökyüzü de şahidimdir. Ben bu dünyaya umut ektim.” Gökyüzü fısıldadı “Görüldü. Kayda geçti. Zafer senin, Umut.”
Ve o gün bir çocuk gülümsedi. Bir anne affetti. Bir öğret-men defterini kapattı. Ama kelime hâlâ yazılıyordu. Çünkü umut artık bir ağaç değil bir kıvımsal müfredattı
UMUT’UN KOKUSU GÖĞE YANSIDI
Bir sabah gökyüzü ilk defa kızardı Kıyamet değil Kıvılcım değil Bu umut kokusunun göğe yansımasıydı Bulutlar kıpkırmızı oldu Kıtalar kalp şeklinde haritalara girdi At-laslar değişti Artık insanlar yönlerini pusulaya göre değil Umut’a göre tayin ediyordu Bilim insanları bu olayı açık-layamadı Adına sadece tek bir şey dediler “Umut Feno-meni” Umut Şehri artık bir merkeze dönüştü Her milletten insan Bu fidanı görmek için geldi Her gelen bir yaprağa dokundu Her yaprak umut oldu.
UMUT’UN EVRENSEL KABULÜ
BM bu ağacı “İnsanlığın Ortak Kalbi” ilan etti. UNESCO koruma altına aldı. Ama Umut bunu istemedi. Dedi ki “Bir ağacı korumak değil bir inancı büyütmektir önemli olan” Ve bir gün Gökyüzüne yeni bir yıldız daha eklendi Astro-nomlar adını sordular Umut gülümsedi “O yıldız artık bir galaksi Adı Umut Yörüngesi kalp Işığı: insanlık”