0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
226
Okunma

Kütüphaneler fısıldar geceleri,
Tozlu sayfalarda bir baharın izini,
Bir meyvenin düşüşünü,
Bir kalbin kırılışını,
Ve bir milletin sessiz ağıdını anlatır...
Bahçeler kurmuştu bizden öncekiler,
Her çiçek bir hikâyeydi,
Her yaprak bir dua…
Ama sonra rüzgâr döndü —
Ve yeryüzü, dikenlerin takvimine mahkûm oldu...
Bu coğrafya…
Her taşıyla bir mezar,
Her toprağıyla bir anne gözyaşıdır.
Yüz yıl değil…
İki yüz yıl boyunca karanlıkla sınandı gökyüzümüz,
Haçlılar geldikçe
Sadece kaleler yıkılmadı;
Yürekler, ocaklar, diller, hatıralar…
Ve sular, kanı öğrenmek zorunda kaldı...
Kim kaldı geriye?
Bir avuç isim—
Kılıçaslan, Selahaddin, Zengi...
Ve nice isimsiz yürek,
Bize ulaşamayan gölgeler.
Onlar ki yediği lokmayı helalle yutardı,
Bir seher vakti Rabbine eğilir,
Akşamı yetim bir çocuk gibi kucaklardı...
Oysa şimdi biz,
Gölgemizi bile yere düşüremiyoruz.
Adımız ne bir duada,
Ne de bir mezar taşında yankı bulacak…
Yaşadık, evet,
Ama unutulacak kadar sessiz,
Anılmayacak kadar dağınık,
İz bırakmadan,
Gölgesiz...
Şair ne doğru söylemiş:
"Ne İskender takmışım,
Ne şah ne sultan."
Hepsi göçüp gitmiş,
Hepsi gölgesiz…
Ve biz?
Bir ömrü betona hapseden insanlar,
Kubbeler yerine ekranlara bakarak yaşayıp
Ölümü bile bildirim sesiyle öğrenenleriz artık...
Ama yine de,
Bir ses arıyoruz içimizde yankılanan,
Bir iz, bir akis, bir dua…
Çünkü biliriz:
Gölgesiz geçen hayatlar,
Işığın değil, karanlığın hatırasıdır...
Erol Kekeç/22.06.2025/Sancaktepe/İST