kendime yazıyorumŞiirin hikayesini görmek için tıklayın göğün altında bir yiğit durur, ne ölüme meydan okur ne de hayata. türkülerde dillendirilmeyen, destanlarda yazılmayan bir sessizlikle doludur göğsü. o, şiirin pınarından çekilen suları kurutmuş, ama elindeki bıçak bir yaraya dahi dokunmadan durur. kanatmamıştır gönülleri, kesmemiştir umutları. her bir kelimesi ince bir sızı, ama sızı değil, sessizliktir taşıdığı. unutulur yiğidin sureti, çünkü ne bir damla yaş düşmüştür toprağa, ne de bir feryat yükselmiştir karanlık gecelerden. zamandan kaçırdığı adımlar, gölgesine bile ilişmeden geçer. bir an olur, göğün kasvetinde saklanır; çünkü bilir ki yalnızlığın karanlığına gömülmek, en derin mağarada yitip gitmek demektir. ne kadar gizlese de kendini, sessizlik ona bir örtü olur. yağmur yağar mı? belki de. ama her damlası, kara bulutların ardında gizlenen bir hüznün tercümanıdır. kara kargaların kanatlarında kırılır, düşer toprağa. bakışlar, incelen cam misali paramparça olur. yine de inadına çalar çanlar, kim için olduğu bilinmez. bir ananın soğuk yüzü, bir yiğidin sessiz gözyaşıyla buluşur; ama sarılmadan, dokunmadan, yalnızca beklerler. çünkü bilirler, en derin acıları anlatan kelimeler değil, sessizliğin bağrında büyüyen o sonsuz boşluktur. aşklar da toprağa karışır, çünkü her gömülen sevda unutulur, bir dağın arkasında kaybolan gün gibi. özür dilemek kolaydır, lakin o özrü kabul etmek zordur. bazen özür, sadece rüzgârda yankılanan bir türküdür, varacağı yeri bilmeyen. çünkü ne toprak özrü anlar, ne gök işitir, ne de söylenen sözler, yarım kalmış bir şiir misali, kavuşur sahibine. belki bir gün yağmur yağar, belki umut tekrar yeşerir bu kimsesiz şehirde. ama o güne dek, yiğit, karanlık göğün altında sessizce durmaya, unutulmuş bir hatıra olmaya mahkûmdur. tıpkı bir dağ başında yankılanan bir ozan nefesi gibi; kimse işitmese de, varlığı efsanelerle sürer gider. gözyaşlarının akmadığı şehir….. ve göğün altında bir adam durur ne ölüme meydan okur ne de yaşama o, şiirin damarlarını kesmiş ama kanatmayan bir bıçaktır elinde unutulur, yüzü silinir yeryüzünden çünkü ne gözyaşları var akacak ne bir âh yükselir karanlığın içinden kendi gölgesinden bile saklanır zaman zaman yağmur yağar mı? belki ama her damlası kargaların hüznünde kırılır camlar gibi o bakışlar ve yine kimin için çalar çanlar inadına bir annenin soğuk yüzü, bir adamın yalnız gözyaşı ikisi de suskun, ikisi de sarılmadan birbirine çünkü bilirler, sessizlik daha çok konuşur ve aşklar kaybolur, toprağa gömülen her şey gibi özür dilemek kolay, özür kabul etmek zordur ama özür, bazen sadece bir fısıltıdır rüzgarda hiçbir yere gitmeyen, hiçbir kalpte yankılanmayan çünkü ne toprak ne gök, ne de şiir seni bekler |
Hikayenin ana teması şiire konmuş...
Kesmeyi, kırmayı bilmeyenlerin elinde bir hançer var tutuşturulmuş bir yerden. Elindekini bakıp kesildiğini bilir, lakin kullanmayı ne bilir, ne becerebilir, ne de gücü vardır.
İşte bu noktada hançeri divit, kanı. Mürekkep eder. Eder lakin de, yazdığı şiiri de suç görürler, yazdı bak astı bizi derler, kesti, yaktı da derler, hatta yazma onuda yapma, sen kanama derler. Kansızca ölmeni isterler....
Kanını bile susturmak istemek nasıl bir histir anlamam. Ama susarsın işte...
Daha çok yazardım , yazardım da bileğim çok ağrıyor yine sol elle de uzun zaman aldı.
Elim bile sus diyor bana, şiir demiş diyeceğini neyleyim, susayım.
Eyvallah o halde...