bir resim ki rüyayla çizilmişti bir şaheser ki sanatkarca işlenmişti
sisli ışıkla yoğrulmuştu su silsilesi fışkırıyordu fırat dicle ile yan yana saf saf dizilmişti birisi cennet birisi cehennem sürükleniyorlardı mahşere doğru alevler karışıyordu suya
II
bir muştu büyütmüştü anadolu direnci fırat isyanı dicle
en yeni darbelerle en son devirlerde bir cam gibi kırılmıştı perde perde çatlamış, zedelenmişti yer yer korkunç ağıtlarla titremişti ürpermişti çalkalanmıştı dalgalanmıştı yıkık hasankeyf gibi parçalanmıştı su
III
kaç yüz yıl öncesi davetlerden gizler söylenmişti gizli hikayelerden
cihanın sinesinde heybetliydi fırat harranı aşkla kucaklamıştı dicle muhteşem bir sunumdu göklere nur-u zaman saçılmıştı gecelere parça parça dolunay ışığı efsunlu bahar yağmurlarıydı kutlu menzillere akıp gidendi su
IV
diz çökmüştü önünde mavi gökyüzü sonsuzluklara sızmış alev huzmesiydi dicle
alazsız, dumansız yangınların ortasındaydı kavrulup dökülmüştü daha içindeyken sesi beyaz ışık bırakmıştı uçtan uca çizgisi geceyi yaran şimşek parıltısı dicle perişan zerre zerre perişandı su
V
uçmaktaydı her bir damlası yücelere kendinden geçip kızılca güneşlere
semayı kucaklamıştı bir hayal mucizesi karanlığın göğsünde rüyalaşan ışıltıydı fırat yer yer ağarıyordu bağrında ufukların soluk bir ten içinde ürperiyordu bir fecrin koynunda eriyordu boşalıyordu ezeli sessizliğe suyun uğultusu
VI
gölgeden iki tül sislerden iki perde
bir sayha ki tan yerinden kopup kanatlanmıştı gecenin karanlık sinesinde sisleri delip geçen dört nala koşan bir küheylandı fırat kendini öldürdüğü yerlere çılgınca akıyordu su
VII
bağrı yumuşak toprağın rahminde uyuyordu yanı başında kızgın bir karayel fısıltısı
incir kuşlarının feryadına ağlıyordu dicle her sabahın seherine kırağı düşerken ışıltıları en derine iniyordu tutkulu bir yosma gibi her cihette kıvrım kıvrım bir kadın silüetiydi su
VII
sıcak buğular yükselmişti buğday tarlalarından başakları altın sarısı bir renge bürünmüştü her yer
yolunu kaybetmiş yolcu gibi karanlığa karışmıştı fırat sonra sellerle kapaklanmıştı toprağa yüzüstü örselenmiş vadilere korkular düşürmüştü savrula savrula boşluğa akıyordu kanat vurmuştu serçeler gibi yitik şehirlere doğru
VIII
derin çığlıkların büyük isyan çağlayanına dönüştüğü bir damla suyun dört yana sindiği yerlerden fitil tutmayan bir yara var yüreğimde
dalgalanan hırlayan dipsiz nehir yatağı gibiyim kan kızılı ayın şavkına düşen fırat gibiyim kanayan zamanın zembereğinde ki dicle gibi
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
bir dicle ve fırat hikayesi şiirine yorum yap
Okuduğunuz şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
bir dicle ve fırat hikayesi şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.
dalgalanan hırlayan dipsiz nehir yatağı gibiyim kan kızılı ayın şavkına düşen fırat gibiyim kanayan zamanın zembereğinde ki dicle gibi Gönül kaleminize sağlık şiirli geceler...
Zaman israfı olacak kısacık yorumla anlatmaya çalışmak, " Dicle ile - Fırat'ın" zaman içinde akıp giden serüvenini. Çünkü şair ustalığı sekiz kitap kapsamlı yorumuyla anlamlandırmış bu şiirini de. Tat alarak beğeniyle okudum çok anlamlı bu şiirinizi de usta şair. Tebrik ve taktirlerimle kutlayıp selamladım sizi. Kemal Polat
kempol tarafından 11/5/2017 1:58:58 PM zamanında düzenlenmiştir.
Gönül dostu; doğudaki değerler çok kıymetli hazinemizdir. Hasankeyf'i çok güzel görüntülemişsiniz... Ayrıca şiirde keyf aldım ve beğendim... ....................................... Sonsuz saygı ve Selamlar...
Sevgili dost güzel insan iki nehrin hikayesi hemde tarihsel hikayesi. Bir yudumluk şu gibiydi. Doğru tertemiz ve de saf. Bölgeyi süsleyen iki kurdela. Çok beğendim. Çok güzel harika bir şiir olmuş. Güne seçilmesini diler ve isterim. Ben tercih yapıyorum. Yürekten tebrik ediyor kutluyorum sizi dost. Yüreğine gönlüne sağlık.
Şiirinizi okuyunca işte Günümün şiiridir dedim! Dilerim GÜNÜN ŞİİRİ SEÇİCİ KURULU'nun gözünden kaçmaz ve güne gelir.
Acı ile yoğrulmuş, medeniyetin beşiği, Mezopotamya coğrafyası asırlardır doğru dürüst bir huzura kavuşmadı. Hep savaş, göç ve acılar ile anıldı. İnşallah bir daha bozulmamak üzere huzura kavuşur diye dua ediyoruz.
