avucuma bıraktığın yakarışlar ahtım olsunŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Bu şiir Gazze de Terörist İsrail’in saldırıları sonucu hayatlarını kaybedenlere ithaf olarak yazılmıştır.
Türk tasavvuf şiir geleneğine bağlı olarak, bâd-ı sabâ, insan ile Allah arasında iletişimi sağlayan ilâhî bir güç, kutsal bir unsur olarak tanımlanır. ya bad-ı saba derdimi götürsen uzaklara diyorum sonra getirsen geri bu kuru şehir yüklü acımasız ağırlığın altında nefes alıp verirken bu miraç izli zamanın hangi dilimindeysen hüzünlü bir grup vaktinin dökülen ışıkları gibi peygamber kokusuyla çıkıp gelsen götürsen uzaklara diyorum kavimlerin göç yoluna vursan bildiğin ne varsa anlatsan yıkasan temizlesen yanında tutsan diyorum ki kutlu bir ekim gününde beni götürsen olgun hurmaların bereketle döküldüğü yere on iki bin şamdanlı avludan vakarla geçsek artçı bölükten selahattin eyyubinin yanında soluklansak ardımızda on iki bin nefes ile kıyama dursak * ya bad-ı saba hayberin tozuna katsan benden aldığın ne varsa sözüm olsun hz. musanın duası avucuma bıraktığın yakarışlar ahtım olsun hissetmez misin zeytin ağaçlarının kokusu duru sabahlarda zeytin dağından nasıl duyulur orada çocuklar sarı gün doğumlarında temiz alınlarından nasıl vurulur yorgun değilim bu kadar mahzunken aşkımızı toprağa kim verdi sevdalar daha fazla tükenmeden ölüme bakan yüzlerin ucuna bıraksan diyorum bilirim uzağım bin derde deva çöl toprağının kokusundan ki şu hicrana müptela yerde bana yasaklanmış miski dilara güneş kuşları ülfetini kestiğinden beri mahzunlar diyarında bir sefil hayat kurmaktır payıma düşen işittiğim yanık tenli bir kavmin özgürlük şarkılarının son satırlarına sığınarak avunmaktır * ya bad-ı saba sen benden elini eteğini çektikten sonra kanat gerdim başımdan yukarı gönül bağım artık viran gökyüzünü gecenin aydınlığında seyreden gözlerimi dağladılar da sesim soluğum çıkmadı bak geride kalan görüntülerden göğsümün tam da ortasına bir isyan ağacı diktim dallarıyla sana tutunan kurutma onları bilmez misin ki bu kenan diyarında en çok hızır kubbesi serinliğine en çok ezan sesinin diriliğine en çok yerin gökle yakın avlusunun sabah gülüşüne düşkünlüğüm var * ya bad-ı saba mağlup insanlığımızın üstüne haramiler çadır açarken görmez misin ki her gece semazen gibi beynimde dönüp duran bir bedensize mahkumum tutkunu oldu bütün azalarım bak derse bakanım duy derse duyanım o yüzden gecem gündüze karışmakta o yüzden her sabah boynu bükük bir çocuk gölgesi acı sesiyle açar uykularımı uyu derse uyuyanım uyuma hadi kalk derse uykuyu zehir yapanım kim çeldi alınlarına kına çalınmış süvarilerin aklını derler ki topraktan devşirilmiş şu uzak mescidin bekçileri ruhta var olan neyse yaşatır adımızı tekrar toprak olana kadar hem bir emanete sahip çıkmakla geçen bu kadar yalnız yılı ıssız seher vakitlerinde dualarla uğurlarken * ya bad-ı saba bilmez misin ki benim payıma düşen gölgeleri billur parçası yerlerde seninle yol almayı murat etmektir yolunun izine bu kaç ömür yamasıdır harcadığım yine de ben gibi tedirgin gönüllere akşam serinliğinde bir nefesi çok görmedesin bir dudak üfürmesi yalnızca bir soluk alıp vermesi zor mudur ki hala beklemektesin gazzenin yetimliğine götürsen diyorum yusufun gömleğinin kokusunu nasıl taşıdıysan öyle kerbeladaki hüseyinler gibi yığınca keder şehri her yerinden kuşattı görmez misin hala vadi yamaçlarından savrulan yaprak senin düşkününse eğer ne diye esip durmadasın gazellere her dem bir umutsuzluk vermedesin * ya bad-ı saba toza toprağa karışmaya meyilli yıkıntı evler çalıntı sokak araları kaç asırdır huylarından huylandığım sisli gölgelikler ansızın üşüşürler birden bire gözleri büyümüş kızıl bir korku örter şehrin aralıksız üstünü taştan duvarlar tedirgin olur anneler, babalar ölümüne tedirgin kim götürdü kalbinde hanzalayı taşıyan altın yürekli çocukları değil mi ki sen her vakit ayrı yönden eserken her daim gündüzlerin boynunda yürürken gecikirsek ve çıkmazsa bu yollar şehrin sokaklarına geceye aydınlık uğramayacak * ya bad-ı saba değil mi ki bir kavmi helak ederken irili ufaklı senden binlercesi ölümlülerin üzerinde ad olarak kalacak sabah güneşinin ışıklarına mı kalsaydı korkularımızı savuşturmamız başka bir gün doğumuna mı bıraksaydık yeni bekleyişlerimizi adını ne koysaydık meydanlara düşen kanlı mahzunluklarımızın saf kanatlarıyla umut yüklü bulutlara yükselirken gördüğüm gök gözlü çocukların hatırı kime öyleyse hem gazze kumuyla hemhal bir esinti dolaşıyor şimdi dışarıda yükseklerden inmeli diyorum hem de şehirlerin en kederlisine gitmeli üzerine ateş inmemiş ev aramalı bu ne kıyamettir ki ömrüme düşen birkaç geceydi geldi geçti demiyorum derdimi diyorum yani beni acı nefesimin şiddetli yalnızlığını ateş gibi bir yalnızlık diyorum * ya bad-ı saba bir varlık ki ay kadar parlak asma köprülerin orta yerinde sallantılı ruhlar gibi bekliyor adımlarının sıcak sesini diyorum ki alıp götürsen hepsini sonra bin bir umutla getirsen geri ıssız karanlıkları kime ne mum olup bekleyenden de razı değilmiş sevgili onlarca yıl ben ruhuma kırılmış müjdeler fısıldayan hayırsız uğultulardan çok vurgun yedim gürültülü seslerin ağırlığından usandı hüzün dolu gezmelerim her bir mevsimin her gününün her sabahında her akşamında görüyor olmaktan bıktım ağlayanları senden bekledim bir gülümsemeyi bu umudu besliyorum durmadan bir çelimsiz fidan gibi rüzgarın küskün bakışlarını gözlerine kim esir etti * ya bad-ı saba duymadın mı hiç gamlı bildiğin ne varsa bu diyardadır, duymadın mı bağ ve bostanda dolaşıp dururken bana yeniden can vermeyi unutursun hem ıtır kokularını tan ağartısına saklaman niye geceye asude yalnızlık gerek böyle hicran nümayişlerinden vazgeçmezsen böyle bin nazla etrafımda gezinip de eteklerine sarmazsan yolum nereye düşer demedi deme götür dertlerimin hepsini yani beni sonra getir geri bırakmışım kendimi senin eline bana ne gerekliyse onu ver işte ya da ilişme unutulup giden biri olayım ya bad-ı saba redfer |