Not; Çok küçükken yetim kalmış bir şehit çocuğunun hikayesi bu ... *
yol büküle büküle ilerlerken heyecan, korku ve tereddütler düştü zihnimi sırayla en sevdiğim mevsime denk gelmiştim böyle olurdu bu şirin kasabada sonbahar balkonlarda dizili biber ve patlıcan kuruları ufak korunun içinden geçerken çam ağaçlarının altını kaplayan kozalaklar kuş sesleriyle beraber rüzgarın insanı yoklayan esintisi
belli ki tutuşan ateş henüz küllenmemişti babamın dediği gibi kora üflememek lazımdı keşke babamın da yıllardır üflememek için soluğunu tuttuğunu birileri anlayabilseydi demek ki bu yol bir daha yürünecekti
sıra sıra gelincikler boy vermişti toprakta uzakta bir küçük çocuk birini işaret ediyor gözleriyle ne kadar da bana benziyor karşıda belli belirsiz bir siluet sanki sislerin içinde ya da dumanlar sarmış etrafını bir şey var beni ona çeken bir koku geliyor tütün kokusu olmalı içimi sızlatıyor
kesik parçalarla bazı görüntüler saniyelik geliyorlar gözüme aniden kayboluyorlar o bilinmeze doğru yürümek istiyorum adımlarım ilerlemiyor seslenmek istiyorum soluğumu toparlayamıyorum sis ya da duman her neyse, dağılırken içindeki de ufak ufak belirginleşiyor artık
en fazla otuz beş yaşında üzerinde üniforma sol omuzundan kan damlıyor her damla kan topraktan gelincik olarak baş veriyor
o gelincik tarlasının ortasından bana bakıyor şaşırıyorum aynı çiçeği büyütüyoruz kanlarımızla sonra ellerim geliyor aklıma bakıyorum, avuçlarım tertemiz büyümüş ellerim ama bir yetişkin olmuş hatta biraz da yaş almış gibi
neden yürüyemiyorum tamda hayıflanırken eliyle karşımda biri gelme diyor zorluyorum bacaklarımı demirden birer külçe sanki kımıldamıyor ikisi de
etrafıma onlarca ben toplanıyor hüzün akıyor her birinin yüzünden niye gitmiyor bakıyorlar sitem eder gibi kollar görüyorum ayak bileklerime dolanmış sitemle bakanların kolları kendine çekiyorlar beni
son bir gayret olacak gibi baba … bu ses ürkütünce içimi kalıyorum olduğum yerde gitmekten vazgeçiyorum artık her yer aydınlık oldukça net görüyorum etrafı
şu an iki dünya arasındayım zihnimde çocukluğumun yarım yamalak tamamlanmamış düşlerin kırıntılarını toplarken karşımda bunların bütünleşmiş hali öylesi girift bir o kadar bağımsız zaman, mekan ve duygu ayıramıyorum birbirinden istiflenmişler yıllara ayrılmışlar
hasret ve hüzünlerim raflarından fırlamış halde koşuşturuyorlar bulunduğum yere tüm yaşlarımdaki benler eşlik ediyorlar kendilerine ait duygularıyla
babama ne kadar da benziyor... karşımda bekleyen kişi tam da düşlediğim gibi lacivert takım elbiseli altın rengi saati türk bayrağı motifli yüzüğü... kalın bilekleri, geniş omuzları ve tütün kokan elleri
babamın en çok aklımda kalan yönleri gerisini fotoğraflardan annemden ve yakınlarımdan dinledim kahkahasını coşkusunu yumruğunun kaviliğini işittikçe içime ne çok duygu sızardı hiçbirine isim koyamazdım o zamanlar
bir tek şey biliyordum adına baba diyordum korkuyorsam yalnız hissediyorsam üşüyorsam tek adı vardı o da babamdı
fısıltılı cümlelerden duyuyordum gökte uçan kuşlar bile ona ağladığını hatta dedemin omuzlarının çöktüğünü iç çekerek anlatırlardı benden çok mu üzülmüştü acaba kuşlar üzülmek için ağlamak mı gerekiyormuş kuşlardan utanmış beni görmemeleri için dua etmiştim aylarca
çocukken ağlayamadıklarım anlayamadıklarımdanmış meğer etrafımı saran onlarca duyguyu yerli yerine oturtmakla meşgulken büyüdüm büyüdükçe öğrendim babama ağlamayı ve kuşları seyretmeyi
en çok tütün kolonyasını severmiş babam gömlek yakalarının kolalı pantolonlarının jilet gibi ütülensin istermiş annem anlatıyor ara ara bunları nasıl gözü kara olduğundan bahsedildiğinde boynuma şampiyonluk madalyası takılmış gibi gururlanırdım o vakitler
