ÖLÜ RUHLAR ŞEHRİ
Aracını kaldırım kenarına park ettikten sonra
Sahile doğru yürüdü adam Denizden gelen dalgaların hırçınca gelip Çarptığı büyük bir kayanın üzerine oturdu Sonra elindeki siyah poşetten çıkarttığı Son bira şişesinin de kapağını açıp bir yudum aldı Üstüne bir de sigara yakıp derin bir nefes çekti içine Sonra gözlerini rengârenk ışıklarıyla Denizin ortasında ışıldayan Kız Kulesine dikti İstanbul’un görselinde her zaman yer alan kuleye Birileri görmek ya da sevgilileri ile Deniz kenarında zaman geçirmek için gelse de O, içini dökmek ve dertleşmek için gelirdi Derin bir iç çektikten sonra Güzel prenses! Seni güllerin arasına saklanmış bir yılan sokmuş Yine beni bugün Üzerine insan kisvesi giymiş yılanlar soktu Bir kere değil Her fırsatta sokmaya da devam ediyorlar Galiba buna alıştım Onun için de hayattayım Hayatta derken belki de silueti Tarihi dokuları ve doğası öldürülen İstanbul gibiyim Biliyor musun? İstanbul artık feryat ve figan bile etmiyor Çünkü ruhu da öldürüldü Ve benim gibi de yaşayan bir ölü oldu Ya sen Kız Kulesi! Sen de kavuşamadın sevdiğin Galata’ya Aranıza boğaz girmiş Benim ise arama Karadeniz Ya ben ne yapayım? Hem hırçındır Karadeniz yol vermez Zindanda, Sabahattin Ali bile dayanamamış Dalgalarının sesine Ya ben nasıl dayanayım? Dışarıda deli dalgalar Gelir duvarları yalar Beni bu sesler oyalar Aldırma gönül aldırma, demiş üstat Ve içini döküp rahatlamış Ya ben ne yapayım? Benim zindanım Sinop’ta değil içimde Her şeyi de içime attım Çünkü çaresizlikten içime söyler Derdime de dert katarım. İşte böyle Kız Kulesi! Bilirim sen de boğazın dalgalarına dayanırsın Ama ben nefessiz kalmışken Nasıl dayanırım beni boğan derinliklere? Biliyor musun? Bazen gaipten sesler duyarım Yoksa bu ses İçinde soluksuz kalan prensesin sesi mi? Yok değil Çünkü ben her cinayet gördüğümde bu sesi duyarım Yine bir ses katıldı, derim Ölü ruhların sesine O kadar çok ses var ki İstanbul’un semalarında Belki de şehri bu hale onların ahı getirdi Bu da onların şerefine gelsin, dedikten sonra Elindeki bira şişesini kafasına Gözlerini de Tarihi Yarımadaya dikti Bir süre Topkapı Sarayı, Ayasofya Ve Sultan Ahmet Camiinin gece karanlığında Varla yok arası gözüken siluetlerinde gezindi gözleri Bu siluetlere rant için eklenen Gökdelenleri görünce yüzü buruştu, gerilmişti Karanlıkta belli olmayan gözlerinde kızgınlık vardı Ve burnundan soluyordu Çünkü aklına Bir zamanlar dünyanın yönetildiği Padişahların, Sultanların yaşadığı Dünyanın merkezi olan Ve ihtişamlı törenlerin yapıldığı Bu tarihi mekânların etrafında bulunan Cadde ve sokaklarda Bu saatlerde her türlü rezilliklerin yaşandığı geldi Acı bir iç çektikten sonra Ah be güzel İstanbul! Peygamberimiz Hz. Muhammed’in İstanbul mutlaka fethedilecektir Onu fetheden komutan ne güzel komutan O ordu ne güzel ordudur Sözleri ile fethi müjdelenen Ve 1453 yılında Ya İstanbul beni alacak ya ben İstanbul’u diyen Fatih Sultan Mehmet Han tarafından Fethedildikten sonra Osmanlı İmparatorluğuna başkent yapılan Ve Fatih’in, ormanlarımdan bir dal kesenin Başını keserim, hatta İstanbul’da edindiğim yerleri, ecnebilere satanlar Allah’ın gazabına uğrasınlar, diyerek Üzerine titrediği Bir ağacına, bir karış toprağına kıyamadığı Kıyanlara da lanet ettiği Taşı toprağı altın denen İstanbul! Güzel ve kutlu olduğun kadar Şimdilerde de her türlü kötülüğü İçine doldurmuşlar Tüm bu kötülüklere rağmen En çok sevilen Ve vazgeçilmez olan da yine sensin Kim bilir, hala keşfedilmemiş Ne efsunlu sırların vardır içinde Bir de o sırların sahipleri Belki de onlar çekiyordur insanları Çoğuna yaşam hakkı tanımasan da Bugün değişse de siluetin Bir bir yok olsa da tarihi yapıların Ve eşsiz güzelliklerin Hala karış karış satın almak için Geliyorlar peş peşe Sanki sessiz bir işgal var eskinin aksine Artık ne eski halin kaldı ne de taşın toprağın Beton yığını oldu her yerin Tarihi mekânların, cadde ve sokakların İnsanlar bile değişti Eski İstanbul beyefendileri Hanımefendileri yok artık Arka sokaklarına da girilmez Çünkü her türlü kötülük, pislik orada İnsanlık da ölmüş ruhlar huzur bulmaz Ah be güzel İstanbul! Geçmişten bugüne sanki ölü ruhlar şehri oldun Yok, aslında ruhu da öldürülen şehirsin sen Çünkü tarihi değerini, kutsallığını bilmeyen Tamahkâr, gözü doymaz insanlar öldürdü seni Ben de elimde bir kazma bir kürek Mezar kazıcısı gibi gömmek istiyorum hepsini Gece gündüz bu yolda ömrümü de tükettim Ama hepsini gömmeye yetmedi gücüm Bak şimdi ben de tükendim Boşa koysam dolmuyor Doluya koysam almıyor Hepsinin gelmişini geçmişini, dedikten sonra Elindeki bira şişesini Bu sefer bitirene kadar başına dikti… |