13
Yorum
42
Beğeni
5,0
Puan
606
Okunma

Zulmetin kabında
günleri oya gibi ovan,
gitmelerin kalımına az kala
evvelleşiyorum.
Hangi sonu saysam
hepsi kendini vuruyor
yaramın üstüne.
Aklım gidiyor çocuklara
ve yüzünde açan çiçeklere.
Derinliğimden fırlatsam içimi,
uçuruma meyleden kuşlar
herkesin içine gölge düşürür benden.
Odama sığmaz dünya.
Dünya, göğün içinde bir yalnızlık
çoğaltır kimsesizliği.
Yokluk acısının imtiyazlarında,
barış yoksulu bir düşe
seyyahlaşan adımlar.
Yaşamadan ölen yaşların seyircisiyim
ve sıradan bir imge gözlerim.
Ufak ufak uzaklara,
geri dönmeyen gemilerle yüzen
tenimde çatlayan saatler
kırık bir melek gibi.
Kent, somurtkan bir seviş artık.
Ama ben
kırmızıyı sevdiğimde
mavinin de güleceği çocuk olmak isterdim.
İçime damlayan sıkıntı
gök suskunu yıldız rengini
sesime bırakıyor.
Gecenin bir vakti uyanıp
söylüyorum sustuğumu.
Karanlığın kabında
günleri oya gibi ovan,
gitmelerin kalımına az kala
evvelleşiyorum.
Bir şiire tutunarak
kıpırtısız,
ve salkım buğu avuçlarımda
bulutlar yüzünü gösterince üşüyorum.
Yokluğumun yarısında dünyanın
güz vakti çalınan üzümleri
kimden sorayım?
Tesbihlenen beyitlerin arasına
doğar mı ektiğim sancılar?
Yokluğun çığlığına dilsiz kaldı gölgem.
Güz vakti bile ağlamayı öğrendi.
Yeniden,
kan sızan bir yarayla
başlıyorum susmaya.
Ama işte,
karanlığın ardından
bir sabah yükselir:
Meşaleler gibi doğar umut,
toprağın kalbinde atar özgürlük.
Dalgalanır al sancak,
gök kubbede yankılanır Mehmetçiğin sesi.
Kırık zincirler erir güneşin altında,
küllerinden doğar yeni bir yurt.
Zaferin kıvılcımı düşer yüreklere,
yarınlar örülür kahraman ellerde.
Ve o gün,
evvelleşen günler unutur acıyı,
yerini bırakır gurura, cesarete, sevdaya.
5.0
100% (18)