1
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
135
Okunma

Bu şehrin üstüne çöken dumanı bilirsin,
Ben o dumanın altında unutulmuş bir nefes gibiyim.
Yürüyen cesetler arasında,
Gözleri açık ama gönlü kapalı kalabalığın
Sessiz çığlığıyım.
Konuşmayan yüzlerin çarpıştığı sokaklarda
Bir çınar gibi yalnızım.
Köküm toprağa ait,
Ama dallarım göğe sitemli…
Çünkü gök de bana küsmüş gibi,
Yağmuru bile esirger olmuş üstümüzden.
Bu ülke bir ayna artık;
Bakınca kendi çehresini göstermiyor.
Yabancı bir yüz çıkıyor karşına:
Tanıdık değil,
Acıtmaktan başka marifeti olmayan bir yüz.
İnsanlar mı değişti, zaman mı soldu,
Yoksa biz mi yorulduk bu çarkın dişlerinden?
Yollara düşüyorum bazen,
Bir ayak sesi arıyorum kendime benzeyen.
Bulduklarım hep koşuyor—
Ama hedefi olmayan bir koşu bu.
Kendi gölgelerini kovalayanlar,
Gölgesinden bile korkanlar,
Gölgeleriyle sevinenler…
Benim sesim onlara ağır geliyor.
Bir cam kırılıyor her gün içimde,
Kesik kesik düşüncelerim sızıyor.
Sözcükler artık birer ağırlık;
Taşırdıkça batıyorum,
Bıraktıkça çoğalıyorlar.
Hangi acıyı anlatayım?
Gecenin karanlığını mı,
Gündüzün vicdanını mı?
İyilik suskun bir yetim gibi dolaşıyor sokaklarda,
Kötülük ise reklam panolarında,
Gökdelenlerin tepesinde,
Makamlarda, törenlerde, kürsülerde…
El üstünde, baş üstünde.
Her köşe başında bir unutuş var,
Her vitrinde bir yalan asılı.
Parıldayan her şey altın değil,
Ama herkes ışığa koşuyor;
Işığın sahte olduğunu bile bile.
Bir çocuk gördüm geçen gün,
Elinde ekmek değil, telefon taşıyordu.
Gözlerinde oyun değil,
Zamanından çalınmış bir yorgunluk vardı.
Saçlarını okşadım, yüzüme baktı:
“Büyümek zor mu amca?” dedi.
Yutkundum,
“Zor” dedim,
“Çünkü biz senin için bir dünyanın omuzunu çökerttik.”
Kadınlar ağırlaştı acıyla,
Erkekler yorgun düştü yükle,
Gençler hayallerini internete rehin veriyor,
Yaşlılar geçmişin mezar taşlarına tutunuyor
Düşmemek için.
Bu ülke sadece toprak değil,
Bu ülke yaralarıyla konuşan bir beden artık.
Bir sokak lambası sönse
Milletin içi kararacak sanki,
Bir fırın dursa
Ülke aç kalacak gibi.
Dayanıyoruz,
Ama birbirimize değil;
Alışkanlıklara, korkulara, ekmeğin buharına…
Soruyorum bazen:
Hani bizim mertliğimiz,
Hani sözümüzle ağırlık veren dilimiz?
Ne ara yitirdik nezaketi,
Ne ara tutup da fırlattık merhameti?
Bir çukur kazıldı ortasında hayatın,
Herkes birbirini ittirerek düşürmeye çalışıyor içine.
Oysa kurtuluş,
Kenardan uzanacak bir tek eldeydi.
Ama o eller cebinden çıkmıyor artık.
Düşünüyorum…
Belki de en büyük yangın
İtfaiyesi olmayan bir vicdan yangınıdır.
Dumanı insanın içine çöker,
Hangi camı açsan faydasız.
Bir gün bu şehir uyanacak biliyorum,
Çünkü her çürüme kendi çiçeğini de içinde saklar.
Kül, toprağa can olur,
Sessizlik bir gün bağırır,
Yalnızlık bir gün kardeşini bulur.
Ben o günü görür müyüm bilmem,
Ama bu sözler kalır.
Yarın biri okur belki,
Der ki:
“Bu karanlığı biri fark etmişti…
Demek ki biz de fark edebiliriz.”
İşte o umut için yazıyorum bugün,
Zamanın küflü duvarlarına tutunarak.
Ben küskün değilim,
Yalnızca yaralıyım.
Ve her yaralı gibi,
Hâlâ iyileşmek için bir sebep arıyorum.
Belki de sebep sensindir,
Bu satırları okuyan.
Belki de değişimin nefesi
Hâlâ bir yerlerde saklıdır.
Ben kendime söz verdim:
Bu ülke küllerinden de doğrulsa,
Anlatacak bir ses lazımsa
O sesi taşıyacağım.
Çünkü ben,
Bu çağın karanlık odalarında
Tek bir mumun bile
Bir karanlığı yarabildiğine şahit oldum.
Erol Kekeç/05.12.2025/Sancaktepe/İST
5.0
100% (3)