1
Yorum
21
Beğeni
0,0
Puan
349
Okunma
daha çok acıyoruz
başkasının ağrısını dayanılmaz bulmayı
ondan öğreniyoruz.
evet, insanlığın yaraları var
apaçık yaralar
kanıyor…
kanadıkça kana bulanıyor dünya
kendisini incite incite tükeniyor insanlık
uzaktadır diye
bigane kalıyoruz dayanılmaz acılara
şehrin soğuk yüzüne baka baka
olağanlaştırıyoruz can kayıplarını
ümit yıkımlarını
her sabah binlerce çocuğun yetim kaldığı yeryüzüne
açıyoruz gözlerimizi
yakıp yıkılan şehirlerin harabe görüntülerine
kül olup kavrulan insanların sayısına alışa alışa
başımızı yastıklara koyup uyuyoruz
uyuyoruz...
uyanık olmanın ağrısını göze almaktan korkarak
bir yerlerde…
bir yerlerde tüm insanlığı uyandıracak
aman Allah’ım.. dedirtecek
bir cümle olmalı sanki
o cümleyi duyana kadar
her şeyi normal sanmaya devam edeceğiz gibi
bize giydirilen deli gömleğine razı gibiyiz
yırtılmalı artık o gömlek
kesip atmalıyız rüyanın akışını o cümlenin ciddiyetiyle
dünya, dünyalığını açıkça gösteriyor artık
şeytanın düşmanlığı apaçık ortada
elçi’nin tarafında olmak
hem acil ve zaruri
hem ağır bedel istiyor bizden
sancılı bir sözün yüreğine göç edelim haydi
o vurucu cümleyi
hz. peygamber’in yanında arama vaktidir şimdi
insanın gizli acılarını seslendirecek söz dağarcığı
onun yanında…
elçilik ettiği söz’ün kalbinde
insanın sancılarını şefkatle hissedecek kelimeler
onun dudaklarında olmalı
acil koduyla dökülüyor heceler nebi’nin nefesinden
o kritik cümle
nebi’nin hira’dan heyecanla getirdiği
hitabın içinde kıvranıyor
ateşli
canlı
aceleci
kalbimize borçlandığımız o şefkat
nebi’nin bir ömür canı pahasına
omuzladığı vahyin nefesine sarılı
yok başka yerde
yok başka kimselerde
gel tefekkür edelim
kar üzerine gül desenli rüyalar görebilmek için
sırlar sırrına bir nebze erebilmek için.
azade teşrinlerde
anılarını düşünen birinin nasıl düşünürse öyle
taze sevdalar gibi püfür püfür hayaller,
eski aşklar gibi sevinç sevinç rüyalar görürcesine
rengi nedir
sözcüklere nasıl bürünür kelam
düşün bir
servilerde üveyikler
sebillerde güvercinler
hu... hu larına ahenk veren söz nedir
neden en ziyade beyaz yakışır sevgilerde
hasretin hep siyah düşer bahtına
dokunduğumuz desenlerde
neden hep bir Var vardır da,
Var’dan öte hiçbir şey yoktur
bütün dudaklarda alevlenerek dolaşan sorular
eriyip gitmeden
düşün bir
yitik bir cemre zamanı
varlığımızı dayanaksız bıraktık
kederlerimizin saçları sürekli uzamaya başladı
ve sonra
açık denizlerde dualar avuçlarımızdan kaydı bir bir
kırık kapılardan geceler sızdı odalarımıza
ölümün kimliksiz gezdiği geceler
bürüdü mehtabımızı neden
düşün bir
kaş ile göz arasında
can ipliklerimiz çekilince uçtan uca
toplayıp pılısını pırtısını hayallerimiz
veda etti medeniyetimize
yol yordamı kaybettik
yoldan çıkarıldık
menzilimizi yitirdik ya
neden
düşün bir
sımsıkı sarılmaktı
oysa derin vadilerde unutulduk
koşmaktı koşar adım
zifiri düşüncelerle zehirlendi zihinlerimiz
çarpılar konuldu bir bir
ayak üstüne durdurulan mahkumlarca
düşün bir
iki kere ikiyi böğründen vuranların
son trene tıktıkları yığınlarca çalıntı kaderi
düşün bir
eski kiraz bahçesinde
kanatlanan kuşların dökülen tüylerinde
erittiğin zamanı
zaman ötesi boyutun haşmetini
düşün bir
son aydınlığı
ve son parlayan mumu
ve son takatıyla kanat vuran turnaların
akşama sılaya varışını
eski bir geminin
köhne bir rıhtımdan ayrılışını
ufuklarda kayboluşunu
düşün bir
redfer