0
Yorum
25
Beğeni
5,0
Puan
123
Okunma
Sen yoktun…
Ben yine kendi içimin çok katlı merdivenlerinden
yavaşça indim bu akşam.
Sanki her basamakta biraz daha eksiliyordum.
Bir şey soracağım:
Bu şehir seni benden gizlemek için mi
bütün ışıklarını erkenden yoruyor?
Yoksa ben mi çok gecikiyorum artık,
senin içimde yandığın yere?
Ben seni;
Sokak lambalarının hafif sarı utancında aradım,
Dar bir sokakta tutulmuş nefes gibi.
Saçların hep o tuhaf maviliğe dönerdi ya,
ben de şaşırırdım kendi içimde çoğalan karanlığa.
Bak…
Sen gecenin omuzlarında duran,
o ince ürpertiyi duydun mu hiç?
Ben her seferinde sen sanıyorum.
Çünkü içimde bir kıpırtı,
yüzümde hafif bir sızlama…
Senin yokluğundan başka neyi anlatır ki bana?
Dur…
Şu masanın kenarına bıraktığın susuş hâlâ sıcak.
İnsan bazen bir eşyaya tutunur ya
işte o hâl.
Sen yokken bile,
Sana benzeyen şeyler dolaşıyor evin içinde.
Çekingen bir gölge gibi.
Ben seni,
Küçük ve karanlık bir cümlenin içine saklamışım meğer.
Her okuduğumda yeniden yırtılan
İnce bir zaman gibi.
Şimdi…
Kederimin omzunda bir şey kıpırdıyor:
Belki dönersin,
Belki dönmediğin her anı daha uzun yaşarım.
İkisi de aynı yere çıkıyor zaten:
İnan bana en çok,
Kendimi kaybederek buluyorum seni.
Ama bil;
Yitirdiğim onca şeyin ortasında
bir sen kalıyorsun usulca.
Düşünceyi giyinmiş bir sessizlik gibi.
5.0
100% (8)