Bir lokmaya bin şükreden inançlı insanların arasına nifak tohumları ekip, kadim halkları bir birine düşman edenler utansın. Değil midir ki su kaynakları ve petrol yatakları var, yabancı ülkelerin bu topraklar üzerindeki emelleri hiç bitmedi.
Şiiri okuyunca on yıl kadar önce kaleme aldığım Eylül Güneşi şiiri aklıma geldi. O gün ne yazdıysam baktım ki bugünde değişen bir şey olmamış. o şiirden bir bölüm alıyorum buraya: ... Elbet her ülke gibi, Irak da bir anneydi, Melek yüzünü her gün gözyaşıyla yıkadı! Takvim sayfalarından düşen bu zaman neydi? Usulsüz mahkemede, ehliyetsiz bir kadı! ’ Adalet! ’ diyen sesin kesilmekti hissesi, Dedenin ağıdında Irak’ın kendi sesi:
V. Geçmişim fidye ister gelecek her seneden, Her yılım öncekinden beter değilse neden?
Islak kirpiklerimin billûrunda saklıdır, Gözlerimden süzülür Dicle ve deli Fırat. Mutluluğun perisi ülkemde yasaklıdır! Köprülerim tutulmuş her biri sanki sırat. Yıkılan mabetlerde kıblemin yönü harap, Alev gibi dökülür elime Şattülarap!
Reva görülen zulüm sizce neyin gereği, Beş bin yıllık tarihin sil kalemden inkârı? Zulüm olmuş halkına hükümdarın ereği! Kendi yurdunda esir mazlumlar kimin kârı? Hışımlı bulut gibi başa gelen şer belâ, Kerkük semalarında, ağıt yakar Kerbela!
Ayakları zincirli, elleri kelepçede. Kaç zalimin elinde çaresiz kaldın halkım? Sarin gazlı bombalar patlarken Halepçe’de! Panzehir salkımından esirgenen bir talkım. Nifakın sinsi eli dolaşır usul usul, ’ Sıra bende mi? ’ diye tedirgin kalır Musul.
Kanatlanan her umut vurulur gökyüzünde, Hardal gazı kokuyor etraf toz-duman, yanık. Melek düşünde melek boğuluyor hüzünde. Hem suçludur hem güçlü mağdur rolünde sanık. Mizan isyanda bugün şer konmuş kefe ağır, Diller suskun, gözler kör, kulaklar duymaz sağır! Selahaddin Eyyubi! ... Sen bana O’nu çağır!
VI. Bin iki yüz yedide Horasan’dan Hayfa’ya, Bir Güneş doğmuş derler, nur iniyor sayfaya!
Babası Bahâeddin, Ulemanın Sultanı. Anne: Belh Emiri’nin kızı Mümine Hatun. Otuz Eylül gününün, bambaşka olur tanı, Kenarları nur ile sırmalanan bulutun, Müjdesini dünyanın sisli ufkuna asan, Hoşgörü Güneşi’nin doğduğu yer: Horasan.
Geçtiği kutlu yerler: İlk durağı Nişabur. Kutsal topraklar için Bağdat’a yol alırken, Saygıyla geçit verir Fırat koynunda Habur! Hacı olur Kâ’be’de nur içinde kalırken, Mekke’den, Şam’a derken; Erzincan, Konya yolu, Mevlana’ya açılır, son durak Anadolu!
Ey, ’ Hamdım, piştim, yandım.’ diyen! Kalplerde yerin, Ne Şems-i Tebrizî’nin simasında gördüğün, Mutlak kemâlin nuru kaybolur ne eserin. Şeb-i Arûs bir nevi gelin gecesi, düğün! Son vedanın hüznünde şeyh Sadreddin Konevî, Mirasındır Divan-ı Kebir ile Mesnevi...
Mevlana! Hiçbir şeyi inkâr etmeyen biri, Zulmette kalanlara rehber, rahmani seda! Sevgiden söz etmeyi öğreten bir aşk piri. Akıl, ruh ve sevginin üçgenindeki feda. Hakk’a gönlünü verip benliğini kaldıran, Gönüllere sevgiyi, hoşgörüyü aldıran! ........ Şair, yeter yanmasın daha fazla şu bağır! Tomurcuğu açmadan gül solar gülşenimde. Eylülün son güneşi Mevlana’yı tez çağır! Yıllar var ki esirim ben kendi bedenimde. O’nu çağır! Göğsüme övüncün armasını, Vicdanlara hoşgörü barış haykırmasını, İpek gönül tülünün ibrişim sırmasını! ...
...
Ne yazık ki, ne Sultan Selahaddin'in adaletinden, ne de Mevlana'nın hoşgörüsünden bir eser var...
Okunması, okutturulması ve ders alınması gereken bir şiirdi.
Beğenerek ve duygulu kaleminize saygı duyarak okuduğum bu güzel şiirinizi tam puanım ve beğeni ile favorilerim arasına ekliyorum. Kardeşimin şiir ve gönül sayfasına, tebrik ve başarı dileklerimi bırakıyorum.
Her şeyin sizin ve sevdiklerinizin gönlüne göre olması dileklerimle sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim, lütfen kabul buyurunuz...
kan kızılı ayın şavkına düşen fırat gibiyim
kanayan zamanın zembereğinde ki dicle gibi
Gönül kaleminize sağlık şiirli geceler...