0
Yorum
9
Beğeni
5,0
Puan
140
Okunma

Sokağın köşesinden ağır adımlarla çıktı.
Ayaklarının altındaki taşlar, sanki yıllardır aynı yükü taşıyor,
ama bu yük, bedeninden çok yüreğinde asılı duruyordu.
Cebine attı elini.
Parmak uçları, birbirine çarpan birkaç bozukluğu saydı.
Çıngırdayacak kadar çok değildi.
Yine de umutla tuttu onları;
belki bugün,
hiç değilse bir öğünlük de olsa,
açlığı unutturacak bir lokma bulabilirdi.
Simitçinin arabasından yükselen susam kokusu,
çocukluğunun sokaklarını getirdi aklına.
O zamanlar ekmek boldu,
gülüşler uzun sürerdi.
Şimdi ekmek azdı,
gülüşler yarım kalıyordu.
Yavaşça yaklaştı arabaya.
Eli cebindeki bozukluklarda sıkıca kenetlendi.
Başını kaldırmadan,
kimse duymayacak bir sesle,
“Bir simit lütfen…” dedi.
Simitçi bakmadan aldı parayı,
küçük bir kâğıda sardı sıcacık simidi.
Ne teşekkür edebildi kadın,
ne de bakabildi adamın yüzüne.
Yüzünde bir mahcubiyet,
avuçlarında ise sıcacık bir halka ekmek vardı.
Kalabalığın arasından sıyrıldı,
kimsenin görmeyeceği bir köşe aradı kendine.
Sokağın kenarında,
yıllardır rüzgârda yıpranmış bir taş basamağa oturdu.
Etrafına baktı;
sanki simidi yerken bir suç işleyecekmiş gibi,
çekingen…
Hızla kopardı ilk lokmayı.
Ama o lokma, boğazından geçerken bile utanç taşıyordu.
Çünkü biliyordu;
aynı sokakta,
karnını doyuramayan daha niceleri vardı.
Ve o,
o bir lokmayı yutarken,
sanki bir başkasının hakkını çalıyor gibiydi.
Simidin buharı yüzüne vurduğunda
gözleri buğulandı.
Bu buğu, soğuktan mı,
yoksa içindeki derin kederden mi
kimse anlayamazdı.
Yarısına geldiğinde durdu.
Geriye kalan parçayı,
ince bir titizlikle eski mendiline sardı.
Belki akşam yerdi…
Belki daha aç birine verirdi…
Bunu kendisi bile bilmiyordu.
Son kez etrafına baktı.
Sokakta kimse onun varlığına aldırmıyordu,
ama o,
bugünü,
bu simidin mahcubiyetini
ömür boyu unutmayacaktı.
Ayağa kalktı.
Islak taşların üzerinde ağır adımlarla uzaklaştı.
Ardında kalan izleri,
yağmur yavaşça sildi.
Fakat simidin kokusu,
o utancın rengi,
ve bu sessiz hikâye,
sokağın belleğinde kaldı.
5.0
100% (3)