10
Yorum
30
Beğeni
5,0
Puan
268
Okunma
Bir zamanlar, uzak bir köyde yaşlı bir yazar vardı. Her gün, yazdığı kitapların tozlu sayfalarında kaybolur, kelimelerin büyüsüne kapılırdı. Her harf, ona bir adım daha yaklaşmanın huzurunu verir, her cümle, ölümsüz bir iz bırakırdı. Ancak, yaşlılık gelip çatınca, yazar bir sabah gözlerini kapadı ve dünyadan ayrıldı.
Köy halkı, yazdığı kitapları okumayı sürdürdü, ama bir şey eksikti. Yazara dair bir eksiklik, bir boşluk, bir hüzün vardı. Fakat bir gün, bir çocuk eski kütüphanede rastladı bir kitaba, yazarın son yazdığına. Kitap, kimse tarafından henüz okunmamıştı. Çocuk, o kitabı açtığında, yazarın kelimeleri sanki yeniden can bulmuştu. Kitap, tıpkı bir nehir gibi okurun ruhuna işledi, sanki yazar hala onunlaymış gibi.
Ve o çocuk, her sayfa çevrildikçe, kelimelerin her birinde yazarın ruhunu, sesini, varlığını hissederdi. Yazar ölmüş, ama kelimeleri bir çiçek gibi toprağa düşmüş, köyün dört bir yanına yayılmıştı. Mürekkep ölümsüzdü ve zaman, o mürekkep içinde erimişti. Kitap, yazarın en büyük mirasıydı; ölüm bir son değil, sadece bir başlangıçtı.
Ve o günden sonra, köyde her yeni doğan çocuk, yazarın kelimeleriyle büyüdü. Çünkü onlar, zamanla silinmeyecek bir iz bırakmıştı.
Okumanın günah sayıldığı devirlerde, kalemler birer mızrak olurmuş; zulmün perdesini yırtar, hakikati aralarlarmış. Ve derler ki, yazarın ruhu her harfte, her kelimede biraz daha tükenirmiş. Lakin, kitabın her sayfası can bulurmuş yazarın ölümüyle. Kitap, sessiz sedasız bir abide gibi yükselir, içinde sakladığı sırları yalnızca ona layık olanlara fısıldarmış.
Yazarın ölümü, hakikate giden yolun başlangıcı sayılırmış; çünkü ölüm, onun mürekkebine can veren son damlaymış. Kitap ise, yaşamın en saf formunda, ebediyete adım atan bir şahit gibi, zamana meydan okuyarak yaşarmış...
Ve bir kere mürekkep kâğıda dökülmeye görsün, her harf bir tohum gibi toprağa düşermiş. Yazarın her ölümü, binlerce yeni fikri yeşertirmiş. Öyle ki, gömüldüğü karanlık mezarda değil, kitapların arasında dirilirmiş. Kalem, sadece yazanı değil, okuyanı da yakarmış; ateşinden nasibini almayan kimse kalmazmış.
Bir yazar, kelimeleriyle yalnızca ölümsüzlüğe değil, gerçeğin bekçisi olmaya adanmış bir derviş misali, dünya üzerindeki yankısını hiç bitmeyen bir dua gibi sürdürürmüş. Yazdıkça tükenir, tükendikçe yazarmış; çünkü onun ölümü, sayfalara işlenmiş sonsuz bir dirilişmiş.
Kitaplar ise, yazara borçluymuş tüm varlıklarını. Yazar yok olmasa, o ölümsüz cümleler doğmazmış. Öyle derin bir bağ ki bu, yazar ölmeden kitap dirilmez, kitap yaşamadan yazar ebediyete kavuşamazmış…
Ve her bir kitap, yazarının ruhundan bir parça taşırmış. Kâğıda dökülen her cümle, yazarın kalbinden bir iz, zihninden bir yankıymış. Kitap açıldığında, o eski devirlerin sessiz fırtınası kulaklarda çınlarmış. Yazarın kalemi bir kılıç misali, zulme ve karanlığa karşı savaşan bir asker gibi sahnede olurmuş.
Yazarın kalemi, hiçbir zaman yalnızca ona ait değilmiş. O kalem, susturulmuşların sesi, kaybolmuşların izi, mazlumların feryadıymış. Her yazdığı satır, yaşadığı her acıyı, her sevinci, her düşü ete kemiğe büründürürmüş. Ve ölüm, yazar için bir son değil, yeni bir başlangıçmış; o kalemin mürekkebinden akmaya devam eden bir ölümsüzlük yolu...
Kitaplar ise, yazarın gözüyle bakar, onun diliyle konuşurmuş. Kapanan her sayfa, aslında bir kapıymış; okuyucunun dünyasından, yazarın sonsuzluğuna açılan bir kapı. O kapıdan geçen, sadece kelimelerle değil, ruhuyla da yolculuk edermiş. Çünkü kitap, sadece bir metin değil, bir yaşam formuymuş. İçinde sakladığı her anlam, okundukça yeniden doğar, yazarın ölümünün aksine, kitaba hayat verirmiş.
Ve böylece, her yazar bilir ki, yaşamaya en çok kitaplar layıktır. Çünkü onlar, sessizce ve sabırla, nesiller boyunca yaşamaya devam eder.
Ve sonunda, yazar ölür, ama kelimeleri ölmezmiş. Çünkü her kelime bir felsefe, her cümle bir miras, her paragraf bir efsane olurmuş. Yazarın ölümüne rağmen, kitapları yaşar; zamanın aşındıran rüzgârlarına karşı dimdik dururmuş. O kalem, toprağa düşse de, her bir sözcük yeryüzüne kök salar, yerinden kımıldamayan bir ağaç gibi kökleşirmiş.
Öyle ki, yazarın son nefesi bile mürekkep gibi sayfalara işlenir, zamanı aşarak okurlara ulaşırmış. Kitaplar, ölümün ötesine uzanan bir köprü gibi, yazarla okuru sonsuz bir diyalogda buluştururmuş. Ölüm, sadece bedenin geride bıraktığı bir gölgeden başka bir şey değilken, kitaplar, yazarın ruhunun sonsuza dek aramızda var olmasını sağlarmış.
Ve bir gün, bir başka yazar, bir başka kalem, bir başka sayfa… Hep devam edermiş bu sonsuz döngü. Çünkü yaşam, yazdıkça ölür, yazdıkça dirilirmiş...
5.0
100% (13)