Veda
Ve veda… Sonun başlangıcı.
Veda, çeşitli versiyonları olan bir ayrılık seremonisidir. Törenseldir. Ekseriyetle en az iki kişilik bir oyunun, son sahnesidir. Yaşanılanlara bakıp gülümsemek ve o vakte kadar Tanrı’nın hayatına kattıklarına şükretmek gerekir aslında ama bunu pek az insan başarabilir. Ayrılıkları göğüslemek öyle her yiğidin harcı değildir. Vedalar, cevap hakkı tanınmayan, tek taraflı vurgunlardır. Ayrılmanın hüznü ve burukluğuyla ekşimsi bir tat dolar ömrünüze ve giderek tatsızlaşır. Acır… Ve vedalar her zaman acıtır. Terk eden kim olursa olsun, kimi zaman mecburiyetten, kimi zaman vakit geldiğinden gidilir. Kimi zaman ülkene veda etmen gerekir, kimi zaman sevdiğine… Ve kimi zaman da dostlarına… Olaylar, kişiler değişir ancak sonuç değişmez! Canın acır, gözlerin dolar, boğazına bir düğüm takılır ve oracıkta kalır. Tek bildiğin geri dönüşü olmayan bir yolda olduğundur! Veda, kısa bir kelimedir. Öznesi belirsizlik, yüklemiyse çaresizliktir... Hayat vedalarla tükeniyordu aslında. Nelere veda etmiştik şimdiye kadar? Bebekliğimize, çocukluğumuza, okulumuza, mahallemize, ergenliğimize, delikanlılığımıza, genç kızlığımıza, platonik sevdalarımıza, liselerimize, öğretmenlerimize, arkadaşlarımıza, şehrimize ve belki de ülkemize… Bu örnekleri çoğaltmak mümkündü tabi ama kısaca hayat vedalardan ibaret bir akıştı belki de… Hep bir son gibi görünse de yepyeni başlangıçlara yelken açılan andır… Ve her insanın en iyi, en etkili, en son vedasıdır, ölüm… ‘’İnsanların birbirini tanıması için, en iyi zaman, ayrılmalarına en yakın zamandır.’’ demiş Dostoyevski… Doğru zamanda olmamasındandır belki de bu kadar zor olması. Zordur vedalar. Zorluğu zamansızlığıdır… Doğasında vardır zamansızlık… Hele bir de ön ek aldı mı? Acısından yenilmez bir sancı sunar damaklarımıza… El / veda… El olur… El olursun… ************ Ben seni gönlüme değil, ömrüme sığdırmaya çalışırken; Sen beni, Üç hecelik, EL VE DA’ya sığdırdın… |