biri sevdiği şarkıdan bahseder bir başkası neye çok öfkelendiğinden o da annesini erken kaybetmiş benim ten rengimi benzetirlerdi kardeşiminse gözlerini
bense olay yerinden delil toplar gibi itinayla küçücük zihnime ona dair cümleleri alır resimler çizerdim mekanlar oluşturup ikimize ait düşler kurardım asker hali fotoğrafları en sevdiklerimdi o resimlerde ilk önce sol omuzuna bakardım bizden ayırmak için hedef aldıkları yeri sol omuzu... babamın bizi taşıdığı tarafı… belki benim belki kardeşimin başını yaslayacağı yer
insanın geçmişe dair hayal kurması nasıl bir şey bilir misiniz olmayan bir gerçeği var etmeğe çalışması hayallerin kokusu olur mu hiç canı yanar mı düşlerin benim hayallerim bir gece tütün bir gece kolonya kokardı
onu düşleyeceğim günler ellerime sevdiği kolonyayı döker avuçlarımı burnuma yaklaştırarak uyurdum o ise uykumda bana eşlik eder sabaha yakın bırakıp giderdi de ben, kalbim acıyarak uyanırdım
büyüdükçe hayallerim azaldı boşluklarım her zamanki yerlerinde duruyorlar o tarafımı dolduramayacağımı bilerek yol alıyorum hayatta ne ertelenmiş ne kıymeti bilinmemiş zamanlarım oldu hiç
pişmanlık duyacağım bir hissim de yok çünkü ellerimde harcayamadığım öylece kalmış zamanların kullanılmamış posası var sadece boş bir köşe eşyasız bir oda gibi...
çıkmaz bir sokak ama asla tenha değil öfkemi çocukluk günlerimde bıraktım babamın başındaki bayrağın dalgasına bu dünyaya ait hiçbir hissi konduramadım bugün ne uykum diğer günlerdeki gibi ne de düşlerim
bugün hayallerimin kontrolü de bende değil yılların özlemine sıkıştırdığım ne varsa saçıldı etrafa babam o biliyorum karşımda seyrederken bugünkü ben değil dünde bıraktığım benler zorluyor ona gitmem için
anlıyorum ki, çocukluğumun hisleri yaklaştırırken babama şimdi ise köklerimden uzayan dallar sıkı sıkıya tutuyor beni belime bağlanmış uzun bir halatla çekiyorlar bedenimi parmak uçlarından baba…baba…baba… bu sesler koparıyor ara ara beni bu esrarengiz alemden
farkındayım kalbim, ruhum, tüm varlığım baba diye seslenen tarafta bunu babam da biliyor arkasını dönerek ağır adımlarla benden uzaklaşıyor
şimdi sağ tarafıma çocukluğum geçti sol yanıma ise çocuklarım ihanet mi ediyorum yıllarıma vefasız mı davranıyorum taşıdıklarıma hesaba çekiyorum kendimi
yanağımdan birkaç damla yaş süzülüyor babamın arkasını dönüp gidişini seyrederken bir el dokunuyor yüzüme bana muhtaç bir sıcaklıkla alıyor gözyaşımı
hafif araladığımda gözlerimi kızımın bir eli yüzümde diğer eli sol elimi sıkı sıkı kavramış oturuyor başımda beni bekleyenlerin neler hissettiğini en iyi bildiğim şeydi bu
çocukken şu sorular cevap diye tırmalardı zihnimi sağ kolumuz niçin daha kuvvetli sağ elimiz diğerine göre niye çok fazla aktif yaptığımız işlerin yükünü neden hep sağ tarafımız taşıyor sonra kendime göre buldum cevabını çünkü sol yanımızda görünmez yüklerimiz vardı emanet gibi...
ne paha biçebiliyor içindekilere ne de yerine aynısından koyabiliyoruz iyi taşımak muhafaza etmek incitmemek lazımdı o yanımızı belki babamı bizden koparan emanetlerini taşıdığı tarafına sol yanına o kurşunu sıktıklarındandı
hey yetim kalan tarafım var git yoluna artık kora üfleyip de ateşi üzerime sıçratma beni ağlatma tekrar …tekrar
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
gelincikler boy vermişti toprakta şiirine yorum yap
Okuduğunuz şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
gelincikler boy vermişti toprakta şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.