şiirin adı yokŞiirin hikayesini görmek için tıklayın O adam şehrin arka sokaklarında, unutulmuş gölgelerin izini sürerek yürüyordu. Yüzünde, başkalarının gözlerinden süzülüp kalmış acılar vardı, ruhuna işlenmiş bir nevi küf kokusu gibi. Şehrin sükûnetine aldanıp her adımında daha da eksiliyordu. Yağmur, sessiz bir sitemle düşerken toprağa, onun içindeki karanlık yangını körüklüyordu. Oysa ne bir sevgiye tutunmuştu ne de bir günaha boyun eğmişti; yine de içindeki bu bitmek bilmeyen yangın, her kelimede diri kalıyordu. Her hece, onu biraz daha yıkıyordu.
Bir gece, kimsenin bilmediği bir sokakta bir aynanın dibine oturdu. O ayna ki, ona her baktığında sadece geçmişin çürümüş tortusunu gösteriyordu. Aynanın içindeki yüz ona bir yabancıydı artık; ne zaman bu kadar eksilmişti, ne zaman bu kadar kırılmıştı? Şehir, onu boğmuştu. Kendi kibirli yalnızlığı, göğsünde taşıdığı bir mezar gibi, her sabah yeniden doğan bir ölüm gibiydi. Ne dualar etmişti ne de tanrıya sığınmıştı, çünkü o tanrı, yağmurlara küsüp gitmişti çoktan. Bir gece, sokak lambalarının titrek ışığında, bir kadın geçti yanından. O kadınlar ki, saçlarında rüzgârı taşıyan, elleriyle toprağa dokunan, ama hiçbir zaman bir yere ait olmayan kadınlar. Onların isimlerini unutmuştu, sadece baş harflerini tanrıya saklamıştı. Şehirde herkes bir kez ölmeyi hak ederdi ve o kadınlar, onun kollarında ölen gecelerin hayaletleriydi. “Sen değilsin beni öldüren,” diye fısıldadı, kendisine bakarken aynadaki yansımasına. “Bu şehir beni öldürdü, her sabah mezarımda uyanmak, her adımımda biraz daha eksilmek…” Gecenin en karanlık noktasında, kibirli bir sessizlik sardı onu. Bu hayat, ona duaları bile unutturmuştu. Tanrı sessizdi, o da sessizdi. Ama bu bir veda değildi, sadece sessizliğe en yakın sesiyle konuşuyordu şimdi. “Belki beni anlamazsın,” dedi gökyüzüne, “ama herkes bir kez ölmeyi hak eder.” Sonra adımlarını hızlandırdı, arkasında bıraktığı her şey, serseri bir şiirin dizeleri gibi sokaklarda savrulurken. Her nefes alışında biraz daha eksiliyor, her adımda biraz daha kayboluyordu. Şehir ona ait değildi, o şehirde bir yabancıydı, bir gölgeydi sadece. Ve o gece, yağmurla birlikte sokaklarda kayboldu. Oysa kimse onu hatırlamayacaktı, çünkü herkes kendi gölgelerinin peşindeydi. Ama bir gün, bir köşede, unutulmuş bir aynanın dibinde, onun tortusu kalacaktı. Ve belki bir yabancı, o tortuya bakacak ve bir anlığına da olsa, onun varlığını hissedecekti.
kör bir adamım
tanrısız bir yağmura küsmüş her adımımda biraz daha eksilenim şehrin arka sokaklarında yüzümde başkalarının gözleriyle unutulmuş keder kimsenin bilmediği bir sokakta bir aynanın dibinde küflenmiş bir acının tortusunu içiyorum bana sormayın hangi gece kollarımda öldü diye hepsinin adını unuttum baş harflerini tanrıya saklamış kadınlar geçti hayatımdan o kadınlar ki, saçlarında hiç kimseye ait olmayan rüzgarlar elleriyle toprağı öpüp kalkan ben ne bir sevgiyi sevdim ne bir günaha taptım ama içimde karanlık bir yangın, her kelimede diri her hecede biraz daha yıkılan beni öldüren sen değilsin güzelim beni öldüren bu şehir beni öldüren, göğsümde uyuyan kibir ve her sabah mezarımda uyanmak ölümü yaşamaktan daha çok özleyen ve bir dua etmeyi unutturan bu hayat bu bir veda değil ama sessizliğe en yakın sesim gidiyorum ardımda bıraktığım her şey serseri bir şiir gibi belki beni anlamazsın ama unutma herkes bir kez ölmeyi hak ed |