KİRAZ AĞACI (21)
2030 yıllarında
Beyoğlu’nda bir Barok sinama. Kendimi bildiğimden beri burası hep tiyatro yeri. Annemle ne güzel giderdik, müzik ve danslı oyunları birlikte seyrederdik... “Hop-Hop, Altın Top!” oyununu hiç unutmam, aaaah anam, anam! Kol saatime baktım, ekranlı; günlerden 2025 Salı! Hayda; “Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı!” İyisimi siz vazgeçin baştan böyle bir şiiri okumaktan, yine cıvıttı bu adam! Yahu; Hüner okuyanı şaşırtmaksa, el çabukluğu yapmaksa bu mu şiir? Buna üç kağıtçılık denir! Bense Meraklılığımdan mı nedense; Her ineğin altında buzağı, her taşın altında kurbağayı ararım. Ama olay ne inek burada, ne yavrusu buzağı, ne de şairin tuzağı; Kurbağa yada taş? O senin hayal gücüne kalmış arkadaş! Neyse; Perdesiz bir sahne, ben-sen ve bu anıyı okuyan siz, olacaklardan habersiz konuğuz bu salonda. Sahne gerisi, beyaz kumaş bir gergi, önünde bacakları açık bir masa, ve üç sandalye. Nedense ben oldum-olası önü açık masaları hiç-mi-hiç sevmem. konuşmacıların çarliston bacakları onları ele verir; “Ya kendinden emindir, yada değildir.” İlkin sahne karardı, -zifiri değil ama- salon daha da aydınlandı, -gibi geldi bana- optik bir yanılma bu göz ağında şüphesiz. Farkettiniz mi bilmem; “Ben, sen ve bu yazıyı okuyan siz” Demiştim biraz evvelden? Haydi beni tanıyorsunuz, “siz” ise kendinizsiniz tabi, peki kim olduğunu sanıyorsunuz bu “sen” denen üçüncü kişi? Gerek varsa burada birazcık aralıyalım, bulana dek birde reklam koyalım? Çok şükür cevap sahneye projektörle yansıyarak kendini ele verdi; beyaz perdeye bir sürü Kiraz Ağacı fotoğrafları geldi ve ardından da üç kişi; Biri tanıtmacı, diğeri şairin en yakın arkadaşı Mahir, -oda şair- Üçüncüsü; Aç tavuk kendini darı ambarında sandığından mı bilmem, “Düşlerimdeki” ben. Bu kinayemii pekiştiren Alman’ların bilge bir sözü var; “Kendini övmek, pis kokar!” Ama öyle hiçte bir koku yok ki salonda, demek ki gerekmiyor Kolanya! Ha, birde; Köln, yani Kolonia Almanya’da bir şehirdir, bu limonumsu parfümün adı da oradan gelir. Efendim, ne diyorduk? Evet, bizler sahnede konuk; Mahir, tanıtmacı, ben ve Kiraz Ağacı. Dirseklerim masaya dayalı üst gövdem dim-dik, bir yığın sorunlar, masa altında bacaklarım uslu şimdilik, öyleyse gelsin bakalım sorular; “En çok beğendiğiniz şairin ismi?” Bu sorunun cevabı çoktan hazır; “Nazım Hikmet, ya sizinkisi?” -ne hınzırsın, sen, hınzır- Buna şaşıran kızcağız birazcık durdu, soruma cevabı “Ahmet Kaya” oldu, Başımı öne eğip güldüm aniden salonda bir yaygara; „Aaaaay-ay ay-ay yanıyor gönlüm.“ (*) Diyen bir hasret ağıltı, çığlığın ardı davul-kaşık, tef-dümbelek vurucular, -bu şarkının kopyası bizim evde var- nazlı sazların salına-salına girişinde, dinginlendi kulak zarlarım, -ama sulu gözlüyümdür, duygulandım mı hemen ağlarım- narin-ince keman sesiyle salon ise acı-acı inliyor, tüm konuklar huşu içinde dinliyor. İçimden; “Dümeni toplamak varken gemiyi karaya oturtmak neden?” Dedim ve usulca doğruldum oturduğum yerden, gövdem öne doğru atık, kollarım salona açık dudaklarım Ahmet Kaya’nın SÖYLE şiirini söylüyor; „Söyle, yağmur çamur değmedi yüreğime Diye şiiri tamamlayınca, salondaki tüm gözler bana baka-kaldı. Ayağa kalkan tanıtmacı başlamasaydı, sanki kimse alkışlamayacaktı beni. Ben sözlerimden, dinleyicilerin hayret dolu gözlerinden, yanaklarıma süzülerek akan gözyaşlarımdan yufka yüreğimden utandım ve kendimi Kadıköy vapurunda ayna ve tarak satan, çığırkan satıcı sandım, Kiraz Ağacı’ım. Geçmişi unutarak, bugün ve yarınlara şiir yazmak bana nedense zor gelir. Ne güzeldir sırtı zifir-kara kalaylı ayna! Yüzüne bakarsın, şiir yazarsın. „Yıldızlar yoldaşın olsun!“ demeye de, varmıyor gönlüm, Elbet günün birinde benide alacak ölüm! Ama geriye kalan Ahmet Kaya, Nazım Hikmet Ran ve daha niceler anılarak kitap, filim, sahne ve her yerde. yaşayaraklar ozan gönüllerde. „Haydi kalk, nerdeyse öğlen olacak.“ Uyandım, bir de etrafıma baktım, Kaıserslautern’deyim Kiraz Ağacı’m; „Dur be, öteme-berime dokunma lan! Yahu bu aşşağıdan dürtmekte neyin-nesi, uyandıracaksan omuzumdan tut-da-hırpala!“ Alıngan çocuktur, çabukta kırılır fıkara. Yasin laz, azcıkta gay biraz. Aman sakın beni yanlış anlamayın efendim, o taraklarda asla yoktur bezim!, Ama olanada karşı değilim! Burası Kaiserslautern’de minicik bir oda, kapı-komşu Fransa’ya Ayda 2-3 defa gelirim. ama 210 kilometre uzak sana bilirim, „Günü-birliğine Fransa’ya girerek, fransızcayı Fransızlarla öğrenmek.“ amacım, Yasin‘i ise sana başka bir şiirimde anlatacağım. Kiraz Ağacı‘m (*) Şiirin devamını okumadan evvel, lütfen büyük ozan Ahmet Kaya’nın „SÖYLE“ şarkısını internetten dinleyiniz. |